İbn-i Haldun, sosyolojinin kurucusudur. İbn-i Haldun tarihten farklı bir bilim dalıyla uğraştığının farkındadır. Mukaddime isimli kitabında umran ismini koyduğu bu yeni ilmin özelliklerini anlatmıştır.
>> Asabiyyet Kavramı
>> İnsanoğlunun Evrimi
>> Devletlerin Doğum ve Ölümleri
İbn-i Haldun, konuya yaklaşımı açısından organizmacıdır. Kitabında yaptığı bir takım tespitler, Batılı sosyologların analizlerinin ilk nüvelerini oluşturur. Örneğin, coğrafyanın toplumlar üzerinde etkili olduğu gerçeğini tespit etmiştir. Emile Durkheim’ın ‘toplumsal işbölümü’ düşüncesi, Karl Marx’ın emek-değer kuramı ilk kez İbn-i Haldun tarafından ortaya atılmıştır.
İbn-i Haldun’un düşünceleri İslami anlayışa dayansa da, Darwin’in biyolojik evrim nazariyesine, Auguste Comte’un bilimlerin sınıflandırmasına öncülük etmiş, sömürgeci yayılmacılık yüzyıllar önceden ışık tutmuştur.
Asabiyyet Kavramı
İbn-i Haldun’un literatüre kazandırdığı en önemli kavram ‘asabiyet’ kavramıdır. İbn-i Haldun’a göre, asabiyetin ilk kaynağı akrabalık ve neseb ilişkileridir ancak; bunlar asabiyetin işlevselliği açısından yeterli değildir. Asabiyetin gayesinin ise devlet kurmak olduğunu iddia ederek devlet ve asabiyet arasındaki ilişkinin altını çizer. İbn-i Haldun’un bu kavramı, ‘grup dayanışması ve birliğinden doğan kuvvet’ olarak kullandığı söylenebilir.
İbn-i Haldun’un asabiyyet kavramı bunun üzerinde çalışan araştırmacılar açısından farklı anlaşılmıştır. İngiliz tercümen Franz Rosenthal, ‘grup duygusu’ olarak çevirirken, Turan Dursun ‘yakınlar birliği’ olarak çevirmiş; Zakir Kadirî Ugan, Süleyman Uludağ ve Ümit Hassan ise terimi aynen almışlardır.
Asabiyet kavramı ile ilgili daha ayrıntılı bilgi almak için Hamza Erbir’in yazısını okuyabilirsiniz: https://www.bizimkose.com/08/09/ibn-i-haldun-asabiyeti-ve-akrabalik/
İnsanoğlunun Evrimi
İbn-i Haldun’a göre insanoğlunun ilk durumları göçebelik ve bedeviliktir. İnsanlar sonradan kentliliğe geçiş yapmışlardır.
Ona göre bedevilik ve asabiyet arasında güçlü bir bağ vardır. Zaferler elde etmenin güçlü ve asabiyet duygusuna sahip olmaktan geçtiğini, bunun da ilk olarak bedevilikte görüldüğünü ve ilk devletlerin de bedevi olduklarını vurgular.
İbn-i Haldun, göçebelik ve köylülüğü ‘bedv’ kelimesi ile, kentliliği ve yerleşikliliği de ‘hazar’ kelimesiyle karşılar. Buna göre ilk başta bedevi olan toplum, daha sonra imkanlar açısından genişleyerek artı değer üretirler ve kent hayatına geçiş yaparlar.
Kentli nüfusun uğraştığı mesleklerin, göçebelerden daha farklı olduğunu, bunun da daha çok para kazanma ve zenginleşme olarak geri döndüğünü ifade eder.
İbn-i Haldun’a toplumun göçebelikten, yerleşikliğe evrimi zorunludur ancak; bu zorunluluk aynı zamanda yozlaşmayı da beraberinde getirir. Kentlileşen nüfus, bir süre sonra ‘iyi değerlerden’ uzaklaşmakta ve yozlaşmaktadır. Ayrıca çöllerde yaşayan kavimlerin daha güçlü olduklarını ve devletlerinin daha büyük olduğunu söylemektedir. İbn-i Haldun’a göre evrim, yapıbozucu bir süreçtir.
İbn-i Haldun’un bu iddialarında onun bir İslam düşünürü olduğunun etkisi bariz bir şekilde görülmektedir.
Devletlerin Doğum ve Ölümleri
İbn-i Haldun’a göre varlıklar yok olmaya mahkumdur. Değişme ve bozulma kaçınılmazdır. Devletler için de böyledir.
Ona göre devleti, asabiyeti en güçlü olan sülale, diğer asabiyetleri egemenliği altına alarak kurabilir. Devletin çöküşü de bu ailesel niteliklerin bozulmasıyla gerçekleşir. O, ‘her devletin ve tebaanın bir ömrü vardır.’ diyerek organizmacı bir anlayışa sahip olduğunu ortaya koymuştur.
İbn-i Haldun, bir kuşağın ortalama ömrünün 40 yıl olduğunu ve ortalama bir devlet ömrünün üç kuşak (yani 120 yıl) olduğunu söyler.
İbn-i Haldun’a göre devlet; zafer ve maksatlara erişme aşaması; egemenliğin kişileşmesi aşaması, özveri ve rahatlık aşaması, kanaat ve barışla yaşama aşaması ve israf aşaması olmak üzere beş aşamadan geçer. Sonuncu aşamada devlet iyice ihtiyarlar ve başka bir devlet o devleti yenerek topraklarını ve idaresini ele geçirir.
Bu süreç kendini sürekli yenileyen bir süreçtir. İbn-i Haldun’a göre, göçebelikten yerleşikliğe geçiş zorunlu bir evrimdir ancak kendi kendini sürekli yineleyen bir niteliktedir.
Bu yazı Emre Kongar’ın Toplumsal Değişme Kuramları ve Türkiye Gerçeği kitabındaki ilgili bölümün özetidir.
Abdullah YARGI