1. Was ist der Beweis dafür, daß ich etwas weiß? Doch gewiß nicht, daß ich sage, ich wisse es.
    1. Denn was antwortet man dem, der sagt: »Ich glaube, es kommt dir nur so vor, als wüßtest du‘s«?

Bir şeyi bildiğimin kanıtı nedir ki? Tabii ki o şeyi bildiğimi söylemem değil kesinlikle.

Nitekim: »Sanırım sana onu sanki biliyormuşsun gibi geliyor sadece« diyene ne cevap verilebilir?

 

Ludwig Wittgenstein, Über Gewißheit

 

1

Sekülerizmin hukuki bir anlamı vardır öncelikle. Bu çerçevede Kiliseye ait taşınır ve taşınmaz maddi varlıkların devlet erkine devredilmesi demektir. Alman filozof Jürgen Habermas‘a göre bu bağlamda devredilenler sadece maddi varlıklar değildir fakat, aynı zamanda dinsel düşünce tarzları ve yaşam şekilleri de akli olanlarla yer değiştirir. Dolayısıyla düşünce ve aynısının yaşama yansımaları ilahi olandan alınır akli olana verilir. Yaşamı sevk ve idare etme yetkisi el değiştirir. Raffaello Sanzio‘nun La scuola di Atene freskosu geliyor insanın aklına ister istemez. Platon‘dan Aristoteles‘e bir geçiş olarak da görebiliriz bu durumu öyleyse. İslamcılar için hikaye budur, haddizatında burada biter. Dolayısıyla Sekülerizm şirktir, nitekim Allah’a ait olanı Allah’tan alır ve akla, insana verir. Basit bir dünya görüşünden daha iyisi gelemez bir insanın başına. Kötünün kim olduğunu biliyorsa insan gün şekil kazanır. Biz iyi, onlar kötü, hepsi bu. Haddizatında Allah’ın bizzat konuşmadığını düşünürsek, neyin kimden alınıp kime verildiğini daha kolay anlarız. Emin olun, Allah adına konuşanların ne Allah’ı ne de insanı düşündükleri yok, kaybetmekten korktukları, ki kaybettiler zaten, kendi iktidarlarıdır sadece. Neyse. Bu şekilde anlaşılan bir Sekülerizm iki fraksiyon çıkartır ortaya son tahlilde, ta ilk andan itibaren ve halihazırda. Bir tarafta bu devir teslim işlemini tasvip edip kabul edenler, diğer tarafta söz konusu işlemi gayrimeşru görüp karşı çıkanlar. Tasvip edenler ileriye doğru bir transformasyondan söz ederler, dolayısıyla bu geçiş sonucu oluşan durumu büyüsünü kaybetmiş (entzaubert, Max Weber) ve başat paradigmasını ilerleme olarak belirlemiş yeni bir dünya olarak kabul ederler: Modernite. Karşı çıkanlar için burada söz konusu olan bir gasptır, dolayısıyla karşı karşıya kalınan bir ilerleme değil bir gerilemedir haddizatında. Bu gerilemeyi, biraz önceki freskodan yola çıkarak, bir aşağıya inme, bir azalma ya da bir zayıflama olarak da görmek mümkündür. Nitekim nere insan, Allah nere. Bu iki fraksiyon bir konuda hemfikirler ama, ne olursa olsun Sekülerizm onlar için bir sum zero game‘dir, dolayısıyla bu savaşı sadece biri kazanabilir: Din ya da Modernite. Habermas bu çıkarımı kabul etmez. Ona göre Sekülerizm sürecinin sert çekirdeğini (harter Kern) devlet erkinin sekülerleşmesi teşkil eder ve son derece önemli bir liberal kazanım olarak bu çekirdeğin her hâlükârda korunması gerekir. Aynısı bütün bu din tartışmaları bağlamında ne olursa olsun elden gitmemelidir. Bu mesele Habermas’ın argümanının çıkış noktasını belirler. Habermas devlet erkinin sekülerleşmesiyle toplumun (Bürgergesellschaft) sekülerleşmesini birbirine karıştırmamak gerektiğini söyler ama. Nitekim toplumun süregiden modernizasyonuyla dinsel cemaatlerin hayatta kalabilme yetenekleri sum zero game değildir. Yani toplumun modernleşmesi zorunlu olarak dinsel cemaatlerin ortadan kalkmasını getirmez beraberinde.

 

2

Devlet erkinin sekülerleşmesi Habermas’a göre her şeyden önce yeni zamanın ilk dönemlerinde yürütülen mezhep savaşlarına karşı verilen gerekli ve yerinde bir tepkiydi. Bu bağlamda devlet söz konusu savaşlar ve Reformasyon sonrasında önemli bir sorumlulukla karşı karşıya kalmıştı. Mezhepsel olarak parçalanmış bir toplumun her kesimini memnun etmek, dolayısıyla düzeni ve sükuneti yeniden sağlamak gerekiyordu. Fakat içinde bulunulan durumda bu üstesinden kolayca gelinebilecek bir görev değildi. Nitekim bunu yapabilmek için öncelikle kavga eden tarafların silahsızlandırılması zorunluydu. Ve ardından bu birbirine düşman mezhepleri barış içerisinde birlikte yaşamaya ikna etmek geliyordu. Söz konusu birlikte yaşamın müteakiben sürekli kontrol edilmesi de işin cabası. Dolayısıyla devlet tarafsız olmak zorundaydı. Devlet erki süregiden süreçte her ne kadar ülkedeki mezheplerle iç içe olsa da, dünya görüşsel açıdan nötr davranmalıydı. Tam olarak bu gerekliliğin bir ön şartı olarak devletin kiliseden ayrıştırılması, Sekülerizm yani, devreye sokuldu. Haliyle, devlet erkinin seküler karakteri kontur kazanıp yerleştikçe ilk etapta sadece tahammül gösterilen azınlıklar gitgide daha geniş haklar elde etmeye başladılar. Bu gelişme toplumda alt kültürlerin oluşmasını getirdi beraberinde. Bu alt kültürler aynı toplumun birer parçaları olsalar da birbirlerine yine de yabancı kaldılar. Habermas bu bağlamda modus vivendi kavramını taşır gündeme. En geniş anlamıyla ve biz Türklerin anlayacağı şekilde söylemek gerekirse, bu kavram herkesin bildiği ama kimsenin söylemediği, kimsenin birbirine güvenmediği ama yine de birlikte yaşamak zorunluluğu gereği bazı şeyleri kabul etmeden kabul etmiş göründüğü, haddizatında bir birlerine kendi çıkarları doğrultusunda tahammül ettiği bir ortama işaret eder. Bize hiç de yabancı değil aslında. Nitekim biz Türklerin canına kanına iki yüzlülük Anne sütüyle şırınga edilir. Kol kırılır yen içinde kalır bizim buralarda, kan kusulur kızılcık şerbeti içilir, ayılara köprüyü geçene kadar dayı denilir. De ne ayılar biter, ne de o köprünün sonu gelir bu dünyada, Sırat’a kadar uzanır gider. Habermas bu kavramı tasvip etmez ama. Aynısını postseküler bir toplum için yetersiz, hatta engelleyici bulur. Ona göre özgür ve eşit bireylerden oluşan post seküler toplum bu kavramla yetinmemelidir, yetinemez haddizatında. Nitekim demokratik anayasal devlet, dolayısıyla belirli prensipler üzerine kurulu olan siyasi bir düzen, üyeleri, yani vatandaşlar tarafından geçerli ve iyi sebepler ileri sürülerek kabul edilmek zorundadır. Demokratik anayasal devleti onaylayan bir bireyin bu onayı için geçerli ve yeterli sebebi olmalıdır yani. Sadece de facto olarak kabul edilen ya da bir anlaşmaya dayanan bir iktidar düzeninin son derece zayıf olması bir tarafa, bu durumda otonom bireylerden oluşan siyasi bir topluluğun varlığından söz etmek mümkün değildir. Ki söz konusu topluluk bireylerden sadece yasalara itaat etmekten fazlasını talep etmek zorundadır, ki eder de. İslamcıların diliyle söylersek, Demokrasiye iman etmek gerekir. Kemalistlerin diliyle söylersek, Demokrasi binilen ve uygun durakta inilen bir otobüs değildir.

 

3

Bu karışıklığın, dolayısıyla devlet erkinin sekülerleşmesinin aynı zamanda toplumun da sekülerleşmesi anlamına geldiği algısının oluşmasının sebebi Habermas’a göre sekülerleşme kuramına içsel bir zafiyete işaret eder. Ki aynısı farklılaştırılmamış sonuçlara varır, dolayısıyla Sekülerizm ve Modernizm kavramları bağlamında son derece muğlak bir kullanım uygular. Bunun sebebi Habermas’a göre üç farklı düşünceye dayanır: 1- Teknik, dolayısıyla bilimsel ilerleme nedensel olarak açıklanabilir olduktan sonra büyüsünü kaybeden dünyanın antroposentrik anlaşılmasını mümkün kılıyordu. Bu demek içerden biline- ve anlaşılabilen yasalara göre işleyen bir dünya kendi ve kendisiyle birlikte diğer her şeyin anlamına yine aynı içerden ulaşabiliyor, dolayısıyla da dışarıdan kendisine anlam veren bir noktaya ihtiyaç duymuyordu artık. Dışarısıyla bağını koparan bu dünya, Gott ist tot, kendi içine dönüyor, haddizatında kelimenin tek anlamıyla kapanıyordu son tahlilde. 2- Toplumsal alt sistemlerin işlevsel açıdan farklılaşması dini cemaatlerin hukuk, siyaset, kültür, eğitim ve bilim üzerinden ellerini çekmelerini zorunlu kılıyordu. Bu durum bir adım ilerde onların kamusal alandan adım adım geri çekilmelerini getirdi beraberinde. Bu şekilde görev, yetki, dolayısıyla etki alanları aynı oranda azaldı ve en nihayetinde bizzat ve hassaten kendileri için belirlenmiş alana geri çekilmek zorunda kaldılar. Dinsel yaşantı şahsi bir mesele halini aldı. 3- Tarım toplumundan sanayi toplumuna ardından da sanayi sonrası topluma geçiş yüksek refah seviyelerine yol açtı. Bunun bir sonucu olarak sosyal emniyet arttı, dolayısıyla hayatın getirdiği risklerde bir gerileme ve hafifleme baş gösterdi. Bu emniyet ve rahatlık hayata içsel olan bilinmezliklere karşı emin olma bağlamında kozmik bir güçle ilişkiye girme ve aynısından emniyet ve güven devşirme ihtiyacında bir gerilemeye yol açtı, aslında nokta nokta tamamen iptal etti aynı ihtiyacı da diyebiliriz. Dolayısıyla söz konusu iletişimin onlar aracılığıyla gerçekleştiği pratikler neredeyse görünmez oldu. Ne olduysa oldu artık, fakat olan biten hiç bir şey beklenildiği istikamette gelişmedi, dolayısıyla da din ortadan kalkmadı. Seküler toplum gelinen bu noktada bu durumu kabul etmeli artık Habermas’a göre ve dine karşı tutumunu gözden geçirmeli. Seküler toplum bunu yaparak, dolayısıyla dine karşı tutumunu gözden geçirerek ve kendisini ona karşı farklı konumlandırarak seküler toplum olmaktan çıkar post seküler olur. Habermas’ın post seküler derken tam olarak ne kastettiğini de bir dahaki sefere inşallah.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN