Din Sosyolojisi adına yapılan ilk çalışmalar, evrimci ve pozitivist bir anlayışa sahiptir. İlk kuramcılar, dini hayatın kökenlerini tamamen ilkel kabilelerin din anlayışları üzerinden değerlendirmişler, modern toplumlarda mevcut olan dini tecrübeye, ilkel din anlayışlarının evrimleşmiş halleri olarak yaklaşmışlardır.

>> Augoste Comte’un (1798-1857) Pozitivist Din Kuramı
>> Herbert Spencer’ın (1820-1903) Evrimci Din Kuramı
>> Edward B. Tylor (1832-1917) ve Animizm
>> James Frazer’da (1854-1941) Büyü ve Din
>> Max Müller (1823-1900) ve Natürizm
>> İşlevselci Din Sosyolojisi ve Emile Durkheim (1853-1917)
>> Diyalektik Din Sosyolojisi ve Karl Marx (1818-1883)

Biyoloji ve diğer pozitif bilim dallarında yapılan çalışmaların başarılı olması ve evrensel kanunlara ulaşılması, sosyal gelişme mevzuunda da her toplum için geçerli olan evrensel kurallar ve kanunlar olduğu zehabına kapılmalarına neden olmuştur.

Augoste Comte’un (1798-1857) Pozitivist Din Kuramı

Comte, pozitivist bir yaklaşımla her toplumun tıpkı doğa olayları gibi ele alınabileceğini, toplum içerisinde var olan değişmez yasalara ulaşılabileceğini iddia etmiştir.

Kuramında, sosyal dinamik ve sosyal statik gibi kavramlara yer vermiş, toplumsal ilerlemenin evrelerini üç hal kanunu ismiyle kavramsallaştırmıştır. Buna göre, her toplum, her şeyin arkasında Tanrı iradesini gören bir anlayışın hakim olduğu teolojik; Tanrının yerini doğal güçlerin ve ruhsal kuvvetlerin aldığı metafizik aşamalardan geçerek sonunda bilimin ve pozitif düşüncenin öne çıktığı pozitif aşamaya ulaşır.

İlk defa Saint Simon’un kullandığı pozitif kelimesiyle anlatılmak istenen düşünce, Comte’a göre yararsız ve ispat edilemeyen metafizik ve teolojik bütün unsurları bilgi konusu yapmaktan vazgeçmek; bilimi bu unsurlardan arındırmayı içerir.

Comte’a göre aile, devlet ve din bir toplum için olmazsa olmazdır. Bundan dolayı Comte, pozitif aşamaya ulaşan toplumlar için pozitivizm dini önermiş, bununla alakalı ilmihal kitabı yazmıştır.

Herbert Spencer’ın (1820-1903) Evrimci Din Kuramı

Comte’un pozitivist düşüncesi ve Darwinizm’in evrim kuramından etkilenen Herbert Spencer’a göre toplumun din anlayışı da tıpkı evren gibi basitten karmaşığa, homojenlikten heterojenliğe doğru gelişme göstermiştir.

Dinin merasimler ve davranışlar vasıtasıyla milli birliği ve kimliği koruduğunu; dinin en çok ilkel toplumlarda, en az sanayi toplumlarında etkili olduğunu ifade etmiştir.

Edward B. Tylor (1832-1917) ve Animizm

Tylor’a göre dinin temelleri psikolojiktir. Dini olguların kaynağını ilkel dinlerde olduğunu ve bunların da animist olduğunu ifade eden Tylor, dinin kaynağını rüya ve ölümün yeterince bilinememesi olarak görür.

Ruhsal varlığa inanma fikri üzerinde ilerleyen Tylor’a göre insanların ilk dini inançları, kademeli olarak çok-tanrılı ve nihayet kainatta her şeye gücü yeten tek bir tanrının tasavvur edilebilmesi için şahsiyeti olan ruhlara yönelikti.

Tylor’un görüşleri, insanların bütün dini inanışlarının kaynağını rüya ve ölümün bilinememesi gibi basit fenomenlere indirgediği için doğru bulunmamıştır.

James Frazer’da (1854-1941) Büyü ve Din

James Frazer’ın din teorisi, Tylor’un animizmine yakın olmakla birlikte bütün gelişmiş dinlerden önce ‘büyü’ aşamasının olduğunu söylemekle farklılaşmıştır.

İlkel insanların çevresiyle en eski bağlantı kurma şekli olarak adlandırdığı büyüsel uygulamalar sonucunda insanlar, doğaya boyun eğdiremediklerini anlayıp zayıfın güçlüye yalvarması arasında benzerlik kurarak dini yalvarışa neden olmuştur.

Bu şekilde insanların dini bakışı politeist ve sonrasında monoteist bir açıya doğru evrilmiştir.

Frazer’ın büyü ve din teorisi, Avustralya kabilelerinin karmaşık dini sistemlere sahip oldukları ortaya çıkıncaya kadar kabul görmüştür.

Max Müller (1823-1900) ve Natürizm

Müller’e göre ilk dini inanışlar, doğadaki fenomenlerin kişileştirilmesiyle ortaya çıkmıştır.

İnsanların gök gürültüsü, güneş, ay tutulması gibi güçlü doğal fenomenler karşısında duyduğu korku, saygı ve hayranlık duygularının bir süre sonra onlara tapınma şeklinde ortaya çıktığını ve bunun da insanlarda din fikrini uyandırdığını savunmuştur.

Müller, doğaya tapınma olarak ifade edilen Naturizm teorisini Hind’in kutsal kitapları Veda’larla temellendirmeye çalışmıştır.

Müller’e göre bütün dinlerin alt yapısını en ilkel dinlerde bile bulunabilecek olan ‘tanrısal olana inanç’ oluşturur.

Müller’in natürist din anlayışı birçok eleştiri almıştır. İnsanlar doğa güçlerinden etkilendiği için din fikrini üretmişlerse, bu bütün toplumların aynı inanca ulaşacağını; halbuki insanların dini inançlarının toplumdan büyük ölçüde etkilendiği için inançların farklılık gösterdiği bilinmektedir.

Comte, pozitivist felsefenin kurucusudur.

İşlevselci Din Sosyolojisi ve Emile Durkheim (1853-1917)

E. Durkheim, Fransız Sosyoloji Ekolü’nün kurucusudur ve bu ekol, tarih felsefesi ve sosyolojiyi metodolojik açıdan ayrı görmüş, sosyolojinin kendi objektif prensiplerini ortaya koymuştur. Dinin kökeniyle ilgili argümanları ise Comte ve diğer pozitivistlerin iddialarıyla paraleldir.

Emile Durkheim, toplumu bütün sosyal olguların merkezine yerleştirmiş, sosyolojiyi ise bu toplumsal olayların bilimi olarak tanımlamıştır.

Durkheim, animizm ve naturist yaklaşımın din teorilerine eleştirel yaklaşmış, dinin, kutsal şeylere ilişkin inanç ve uygulamalar olduğunu söylemiştir. Her toplumun dinli olduğunu ve aslında dinin ‘sembolik bir dille ifade edilmiş toplum’ olduğunu ifade etmiştir.

Durkheim’ın dini inanç ve intihar arasında ilişki kurduğu İntihar adlı çalışmasında Protestanlara oranla Katolikler arasında intiharın daha az olmasını, Katolikliğin toplumsal açıdan daha bütünleştirici olmasıyla izah etmiştir.

Din sosyolojisinin klasikleşen eserlerinden olan Dini Hayatın İlkel Biçimleri adlı kitabında Durkheim, düşüncelerimizin içeriğinin dini olduğunu; dinin bilimin, felsefenin, hukukun, ahlakın ve diğer sosyal kurumların kaynağı olduğunu ifade etmiştir.

İlkel toplumların sanayi toplumlarına geçişini inceleyen Durkheim, işbölümünün geliştiği modern toplumlardaki dayanışmayı organik, gelişmediği ilkel toplumlardaki dayanışmayı ise mekanik olarak nitelemiştir.

Durkheim’ın bütün dinlerin ilkel halleri olarak gördüğü totemizm görüşü eleştirilmiştir. Ayrıca dini tamamen toplumsal bir fenomene indirgeyerek birçok dinde görülen ‘aşkınlığa dair inancı’ açıklayamamıştır.

Diyalektik Din Sosyolojisi ve Karl Marx (1818-1883)

Marx’ın teorileri genelde politik ekonomi analizine dayanır. Üretici güçler ve üretim ilişkileri üzerinde duran Marx, kapitalizmin gelişimine yakından tanıklık etmiştir. Ona göre üretim araçlarının sahipleri ile işçiler arasındaki ilişkiler sınıfları ve toplumun yapısını belirlemiştir.

Yabancılaşma kuramında Marx, üretim araçlarına sahip olmayan işçilerin, ürünleri üzerinde kontrol hakkı olmadığını ve zamanla gerçek kimliklerini kaybettiğini (yabancılaşma) ifade etmektedir. Ona göre din, hakikati yanlış yansıtmaktadır.

Toplumu altyapı ve üstyapı kurumlarının toplamı olarak ele alan Marx, üretim ilişkilerinin toplumun altyapısını oluşturduğunu ve alt yapının, hukuk, siyaset, din gibi üstyapı kurumlarını belirlediğini iddia etmiştir.

Dinin aynı zamanda bir ideoloji yani fikirler bütünü olduğunu savunan Marx’a göre, bu fikirler hakim sınıfın fikirleridir, bundan kurtulabilmek için dini bilinç eleştirilmelidir. Dinin, halkın gerçeklerden kaçtığı bir afyon olduğunu ifade eden Marx, kapitalist sınıf yapısı kalktığında dinin de ortadan kalkacağını iddia eder.

Abdullah YARGI