Fransız ihtilalinden sonra laiklik, mutlak eşitlik, demokrasi, özgürlük vb. kirletilmiş dengesi kaybettirilmiş bazı kavramların dünyayı istila etmesiyle birlikte fıtrat bozulması hızlanmıştır. Bu bozulmalardan biri de mutlak eşitlik düşüncesinin adalet duygusuna verdiği zarar insan fıtratında yol açtığı yıkım ve tahriptir. Batı dünyasında cinsiyet eşitliği, toplumsal cinsiyet rollerini ve beklentilerini eşitleme çabaları LGBTİ türünden cinsel sapmalara yol açmış ve neslin devamını tehlikeye sürüklemiş, toplumun namus, nesil ve ırzını kirletmiştir.
Toplumsal cinsiyet eşitliği iddiası kadın ve erkek şeklinde iki farklı cinsiyette yaratılan insanoğlunun fiziki, psikolojik, duygusal ve cinsel bakımdan derin bir farklılaşma içinde olan fıtratını tahrip edecek ve çeşitli cinsiyet sapmalarına yol açacak mahiyettedir. Batıda LGBTİ sapmasının ortaya çıkması kadın ve erkek arasında mutlak eşitlik düşüncesinden ve buna bağlı olarak toplumsal cinsiyet beklentilerinin eşitlenmesinden kaynaklanmıştır.
Kadının erkekleşmeye, erkeğin kadınlaşmaya başlaması da toplumsal cinsiyet eşitliği iddiasının ve bir cinsiyeti diğerinin rolüne sevk etmenin ürünüdür. Bu durum heterojen bir cinsiyet sapmasına, heterojen cinsiyet sapması da homojen cinsiyet sapmalarına yol açmıştır.
Toplumsal beklenti yoluyla kadın rolüne sürüklenen erkek bir süre sonra kendisini yarı kadın yarı erkek hissederken kadına olan cinsel/duygusal rağbeti azalmakta, duruma göre trans veya homojen bir cinsiyet sapmasına uğramaktadır. Bu durum erkekte, hem kadınla evlenmenin hem de erkekle evlenmenin normal olduğu veya kendisini kadın gibi hissederek kadınla değil erkekle evlenme eğiliminin oluşması türünden cinsiyet sapmasına zemin hazırlanmıştır.
Toplumsal cinsiyet beklentisiyle kadının erkek rolüne sevk edilmesi zamanla kendisini yarım erkek ve yarım kadın, hatta fiziki açıdan kadın ancak kendisini tamamen erkek hisseden bu sebeple bir erkekle evlenmenin yanı sıra kadınla evlenmenin de normal olduğu türünden bir sapmaya yol açmıştır.
Kadının erkekleşmesi, erkeğin kadınlaşması ailelerde çift başlılığa ve cinsler arası rağbetin azalarak neslin azalmasına yol açarken ailelerin dağılmasını hızlandırmış, ailelerin dağılması ise toplumsal çöküş ve çözülme sürecine dönüşmüştür. Bu sebeple her cinsiyetin kendisine uygun fiziksel, psikolojik, duygusal ve toplumsal rollere sevk edilmesi fıtratın zorunlu bir gereğidir. Toplumsal cinsiyet eşitliği iddiasıyla bu rollerin ihlal edilmesi insan fıtratın kimyasını bozacaktır.
Feminizmin temel iddialarından biri de toplumsal cinsiyet eşitliği iddiasıdır. Böyle bir iddiayla kadını erkekleşmeye zorlarken, kadının fıtratı için korkunç bir tehlikeye dönüşmektedir. Bir taraftan fıtratı tahrip etmeye çalışan feminizm diğer taraftan fıtrat dinini kendi amaçları doğrultusunda tahrip ve tahrif etmeye yönelmiştir. Mutlak eşitlik iddiasıyla kadının erkekleşmesine, erkeğin kadınlaşmasına yol açarken, her iki tarafın fıtratını bozmaya ve cinsiyet sapmasına sürüklemiştir. Aynı eşitlik düşüncesiyle dini hükümleri tahrif ve tahrip etmeye kalkışmıştır.
İslam fıtrat dini olduğundan erkek ve kadın için ortak hükümlerin yanı sıra cinsiyete göre farklılaşan hükümler de bulunmaktadır. İbadetlerden, muamelat ve ukubat alanına varıncaya kadar bu farklılaşmanın tezahürleri vardır. Bu farklılaşma fıtrata uygun hüküm vazetmenin zorunlu bir sonucudur. Sözgelimi hayız, nifas veya istihaze gören bir kadının ibadetlerdeki konumunun erkeklerden farklılaşması ve kadına çeşitli kolaylıkların tanınması, buna karşılık erkeğin nafaka ile yükümlü tutulması bu türdendir. Böyle bir farklılaşma kadının cisiyet, çocuk doğurma, fiziki, psikolojik ve duygusal bakımdan erkekten farklılaşmasının zorunlu bir gereğidir.
Her iki cinse tesettür emredilmiştir, ancak tesettürün sınırları kadın ile erkek arasında farklılaşmaktadır. Birinin yüz ve el dışında tamamen örtülü olması emredilirken, diğerinin diz ve göbek arasının kapalı olması emredilmiştir. Fıtrat dininin belirlediği bu kanunlara muhalefet ederek belirlenen sınırların eşitlenmesi fıtratın kimyasını bozmakta, nesil, namus ve din güvenliğini tehlikeye atmaktadır.
Dini hükümlerin bir kısmı her iki cinsiyet için ortak olmakla birlikte, bir kısmı fıtrata ve cinsiyete göre farklılaşmaktadır. Feminizm veya toplumsal cinsiyet eşitliği iddiası insan fıtratını cinsiyet bakımından lgbti bataklığına, aynı şekilde fıtrat üzerine kurulan dininin dengesini alt üst etmeye ortam hazırlamaktadır. Bu durum toplumda nesil, namus ve din güvenliğini tehlikeye atarak aile, dünya ve ahiret mutluluğunu dinamitleyerek düzeni alt üst etmektedir. Sporda, lavaboda veya toplumsal hayatın her alanında vb. eşitlikler bu anlayışın ürünüdür. Bir zamanlar karşı çıktığımız bazı siyasi oluşumların LGBTİ türünden sapık düşüncelerinin ne iktidar olmasını ne de eğitim politikasına dönüşmesini kabul edilmeyeceği gibi, eğitim politikalarında böyle bir projenin varlığı veya yokluğu da ayrıca araştırılmalıdır.
İslam’da kadın ve erkek eğitim-öğretim alma konusunda eşittir. Bununla birlikte adalete aykırı olan hiç bir eşitlik de adaleti sağlayamaz. Mutlak eşitlik fıtrata aykırı olduğu kadar fıtrat dinine de aykırıdır. Erkekten çocuk doğurmasını beklemek neyse kadından erkek, erkekten kadın rolünü beklemek ve toplumsal cinsiyet eşitliği iddiasıyla fıtratı böyle karanlık ve bataklık bir mecraya sürüklemek de odur.
Allah Teala Al-i İmran süresinde, İmran’nın hanımından haberle bize şunu şunu aktarmıştır “Erkek kız gibi değildir” İki cinsiyet arasında ortaklığın yanı sıra bu ortak mefhumu unutturacak düzeyde fiziksel, duygusal, psikolojik bakımdan derin bir farklılaşma bulunmaktadır. Toplumsal cinsiyet eşitliği türünden iddialarla fıtratın kimyasını bozmamak buna yol açanları engellemek gerekiyor. Hz. Peygamberin (sav) konuyla ilgili sözlerini tekrar hatırlatmakta fayda vardır:
“Rasulullah (s.a.v.), kadınlaşan erkeklere ve erkekleşen kadınlara lânet etti.” (Buhârî, Libâs 62)
“Rasulullah (s.a.v.), kadınlara benzemeye çalışan erkeklere ve erkeklere benzemeye çalışan kadınlara lânet etti.” (Buhari, Libâs 61)
“Rasulullah (s.a.v.), kadın gibi giyinen erkeğe, erkek gibi giyinen kadına lânet etti.” (Ebû Dâvûd, Libas 28; bk. Ahmed İbni Hanbel, Müsned, 2/325)
Ramazan KORKUT