Türk siyasal tarihinin en önemli tecrübesi kuşkusuz Ak Parti iktidarı ve onun siyasal tecrübesidir. O yüzden bu partinin duygusal değerlendirmelerin ötesinde sosyolojik bir analize ihtiyaç var.
>> Ak Partinin Toplumsal Dinamikleri
>> Refah Partisi, 28 Şubat ve Ak Parti
>> Muhalefet ve Siyasi Alternatifler
>> Ak Parti Seçmeni ve Milliyetçi Muhafazakar Akıl
>> Siyasal Enstrüman Olarak Mustafa Kemal
>> Ak Partinin Araçsallaştırılması
>> CHP, HDP, İyi Parti, SP ve İP
>> Erdoğan’ın Halk ile Kurduğu Diyalog
>> Kadim Siyasi Karşıtlıklar ve Suçlamalar
>> Ak Parti ve Yeni Siyaset Dili
>> Seçkinci Kemalist İdeoloji ve Hukukun Suistimali
>> Muhafazakar Çevrenin Merkeze Taşınması
>> İktidardaki Muhalefet
>> Erdoğan Üzerinden Tahlil Yapmanın İmkanı
>> Muhafazakar Solcular, Devrimci Dindarlar
>> Muhalefet Sorunu ya da Boşluğu
>> Ak Partinin En Büyük Başarısı
>> Yargının Bağımsızlığı Tartışması
>> Ak Parti, İslamcı mı?
Ak Partinin Toplumsal Dinamikleri
Ak Partinin arkasındaki kitle hiç kuşkusuz muhafazakar dindar kitledir. Muhafazakar dindar kitlenin devlet anlayışı Ak Partinin siyasal kültürünün besleyen en önemli anlayıştır. Türkiye’de muhafazakar dindarların ezici çoğunluğu devlete karşı değildir. Bu siyasal tutuma, dindarların baskı altına alındığı 28 Şubat süreci de dahildir. Muhafazakar dindar kitlenin karşı oldukları devlet değil, devlete hakim olan din karşıtı zihniyet ve bu zihniyetin ürettiği yönetim anlayışıdır. Bu ortadan kalkınca itiraz ve eleştirilerini geri çektiler ve devleti ve iktidarı savunma pozisyonuna geçtiler. Bu bir çelişki değil, tam tersine tarihsel zihniyet dünyasının sürekliliğini gösteren parametrelerlerden biridir.
Muhafazakar-dindar kitlenin zihinsel parametrelerini analiz etmeden bu kitlenin neden Erdoğan’ın arkasında durduğunu anlamlandırmak mümkün değildir. Muhafazakar-dindar kitlenin devletten ne beklediğini sosyolojik olarak analiz etmek bizi doğru analize götürebilir. Bu kitle devletin inançlarına sahip çıkması ve saygı göstermesini bekliyor. Neden 28 Şubat’a muhalefet ediyorsa, karşıt gerekçelerle Ak Partiye de sahip çıkıyor. Dertleri başörtülü kızlarının okuması, inançlarını öğreten okulların kurulması, annesi başörtülü olanların askeri törenlerin dışında bırakılmamasıdır. Öyle derin kelamı, felsefi ve ideolojik istekleri yok.
Refah Partisi, 28 Şubat ve Ak Parti
Yeni siyasal hareketlerin doğması, toplumsal değişim talepleriyle ilgilidir. “Refah partisinin kapatılmasıyla Ak Partinin onu açıldı” iddiası sosyolojik akıldan yoksun bir açıklama biçimidir. Doğrusu şu ki; RP, Türkiye’de yaşayan muhafazakar ve dindar insanların beklentilerine cevap vermekten uzaklaşmıştı. Bu kitle akacak bir nehir arıyordu. Bu değişimin doğru ya da yanlışlığı ideolojik bir tartışmadır. RP, Ak Parti ortaya çıktığı için değil, Türkiye’deki dinamik toplumsal değişime karşılık vermede yetersiz kaldığı için çekim merkezi olmaktan uzaklaşmıştı.
28 Şubat döneminde başörtülü birinin askeri hastaneye bile kabul edilmemesine duyulan öfkeyi anlamadan, Erdoğan ile halk arasında olan bağlantıyı analiz etmek sosyolojik olarak imkansızdır.
Muhafazakar dindarların hatalarına karşın neden Erdoğan’ın arkasında durduğunun sosyolojik analizinin yapılması gerekir.
28 Şubat döneminde başörtüsünden dolayı üniversiteye alınmayan genç kızın, oğlunun askeriyedeki törenini demir tellerin arkasında anlamalarına imkan yok.
Muhafazakarları kazanımlarını korunup geliştirmeyi vaat etmeyen partilerin işi zor. Oğlunun askeri törenini izlemek zorunda bırakılan annenin, irtica ile suçlanarak işinden olanların yaşadıklarını anlamayanların Erdoğan’a verilen açık krediyi anlamaları imkansız.
Cumhuriyet modernleşmesinin İslami geçmişle devlet katında barışması, Ak Parti iktidarı yıllarında oldu. Kabul etmeli ki, Türk modernleşmesi İslam’ı devlet katmanlarından tümüyle, halk katmanlarından da olabildiğince uzak turnayı hedeflemiştir. Bu hesaplaşmanın finali 28 Şubattır. Dönemin askeri mahfillerinde sevilmeyen figürleri Muhsin Yazıcıoğlu, Erbakan ve kuşkusuz Erdoğan’dı.
Muhalefet ve Siyasi Alternatifler
Erdoğan’ı iktidara taşıyan ve orada tutan toplumsal dinamikleri doğru okuyamayan hiçbir politik anlayışın seçim kazanma şansı yok gibi. Yeni siyasiler toplumu kucaklayarak seçim kazanabilir. Akşener’in kazanması için Ak Parti seçmenini bir bölümünü ikna etmesi gerekiyor.
Türkiye’de muhalefetin Ak Parti karşısında hala tutarlı bir alternatif geliştirememesi, kısa süre önce bütün dikkatleri Zarraf davasında yaşanan gerilime çevirdi. Hiç kuşku yok buradan muhalefete bir şey çıkmaz. Amerika’da görülen davaya güven gittikçe azalıyor. Kaldı ki bu iddiaların önemli bir bölümü 17-25 Aralık sürecinde de ortaya atılmıştı. Muhalefet, Ak Parti ve Zarraf tartışmasından değil kendi görüşlerinden yola çıkmalı ve tutarlı, kuşatıcı bir söylem oluşturmalıdır. Mevcut kamuoyu yoklamaları partilerin oy oranlarını koruduğunu gösteriyor. Bu durumun nedeni ya Milletin önemli bir bölümü muhalefetin Ak Parti eleştirilerini tutarsız buluyor ya da muhalefete inanmıyor.
Ak Parti hatalarıyla sevaplarıyla, yaptıklarıyla yapamadıklarıyla, başarı ve başarısızlıklarıyla bu topraklara ait yerli bir siyasal akımdır.
Yerliliği ve bu toprakların dindarlarının sorunlarına eğilmesinin kredisi hala devam etmektedir. Diğer yandan Ak Parti, dindarlık, İslamcılık ve muhafazakarlık yeniden ele alınıp sorgulanmalı. Birçok vahim hata yapılmaktadır. Uyarmaya, sorgulamaya, yol gösterme çabasına devam edilmelidir.
“Ak Parti Siyonist bir projedir…”
İdeolojik taraftarlığın sosyolojik analizi imkansız kıldığı bir milli görüş safsatası. Kardeşlik hukuku gibi değerlerin rafa kaldırıldığı bir ideolojik öfke. Kendinden başka her anlayışı kendi dışındaki sebeplere indirgeyen bir kibir. Toplumsal dinamikleri ve sosyolojiye dikkate almayan indirgemeci slogancılık.
“Ak Partiyi kurduran Siyonizm’dir” önermesi ile “MSP, RP, Saadet Partisini Siyonizm kurdurmuştur.” önermeleri arasında hiçbir mahiyet farkı yok. İkisi de ezberci, ikisi de komplocu, ikisi de sosyolojik dinamikleri inkar eden, ikisi de toplumsal değişimi ıskalayan hermetik bakış. Olgularla beslenmeyen inanç biçimleri ve ideolojik yargılar tartışılamaz. Ayrıca bir konuda Erbakan’ın verdiği demeç, yaptığı değerlendirme tartışılmaz, hatadan uzak, tarih üstü hakikatler değildir.
Erbakan çok değerli bir siyasetçidir. Her insan gibi çok sayıda hatası vardır. Dahası Erbakan geleneği ile Erdoğan geleneği arasında kopuş ve farklılaşma değil, süreklilik ilişkisi vardır. Herhangi bir insanın her değerlendirmesini hatadan uzak yanılgısız görmek hermetik aklın bir zaafıdır.
Sevilen ve saygı duyulan bir lideri hatasız konuma yükseltmek bu topraklarda sıkça yaşanılan bir olgudur maalesef.
Her siyasal anlayış kendini mekan ve semboller üzerinden ifade eder. Mekan sosyolojisi…
Çankaya Köşkü: Modernlik, Cumhuriyet, Laiklik, tarihi Cumhuriyetle başlatmak; Atatürk, İnönü, Nurullah Ataç ve günümüz CHP çizgisi.
Cumhurbaşkanlığı Sarayı ya da Külliye: Gelenek, Osmanlı, dindarlık, Tarihi Osmanlıyı içine alacak şekilde genişletmek; Ali Şükrü Bey, Mehmet Akif Ersoy, Menderes, Özal, Erbakan, Ak Parti çizgisi.
Kabaca iki farklı değerlendirme var:
1-Ak Parti İslamcılıktan vazgeçerek, dahası bitirerek dünya sistemine AB üzerinden Türkiye’yi entegre etmiştir (Neo-liberalizm karşıtı İslamcılar ve Sol-İslamcıların tezi).
2-Ak Parti Türkiye’yi çağdaş dünyadan uzaklaştırarak adım adım Ortadoğu’ya yaklaştırmıştır. (Kemalist ulusalcıların tezi) İki yorum, iki bakış açısı, iki paradigma.
Ak Parti Seçmeni ve Milliyetçi Muhafazakar Akıl
Ak Partinin yaslandığı tarihsel arka plana ait anlayış büyük ölçüde muhafazakar tarih anlatısıdır. Türk milliyetçi muhafazakarlığının tarihsel aklını okumak için birincil metinler Necip Fazıl’a aittir.
Türk muhafazakarlığının tarih anlayışı: Gerçek tarihçimiz henüz gelmemiştir. (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü) Gerçek Türk Tarihi henüz yazılmamıştır (Necip Fazıl, İdeolocya Örgüsü) Türk muhafazakarları resmi tarih anlayışına karşı oldukça mesafelidir. İnanmıyorum bana öğretilen tarihe.” (Necip Fazıl/ Muhasebe) Burada inanılmayan tarih, özellikle Tek Parti döneminde, Türk Tarih anlayışıdır.
Muhafazakar seçmenin Ak Parti dönemindeki kazanımları dikkate alacağını, devlet düşüncesine kategorik olarak yabancı olmadığını, sahip olduğu dini anlayışın milliyetçiliğe yatkın olduğunu, muhalefetin çekim merkezi olamadığını ve Erdoğan’ın karizmasının etkisi düşünerek Ak Partinin gücünü koruyacağı iddia edilebilir.
Türkiye’nin biri iktidar diğeri muhalefet olan iki büyük partisi Ak Parti ve CHP, iki farklı geleneği temsil ediyor. Genetik kodları dolayısıyla CHP Kemalist devletçi/modernleşmeci olduğundan devletten ve Kemalizm’den uzaklaştıkça; Ak Parti ise muhafazakar dindar olduğundan Kemalizm ve devlete yaklaştığında seçmenini kaybetmeye daha meyilli olacaktır.
Bir diğer soru da Ak Partinin sahiplenmeye ek olarak çalıştığı devletçi milliyetçi söyleme seçmenini ne kadar ikna edebilecek. Tabii muhafazakar seçmenin de devletin de değişip dönüştüğü iddia edilebilir. Bu yüzden Ak Partinin iktidara alışmış seçmenini sanılandan daha kolay ikna edebileceği söylenebilir. Öyle görülüyor ki, seçmenin ana gövdesi olan muhafazakar dindar seçmendeki dönüşüme -ki bu değişimin niteliği ayrı bir konu- cevap veren ve değişimin kodlarını doğru okuyan kazanacaktır. Doğrusu şu ki, ne dindarlar, ne muhafazakarlar ne de devlet eskisi gibi. Toplumsal değişimin düşündüğümüz düzlemde olduğunu sanıyoruz; sorun sosyolojik.
Erdoğan’ı yenmek için ona oy veren kitlenin hassasiyetlerini kucaklamak gerekir. CHP’nin bunu yapamayacağı görüldü. Çünkü CHP’nin genlerindeki din karşıtlığı buna imkan vermiyor. Akşener yapabilir mi? Aslında Akşener arayışı diğer muhalefetin başarısızlığını gösteriyor. Onun da en büyük kamburu FETÖ karşısındaki tavrı.
Erdoğan muhaliflerinin bir açmazı da halkı arkasına alacak ve Erdoğan’ın aşacak bir siyasal hareket oluşturamamalarıdır. Hala sadece Erdoğan muhalifliğinin yeteceğini düşünüyorlar.
Siyasal Enstrüman Olarak Mustafa Kemal
Türkiye siyasal ve toplumsal olarak laik-ulusalcı-Kemalist seçmen ile Muhafazakar dindar seçmen arasında bölünmüş durumda. Muhafazakar dindarlar, laik-Kemalistlerin elinden Mustafa Kemal’i kurtarmak adına Atatürk yerine daha dindar bir profile işaret eden Gazi Paşa’yı kullandılar. Oysa Mustafa Kemal’den bir muhafazakar üretmek neredeyse imkansız.
Muhafazakarlar bunu desteklemek için Balıkesir hutbesini kullanıyorlar. Oysa tarihine bile bakıldığında bu hutbe Atatürk’ü anlatan bir malzeme olamaz. Çünkü hutbe sırasında savaş halinde bütün toplum kesimlerinin desteğine ihtiyaç vardır. Atatürk hakkında sağlıklı bir analiz ancak ikinci meclis kurulduktan sonra yapılabilir. Buradaki portrede asla muhafazakar dindar bir resim çıkmaz.
Ak Partinin Araçsallaştırılması
Ak Partinin en büyük sorunu, “Partiye ne katkı yapabilirim?” diye düşünenler değil; ‘Partili olmaktan ne menfaat elde ederim? diyenlerin tutumudur. Sorun birincilerin unutulup, ikincilerin korunmasıdır. Bu metal yorgunluktan çok daha temel bir sorundur.
Ak Parti içinde partisinde gördüğü hataları ülkesinin geleceğini düşünerek uyarıcı eleştiriler yapanlar var. Bunlar gerçekten saygıdeğer insanlardır. Bir de kendi menfaatleri açısından yeterince tatmin olamadığı için cephe alanlar var. Bu kesim retorikte hak, hukuk ve adalet diyor. Ancak biraz eşelendiğinde neden kendine bir ayrıcalık tanınmadığı düşüncesini temel aldığını görüyorsunuz. Bunlar gerçekten sorun. Bir siyasal ve sivil toplum örgütüne bireysel menfaatleri için giren kimsenin parti ve grupla bağlılığı menfaatlerinin karşılandığı ölçüdedir.
Partilerin bir sorunu da seçmen kitlesi ile kurdukları ilişki biçimidir. Refah partisinin seçim başarısında bir dost gözlemlediği ortamı şöyle anlatmıştı: ‘Hepimiz canla başla çalışmıştık. Ancak seçim kazanıldığı günün akşamı, canla başla çalışan başörtülü ve sakallı insanların oturduğu parti binasının kapısından bir takım kravatlı insanlar girerek parti binasının üst katına çıktılar…‘ Bu durum bütün partilerde aşağı yukarı böyledir. Samimi duygularla çalışan özverili insanlar ve onların sırtına basarak konum elde eden partili seçkinler.
Ak Partideki asıl sorun metal yorgunluk değil. Asıl sorun, Ak Partili olmayı araçsallaştırarak dünyevi menfaat peşin de olanların gördüğü kabul ve samimi dava adamlarının yaşadığı kırgınlıklardır.
CHP, HDP, İyi Parti, SP ve İP
Ak Partiyi eleştirebilirsiniz. Burada hiçbir sorun yok. Ama alternatif olarak Ak Partiden çok daha geri bir seviyede olan CHP’ni onaylarsanız, onun eylemlerini onaylarsanız, muhafazakar-dindar seçmene ne diyeceksiniz?
Saadet Partililerin hesaplaşması gereken en önemli sorun, neden seçmenleri kendinden kaçırdığıdır? Çok sekter bir dil kullanıyorlar. Bazı ortak eylemlere girdikleri CHP’nin gözünde onlara verilen değer Ak Partiyi böldükleri ölçüde olacaktır. Bu rolden rahatsızlık duyup duymadıkları da ayrı bir sorun.
Ak Partinin kitleye cazip gelen yönü, Türkiye ve dünya statükosuyla yaptığı mücadeledir. Ak Partiye destek veren kitlenin fikrini değiştirecek olgu, Ak Partiden daha ileri aşamada bu statükoyla mücadele edecek bir oluşumdur. Ne yazık ki, Kürtlerin bir kısmının dışında kimseye bir şey söylemeyen, Sosyalizm ve Stalinizmi, Kürt milliyetçiliği ile harmanlayan, bölgesel bir etnik parti görünümünde olan, terörle demokratik mücadele arasında tercih yapamayan, milletvekilleri seçiminde terör örgütü PKK’nın güdümünde olan HDP; FETÖ ile mensubiyetleri kendilerini bir hayalet gibi takip eden ve bu durumdan da çok rahatsız olmayan Akşener grubu; statükoyu değiştirmeyi değil, korumayı hedefleyen, demokrasinin ve hukuk devletinin zerresi olamayan Tek Parti Dönemini yücelten ve köhnemiş sosyalist ideolojinin eğitim kurumları olan Köy Enstitülerinin ideal eğitim kurumu olarak gören, yerli ve milli olmayan CHP; soğuk savaş dönemi İslamcı dilinden kurtulamayan, karşılaştığı sorunları sadece Siyonizm üzerinden değerlendirerek iç eleştiriye hiç yanaşmayan SP; Kemalizm’i ulusalcı sosyalist bir dille harmanlayan İP, insanlara ümit vermiyor.
Öyle görülüyor ki, Ak Parti iktidarı sürecinde iktidar alternatifi olabilecek, daha ileri adalet ve özgürlük anlayışına sahip, toplumu kucaklayabilecek sağlıklı bir muhalefet olmadı. Hala da yok. Bu yüzden Ak Partinin geleceği Ak partiye bağlı. Muhalefetin başarısızlığı da kendine bağlı. Sadece Ak Parti eleştirisinin yetmeyeceğini muhalefet bilmeli.
Ak Partililer kendilerine dönük eleştirilere kulak asmamalı. Bilmeliler ki, iktidarlarının devamı da, sona ermesinin de birincil sorumluları kendileridir.
Kuvvetli bir özeleştiri yapıp yollarına devam etmeliler. CHP, HDP ve SP bu eleştiriyi ve yenilenmeyi yapamıyorlar. Yapamadıkları için muhalefet Akşener’in çıkışına umut bağlamış gözüküyorlar. Ne olursa olsun iktidar olacak her oluşum Ak Partinin seçmesinden belirli oranda destek almalı. Sadece Ak Parti değil bütün partiler aldıkları sonucun sorumluları kendileridir.
Erdoğan’ın Halk ile Kurduğu Diyalog
Ben, Erdoğan olayının sosyolojik olarak değerlendirilmesinden yanayım. Erdoğan, halk ile olan bağlantısını büyük ölçüde İslami değerler üzerinden kuruyor. Bu dilin gerekleri konusundaki samimiyetini herkes farklı değerlendirebilir. Ben mutlak iyi ve mutlak kötü olarak bakmıyorum. Türk siyasetinde halk ile en başarılı diyalogu kuran siyasetçidir. Şu ana kadar bunu başarabilen bir siyasal aktör çıkmamıştır. Çıkarsa da o kazanacak kuşkusuz.
Samimiyet testi son derece sübjektiftir. Son on beş yıldır bütün hatalara karşın devasa bir siyasal ve sosyolojik değişime tanık olduk. Erdoğan karşıtları sadece Erdoğan eleştirileri üzerinden yürümenin sorunlu bir siyaset biçimi olduğunu göremiyorlar. Kaldı ki daha iyi bir alternatif var da halk Erdoğan’la ısrar ediyor değildir. Halk 7 Haziran seçimlerinden itibaren Erdoğan’sız siyasetin imkanlarını gözlemlemiştir. Maalesef Ak Parti ve Erdoğan dışında bir siyasetin yürüyemeyeceğini MHP, HDP ve CHP bütün çıplaklığı ile göstermiştir. 1 Kasım seçimleri ise bunun kanıtıdır.
Erdoğan, Batıya yönelttiği eleştirilerinde haklıdır. Batılı liderler, karşılarında sürekli özür dileyen geçmişteki liderlerden birinin olduğunu sanıyor. Türkiye’ye üstten, kibirli konuşmaya gayret ediyorlar. Almanya’daki teröristlerin iadesi istenirken yargıyı gösteren Batılı liderler Türkiye’de tutuklu bir terörist gazeteciyi serbest bırakılmasını isteyecek kadar iki yüzlü.
Erdoğan’ın halktaki sosyolojik karşılığını doğru analiz etmek gerek. Bu Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığının ötesinde bir şeydir. İdeolojik olarak farklı noktalarda durabilir insanlar. Bunda sorun yok. Sorun Erdoğan’ın seçmendeki karşılığının dayandığı dinamikler. Bunu analiz edebilmek için sosyolojik bakış açısı gerekiyor. Diğeri kişi benimser benimsemez, destekler desteklemez. O kişinin politik ufkuna bağlıdır.
İnsanların hayatın çeşitli aralarında kandırılması ve aldatılması mümkündür. Önemli olan aldatılmanın veya kandırılmanın farkına vardıktan sonraki tavırdır. Kandırılan kandırılmaya devam etmeyi mi tercih ediyor yoksa mücadele etmeyi mi? Seçmen Erdoğan’ı “Niçin kaldırılsın, akıllı olsaydın” üzerinden değil, mücadelesi üzerinden destekledi. Çünkü kolektif bir kandırılmışlık söz konusu idi.
Muhalefetin üzerinde düşünmesi gereken soru, yoğun ve elbette bir kısmı da doğru olan Ak Parti eleştirilerinin toplumda neden karşılık bulmadığı.
İşte tam bu noktada kendine dönük eleştiri gerek. Ak partiye oy veren seçmen neden size yönelmiyor? Güvenmediği için mi, doğru söylediğinize inanmadığı için mi, yoksa Türkiye yi yöneteceğinizden kuşkulandığı için mi?
Kadim Siyasi Karşıtlıklar ve Suçlamalar
Siyasal olarak iki büyük geleneğimiz Mustafa Kemal-İnönü çizgisi ile Kazım Karabekir-Rauf Orbay çizgisidir. Bu çizginin siyasal kurum olarak karşılığı CHF (CHP) ve TCF – SCF’dır. Bu çizgiler arasındaki mücadele günümüzde de CHP ve AK Parti olarak devam etmektedir. İlginç olan suçlamalarında tıpatıp aynı olmasıdır. CHP lideri Atatürk, bir kaç yıl önce omuz omuza savaştığı efsane komutan Kazım Karabekir’i gerici veya irticacı olmakla suçlamıştır.
Bu irticacı suçlaması Kazım Karabekir’den Erdoğan’a en kadim suçlamadır. Bu suçlama gerçeklikten çok Cumhuriyet laik modernleşmecilerinin rakiplerini siyasetin dışına atmak için kullandıkları bir araç olmuştur.
Gerici-irticacı suçlaması Adnan Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan üzerinden devam etmektedir.
Ak Parti ve Yeni Siyaset Dili
Ak Parti şimdiye kadar hep bir iddianın peşinde oldu. Topluma eski siyasetten başka yeni şeyler söyledi ve toplumun çoğunluğunun desteğini maldı. Bu yönde epey de uygulama yaptı. Muhalefet ne yaptı peki?
Kuşkusuz topluma yeni bir şey söylemedi. Muhalefetin kazanması topluma yeni bir şey vaat etmesiyle ilgilidir.
Ak Parti iktidarını toptan ret veya toptan kabul şeklindeki bir yaklaşım bana uzak. Ben olayı sosyolojik olarak değerlendirmekten yanayım.
Sosyolojik olarak Ak Parti, çok büyük ölçüde, Cumhuriyet modernleşmesinin devletin merkezine sokmak istemediği, ancak buna karşılık toplumsal merkezi oluşturan insanların desteklediği bir siyasal harekettir.
Cumhuriyet modernleşmesinin 2000’li yıllara kadar, yeniden biçimlendirmeye çalıştığı toplumsal merkezi, ne yaptıysa istediği gibi inşa edemedi. Toplumsal merkezdeki temel özelliği dindar ve muhafazakar olan kitleyi merkezdeki modernleşme politikalarına entegre edemedi. Merkezi bürokratik elitin zihinsel yorgunluğu çevreyi doğru değerlendirmesini de engelledi.
Askeri ve sivil bürokrasi ile merkezden uzak tutmak istediği gücün müthiş bir enerji biriktirdiğini anlayamadı. Toplumsal merkezin siyasal merkeze yürüyüşü sosyolojik olarak engellenemez. Cumhuriyet modernleştirici elitleri toplumsal merkezin önderi olan Erdoğan’ı etkisiz kılamayınca kendileri tavsiye olma tehlikesiyle yüz yüze geldi.
Esasen Ak Parti iktidarları döneminde yaşanan bütün çatışmaların temelinde, Cumhuriyet elitlerinin temsil ettiği oligarşik zihniyetle, toplumsal merkezi oluşturan ve ana değeri din olan değerleri benimseyen kitlelerin hakimiyet mücadelesi vardır. Sonuçta Ak Parti, Cumhuriyetin laik ve modernleşmesi elitlerinin bütün karşı koymalarına karşın merkezi büyük ölçüde dönüştürdü ve çevrede bırakılmak istenen dindarları merkeze taşıdı. Zaman içinde hem cumhuriyet elitleri hem de dindarlar dönüştü. Ak Partinin geleceğini, temsil ettiği kitlenin sorunlarını çözme iradesi belirleyecek.
İktidar dili ile muhalefet dili birbirinden farklıdır. Muhalefetin dili ideolojiktir, değer önceliklidir. İktidarın dili ise realisttir. Erbakan muhalefette geliştirdiği dili iktidarda sürdüremedi, sürdürmesi mümkün değildi. Bundan dolayı “Rektörler size selam duracak.” sözü, iktidara gelince üniversitelerde en yüksek müdahale ile karşılaştı. Sonuçta ezilen başörtülü kızların “Hocam selam durmuyorlar” itirazıyla karşılaştı. Ak parti ise, Türkiye’de siyaset yapmanın imkanı üzerindeki tartışmalardan doğdu. İktidara geldi ve 15 yol sonra hala iktidar. Başarılı mı başarısız mı sorusu tartışılabilir.
Müslümanların kazanımları, vesayetin gerilemesi açısından bakılırsa başarılı görülebilir. Dinin yozlaşması anlamında bakarsak itirazlar olabilir. Ancak dindarların da sosyolojik olarak değiştiğini kabul etmek gerekir. Bu değişim dünden kötü mü, tartışılır. Bunun için iyi olan bir nirengi noktası bulmak gerek. Hangi dönem dindarlık iyi idi.
Sosyolojik olarak bütün zamanlarda iyi ve kötü dindarlık biçimleri eşzamanlı bir aradadır. Dindarların iktidarı, dindarların sosyolojik değişimi ve dönüşümü, yozlaşmaya karşı ihyacı hareketler, İslamcıların dünyayı algılamalarındaki eksiklikler konusunda daha derin sosyolojik analizler gerekiyor.
Ak Parti başarılı mı? Ne ile karşılaştırdığınıza bağlı. Cumhuriyet tarihinin kurulan hükümetleriyle mi yoksa Hz. Ömer’in yönetimiyle mi? CHP’ye, Ak Partiye veya her ikisine karşı olmak kişinin doğru yerde olduğunu göstermez. Bir şeyin ne olmadığını söylemek doğru tanım değildir. Doğru tanım, bir şeyin ne olduğunu belirlemektir. Bu da o şeyin diğer varlıklardan ayırımını belirlemektir.
Dolayısıyla mantıkta “Armut nedir?” sorusuna verilecek, “Elma değildir.” cevabı veya “Müslüman mısınız?“sorusuna “Hıristiyan değilim.” cevabı bir tanım ifade etmez. Yani bir kişinin, Ak Partiyi eleştirmek CHPli olmak değildir, her ikisinden de değilim cevabı, bireyin ne olduğunu göstermez. Ne olmadığını gösterir belki. Ne olmadığından hareketle bir tanım yapılamaz.
AK Parti giderek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gayret, meşruiyet ve sürükleyici karizmasından ibaret bir harekete dönüşme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Tembellik, kayırma, iltimas, rüşvet, kibir türünden her türlü günahı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın karizmasıyla telafi edebileceği üzerine hesaplar yapan kadrolarla dolu etraf.
Ak Partiye artık adalet, özgürlük ve demokrasi anlamında ileri bir sisteme rehberlik etmesi mümkün olmayan Tek Parti Faşizmi ile karşılık vermek mümkün değildir. Ulusalcı-milliyetçilik bu ülkenin geleceği ile değil geçmişiyle ilgili bir tutumdur. Ak Partinin alternatifi daha adil, daha özgür, daha demokrat bir anlayıştır. Sorun Ak Partiden çok, böyle bir anlayışın varlığı ile ilgilidir.
Ak Partinin sosyolojik temelini oluşturan muhafazakar-dindar kitle, Cumhuriyet tarihi boyunca o kadar ötekileştirilip dışlandı ki, Ak Partinin yaptığı hatalara karşın onun arkasında durmaya devam ediyor.
Muhafazakar dindar kitlenin neden Ak Partinin arkasında durduğunu merak edenler, çocuğu başörtüsünden dolayı hakaret gören ve okuldan atılan bir öğrencinin, sürekli müdürleri tarafından kınama cezasına çarptırılan öğretmenlerin, askeri garnizonlara oğlunun en mutlu gününde alınmayan insanların çektikleri sıkıntıyla empati kuramayanlardır. Ak Parti adam yerine konmayanları devletin merkezine doğru hareketlendirdi. Dindarların kazanımlarına sahip çıkmayan hiçbir parti, sadece Ak Parti karşıtlığı üzerinden yürüyerek seçmeni Ak Partiden koparamaz. Ak Partinin dayandığı kitlenin siyasal davranışını ve sosyolojisini iyi okumak gerekir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’a milleti ötekileştirdiğinden dolayı cumhurbaşkanım demeyen zihnin bunu yapması kişisel tercihidir. Ancak sosyolojik gerçek Erdoğan, Cumhuriyetin kuruluşundan beri dışlanan, ötekileştirilen yok sayılan kesimin cumhurbaşkanıdır. Hele önceki cumhurbaşkanının birleştirici olduğu iddiası tarih bilmezlikten kaynaklanmıyorsa eğer art niyetlidir.
Seçkinci Kemalist İdeoloji ve Hukukun Suistimali
İlk cumhurbaşkanı Atatürk, CHP’nin ezeli başkanıydı. İstediğini başbakan atıyor, istediğini azlediyordu. CHP’ne rakip olabilme potansiyeline sahip istediği partiyi kapatıyordu. O kadar tarafsızdı ki, CHP’nin karşısına çıkacak her muhalefeti ortadan kaldırıyordu. CHP’nin il başkanları vali idi. İkinci Cumhurbaşkanı İnönü o kadar tarafsızdı ki sonra partisinin başına döndü. Özal’a kadar olanları saymaya bile gerek yok.
Erdoğan’dan önce tek sivil cumhurbaşkanı Özal’dı. Demirel mi? O da başörtülüleri Arabistan’a gönderecek kadar kucaklayıcı idi (!). Türkiye’nin bir daha göremeyeceği kadar ilkesiz bir siyasetçiyi. Ahmet Necdet Sezer, toplumsal hiçbir tabanı olmayan görevi boyunca muhafazakar dindarların temsilcileriyle hiç konuşmayacak kadar demokrattır. (!) Görev süresi dolduğu sırada yerine meclis başkanı olan Arınç vekalet etmesin diye görev süresi dolduğunda bile yerini işgal edecek kadar da demokrattı. (!) O elitist, jakoben bir modernleşme taraftarı idi. Onu halk değil, ulusalcı Kemalist modernleşmeciler bağrına bastı.
Türkiye’de hukuk özellikle MSP’den Ak Partiye, muhafazakar partileri hizaya getirme aracı olarak kullanılmıştır, merkezi işgal eden ve çoğunluğu CHP zihniyetinde olan elitler tarafından (Vural Savaş, Erdoğan Teziç, Sabih Kanadoğlu, Ahmet Necdet Sezer).
Ak Parti hukuka karşı savaşa savaşa büyüdü. Çünkü halk hukuka değil, Erdoğan’a güvendi. CHP, hukukun kendisine tuzak kurduğunu ve haksızlık yaptığını düşünüyorsa bu lehinedir. Yalnız halk CHP’yi değil de hukuku haklı buluyorsa Kılıçdaroğlu’nun işi zor. Unutmayalım halkın vicdanı hukukun vereceği karardan çok daha değerlidir. Hukukun kararıyla asılan Menderes bu kadar sevilir miydi yoksa?
Ak Partiye yönelik eleştirilerin büyük bir kısmı doğrudur. Bu eleştirilerden Ak Parti yararlanmalıdır. Kuşkusuz ya yeni bir silkiniş yapacaklar ya da yeni bir güce yerini bırakacaktır. Erdoğan yeniden yapılanmanın sinyallerini veriyor. Benim çok önemsediğim iç eleştiriyi yapıyor. Bunun ne sonuç vereceğini göreceğiz. Kuşkusuz bir iktidar partisi içinde kendi menfaatini düşünen çok sayıda insan olur. Bunları ayıklamak gerekir. Ak Parti bu ayıklamayı başarabilirse daha güçlü çıkar süreçten. Yoksa yeni bir güç yükselirse, iktidara o gelecektir.
Türkiye’de çoğu tartışılan konunun Tayyip Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığına indirgenmesi tartışılan konuları sosyolojinin ilgi alanı dışına çıkarmıyor. Tam tersine sosyoloji ile ilişkilendiriliyor. Çünkü Tayyip Erdoğan taraftarlığının ve karşıtlığının toplumsal ve ideolojik kökenleri var.
Olay Tayyip Erdoğan’ın şahsıyla ilgili değil elbette, olay Tayyip Erdoğan’ın temsil ettiği ideoloji ile karşı çıkan ideoloji arasındaki rekabettir.
Tayyip Erdoğan taraftarlığı ve karşıtlığı tamamen sosyolojinin ilgi alanındadır. Tayyip Erdoğan taraftarlığı, dindarların sorunlarını üstlenmeyi, vesayetle mücadele etmeyi, kimlikleri baskı altına alınmış çevredeki insanların sorunlarına yönelmeyi, ifade ediyor. Tayyip Erdoğan karşıtlığı ise daha çok laik-Kemalist-sol ideoloji de belirginleşiyor. İki farklı ideolojinin mücadelesidir bu.
Muhafazakar Çevrenin Merkeze Taşınması
Türkiye’de bazı kimliklerin devlet tarafından baskılandığı, diğer kimliklerin onaylandığı süreçler yaşanmıştır. Kimliğin belirleyicisi devlet olduğu için, belirlenen kimliğe aykırı düşenler dışlanmıştır. Bu durumda devlet memurları doğal olarak ideolojik kimliklerine göre seçilirler.
Ak Parti döneminde yoğun olarak, dışlanan kimliklerin siyasal temsilcileri de çevrede kalanları devletin merkezine taşımak için harekete geçmişlerdir. Öyle görülüyor ki, muhafazakar dindarlar, özellikle toplumsal zeminde, laik Kemalistlere göre çok daha güçlüdürler. Yıllardır devlet imkanlarını kullanan Sol-Kemalistler, halk katmanında oldukça zayıftırlar.
Kemalist seçkinlerin halkı suçlamaları, halk iradesini aşağılamaları, demokratik süreçlerin muhafazakar seçkinler lehine işlemesi dolayısıyladır. Ak Parti iktidarı boyunca Laik-Kemalist muhalefet askeri ve sivil bürokrasi (Yargı, Askeri bürokrasi, üniversiteler) üzerinden yürümeye başlamıştır. Buna karşılık Ak Parti her sıkıştığında seçmene başvurmuştur.
Tek Parti dönemi, 27 Mayıs, 28 Şubat döneminde sürekli ötekileştirilen muhafazakar dindar kitleler Erdoğan şahsında temsil edilmeye başlanmıştır. Üstelik Erdoğan bu kesimin çıkardığı en cesur politikacılardan biridir.
Kemalist cemaat devlete, muhafazakar cemaat halka yaslanmıştır. Kemalist cemaatle, muhafazakar-dindar cemaat arasındaki kavganın tarihsel temeli budur. Ne ki, bu kavganın tarafları eşit düzlemde değildir. Uzun yıllar devlet imkanlarını laik-Kemalistler kullanmış, muhafazakar dindarları oradan uzak tutmuşlardır.
İktidardaki Muhalefet
Hak ve özgürlükler bakımından mevcut iktidarı aşan, Müslümanların kazanımlarını koruyan ve daha da geliştirmeye çalışan, Anadolu sosyolojisine yaslanan daha ileri bir siyasal hareket doğduğunda kuşkusuz ben orada olacağım. Siyasal tercihimi mevcutlarının arasında en iyisinden yana yapıyorum. Burada temel ilkemiz maslahattır. Öncelik iyi olanı desteklemektir. Sonra iyi yoksa az zararlı olan tercih edilir.
Ben kişisel olarak Ak Partinin mevcut koşullarda diğerlerinden daha iyi olduğunu düşünüyorum. Hatalı yaptığı uygulamaları da benimsemiyorum. Diğerlerinin temel hak ve özgürlükler, vesayetle mücadele konusunda Ak Partiden çok daha geri bir aşamada bulunduğunu düşünüyorum.
Sosyolojik olarak Ak Parti hala iktidardaki muhalefettir. Gücünü büyük ölçüde buradan alıyor. Ak Parti merkezin uzun yıllar ideolojisini oluşturan ve Ak Parti seçmenini merkezden uzak tutmaya çalışan CHP paradigmasına karşı iktidar olmaya çalışıyor. Referanduma böyle bakmak gerekir. Bürokratik iktidarı elinde tutan CHP ideolojisinden kurtulmak istiyor Ak Parti.
Unutmamak gerekir ki, muhafazakar partiler iktidar olsa da, kültürel ve bürokratik iktidar hep CHP’nin olmuştur. Ak Parti bunu önemli ölçüde dönüştürdü. Referandum bunun son adımıdır. Ak Parti kendisiyle birlikte sistemi de dönüştürüyor. Vesayet odakları üzerinden sivil siyaseti denetlemeye eğilimli olanlar ise hayır kampanyasının başını çekiyor.
Erdoğan’ın AB’ne gitmesi içerideki bürokratik oligarşinin kuşatmasını aşmak içindi. Haklı ve meşrudur. Anayasa değişikliği yine aynı amaca dönüktür. Bürokratik vesayet karşı sivil iradeyi güçlendirmek. Gerisi boş tartışma.
Rahmetli Özal’a bile sivil diktatör denmişti. Sol-ulusalcı-seçkinci ve vesayetçi aklın ve onların peşine takılan Kürt sol ulusalcılığının devrim fantezileri işte.
Her türlü değişim talebini rejim tartışmasına indirgeyip, sistemi kilitlemek kimseye bir şey kazandırmaz. Sistemin olumsuz yerlerini iyileştirme çabaları, “Sizi buraya bu sistem taşıdı” çıkışı ile engellenemez. Son olarak bu koroya Ahmet Hakan Coşkun da katıldı. Bu tezi dillendirenler yanılıyor. Cumhuriyetin kurucu elitleri Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan iktidara gelmesin diye sistemi düzenlediler. Bu isimler sistemle mücadele ederek bu görevlere geldiler.
Açık konuşmak gerekirse Cumhuriyetin kurucu iradesi Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan’dan hiç haz etmezdi. Bunu zaten ilk sivil başbakan olan Menderes’i katlederek gösterdiler. Ellerinden gelse Özal, Erbakan ve Erdoğan için de aynını yapmaktan çekinmezler. Bu yüzden bütün darbelerin arkasında duruyorlar. Bu yüzden Türk siyasal tarihinin en kara lekesi olan 27 Mayıs darbesini “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak utanmazca kutladılar.
Bundan dolayı 28 Şubat Alçaklığının arkasında durdular. Bundan dolayı Türk siyasal tarihinin en anti-demokratik retoriğini dillendiren “Cumhuriyet Mitinglerini “düzenlediler. Bu kesim halk iradesinden korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmadı.
Dolayısıyla Menderes, Özal, Erbakan ve Erdoğan sisteme rağmen iktidara gelen liderlerdir. Kuşkusuz bunlar arasında en çok tepki çeken Erdoğan olmuştur. Çünkü Erdoğan, Cumhuriyetin kurucu elitlerinin sistem üzerinde kurduğu hegemonyayı büyük ölçüde bitirdi. Ulusalcıların Erdoğan nefretini anlamak mümkün. Erdoğan müdahaleci modernleşmeyi, demokratik modernleştirmeye dönüştürdü.
Erdoğan Üzerinden Tahlil Yapmanın İmkanı
Erdoğan, Cumhuriyet modernleşmesinin kategorik olarak dışladığı muhafazakar-dindarları devletin merkezine taşıdı. Ulusalcıların merkezi işgal etmelerini sona erdirdi Erdoğan. Bu yüzden Cumhuriyetin kurucu elitleri ondan nefret ediyorlar. Erdoğan benim dedikleri ne varsa ellerinden aldı.
Öfkelerini anlamak mümkün. Erdoğan muhalifleri bundan dolayı doların yükselmesinin Erdoğan’ı indirmeye yetmeyeceğini göremiyorlar. Erdoğan ile millet arasındaki asıl bağlantının dolara indirgenemeyeceğini anlayamıyorlar.
Siyasi analizlerinde ve seçim tahminlerinde bundan dolayı sürekli yanılıyorlar. Kusurları çok rasyonel düşünüyorlar. İnancı, bağlılığı, dostluğu anlayamıyorlar.
Erdoğan’ın Batı eleştirisi ve karşıtlığı, tarih bilinci bakımından Batı karşıtı olan ya da Batıya endişeli bakan kitle tarafından benimseniyor. Batı karşısında son 300 yıldır ezik olan kitle için önemli bir siyasal figür Erdoğan. Sevenleri ve karşıtları güçlü bir lider Erdoğan. Son derece basit ve anlaşılır konuşuyor. Batının olaylara ikiyüzlü bakışını eleştiriyor. Dünya sistemindeki adaletsizliklere vurgu yapıyor.
Erdoğan’ı destekleyenler bu yüzden içeride ve dışarıda Erdoğan’ı eleştirenleri iyi niyetli görmüyor. Ayrıca Erdoğan’ın kullandığı İslami dil onu halkla iletişim bakımından bir adım öne çıkarıyor. Doğası gereği elit bir dil kullanan ulusalcı Kemalistler, solcular, Türk ve Kürt seküler milliyetçileri ve radikal İslamcıların bir bölümü tarafından sevilmiyor.
Erdoğan’ın Cemaat olayı karşısında söylediği “yanıldık” sözü çok zorumuza gitti. Çünkü liderleri yanılmaz, hata etmez, eleştirilemez bir konumda görüyoruz. Bundan dolayı sevenleri de sevmeyenleri de bir insan olarak yanılabileceğini imkanını içine sindiremiyor.
Erdoğan’ın en büyük hayal kırıklığı iki büyük olayda oldu. Biri Cemaat, diğeri PKK ve HDP ile yürütülen müzakereler oldu. İkisinden de beklediği sonucu alamadı. Halkın önemli bir bölümü yapılan büyük hatalara karşın Erdoğan’ın arkasında durması farklı bir sosyolojik okumayı gerektiriyor. Özellikle her türlü desteği verdiği, büyümesine belli ölçüde katkıda bulunduğu cemaatin kendisini yemeye çalışması büyük hayal kırıklığı idi. Cemaatin tutumu sadece Erdoğan’ın şahsında değil, Müslümanlar arasında da büyük bir güvensizlik doğurdu. Bu durumun doğurduğu travma uzun sürecek gibi görülüyor.
Ak Parti iktidarını, dayandığı sosyolojik ve toplumsal dinamikleri ıska geçerek Erdoğan’ın kimliği üzerinden okumak, olaydan hiçbir şey anlaşılmadığını gösteriyor. Ak parti dört başbakan değiştirerek devam ederken, CHP başkan değiştirerek başarılı olamıyor. Sorun sadece kişilerde değil, temsil edilen ideolojinin toplumsal katmanlardaki karşılığı ile ilgili olduğunu kabul etmek gerekir.
Ak Parti, hatasıyla sevabıyla Türkiye’deki sosyolojik dönüşümün sonucudur. Bu iktidarın toplumsal zeminini okumak gerekir. İktidarın dayandığı toplumsal dinamikleri okuyamazsak, sanal alemdeki gibi hiçbir sosyolojik temele oturmayan duygusal analizler yaparız.
Ak Parti karşısındaki muhalefetin de olayı sosyolojik değil, duygusal okumaktan kaynaklanan bir yetersizliği var. Bir iktidarı makarna ve kömüre indirgeyecek kadar ferasetten mahrum bir yapımız var ne de olsa. Cevaplanması gereken soru şu: Bunca eleştirinize karşın halk neden bu yapı da ısrar ediyor?
Halkın beklentilerine cevap verdiği için mi, daha iyi alternatif olmadığı için mi, yoksa eleştirileri abartılı bulduğu ve eleştiri yapanlara iktidardan daha az güvendiği için mi? Sorununuz iktidar değil, kendi yetersizliklerinizle yüzleşme ihtimalinin verdiği kompleks. Bu durum sizi doğal olarak savunma mekanizmalarına itiyor. Halkın çoğu iktidara maslahat açısından bakar. Daha iyi bir alternatif yarattınız da halkın size sırtını mı döndü?
Kendi halkınızı başkasının kuyruğuna takılan hayvan seviyesinde görürseniz, ne söyleseniz boş nihayet.
Muhafazakar Solcular, Devrimci Dindarlar
Başkanlık tartışmalarında CHP mevcut düzeni savunuyor. Bir anlamda değişime karşı muhafazakar tepki. Ak Parti ise bu sistemin ötesine geçmek gerektiğini savunarak değişimci bir tavır takınıyor.
Türkiye garip bir ülke. Değişime karşı çıkan muhafazakar solcular ve değişim isteyen devrimci dindarlar. Ne diyordu İdris Küçükömer “Düzenin Yabancılaşması” adlı eserinde; “Türkiye’nin gericileri CHP ve laik güçler, ilericileri ise İslamcı halk kitleleridir.”
Ak Parti, İslamcı bir hareket olmaktan ziyade İslamcılıktan hareket eden dindar aklın, Türkiye’de asıl engelleyici gücün ordu ve bürokrasi olduğu tezinden hareketle, ordunun merkezinde yer aldığı bürokratik oligarşinin sistem içindeki özgül ağırlığını azaltmaya dönük okumasına verilen başarılı siyasal bir cevaptır.
Anlaşılan o ki, sadece Erdoğan’ı sevenlerde değil, muhalif olanlarda da bir tutarlılık sorunu var. Her iki kesim de kendini Erdoğan’a göre konumlandırıyor.
Size bir sır: Erdoğan yarın “Ben Suriyelileri gönderme kararı aldım.” derse, bugün “Suriyeliler gitsin” diyen çoğu insan “Hayır, insan hakları var, ahlak var, çaresiz insanlara insafsızlık bu.” derler. Çünkü muhaliflerin bir kısmını tanıyorum ve bu durumla çok karşılaştım.
Doğruluğun ölçütü Ak Parti taraftarlığı ve karşıtlığı olunca taraf tutmanın konforuna sığınmak kaçınılmazdır. Eğer daha evrensel ölçekte bir ölçütünüz varsa iktidarı eleştirdiğiniz gibi muhalefeti de çeşitli yönlerden eleştirisiniz. Ancak eleştirilerin tek yönlülüğü muhalif olmakla açıklanabilecek kadar basit değildir. eleştiride kullandığınız ölçütün de sübjektif olduğunu gösterir.
Önemsediğim eleştiriler iktidarı, muhalefeti, cemaatleri aynı anda ve hakkaniyet ölçütünde eleştiren yaklaşımlardır. Bu konuda İhami Güler özgünlüğü ile dikkat çekiyor gerçekten. Doğruluğun ölçütünü Ak Parti taraftarlığı ve karşıtlığı olmaktan çıkarıyor. Sanal alemde ise bu yaklaşımın yanından geçen bile yok.
En son Suriyeli seçmenler konusunda yaşanan tartışma bunun açık kanıtı. Çoğu kimse Erdoğan’ın söylediğine göre konumlandı. Oysa sorunu Erdoğan’dan bağımsız kendi dinamikleri içinde tartışmak gerekir. Onsan sonra kendi çözümünüzü önerir ve Erdoğan’a muhalefet edebilirsiniz.
Muhalefet Sorunu ya da Boşluğu
Bu ülkede çok ciddi bir muhalefet sorunu ve boşluğu var. Mevcut ideolojileriyle CHP (Kemalist-ulusalcı-milliyetçi), MHP (Türk milliyetçisi) ve HDP (Kürt milliyetçisi), Ak Partinin çok gerisindedir. “Neden tüm eleştirilerimize karşın halk bize güvenmiyor” sorunu sağlıklı analiz etmek yerine, çoğunluk ve doğruluk arasında anlamsız bir demokrasi tartışması ve eleştirisine girerek, kendilerini tartışma dışında tutmaya çalışıyorlar. Temel sorun bu durumla yüzleşmektir.
İslamcı, anti kapitalist Müslümanları muhalif olarak saymıyorum bile. Onlar tarihten ve kültürden kopuk oldukları gibi gerçeklikten de kopmuş, ideolojinin tartışmasızlığının konforuna sığınmışlardır.
“Erdoğan ülkeyi satıyor ve bölüyor” diyorsun ve çoğu kimse sana inanmıyor. O zaman burada iki sorun var:
- Söylenen doğru değil,
- Söylenen doğru ama söyleyen sorunlu.
Kuşkusuz Ak Partinin çok sayıda hatası var. Sorun şurada ki, seçmenin önemli bir bölümü için Ak Partiden daha iyi bir seçenek yok. Hiç kuşkusuz muhalefetin inandırıcılık sorunu var ve bu sorunla yüzleşmek yerine sadece iktidarı suçlamakla yetiniyorlar. İnandırıcılık sorunu kişinin kendisiyle doğrudan bağlantılı bir sorundur. Sorun çözen analiz “Ben nerede hata yapıyorum sorusuyla” yüzleşmekle başlar. Kendisiyle yüzleşmek bilgi, ahlak, cesaret gerektirir. Bundan kaçmanın yolu sadece karşıyı suçlamak, böylece kendi yetersizliğini tartışma dışı tutmaktır.
Unutmayalım ki Ak Partinin kendi kulvarındaki rakibi olan MHP, sahip olduğu ideolojiyle Türkiye’yi idare edecek kapasitede değil. Bırakın Türkiye’yi idare etmeyi, mahkeme kapılarında sürünüyor ve adam gibi bir kongre yapamıyor. Akıllı insan sorunun çözümüne kendinden başlar. Sorunla yüzleşmek istemeyen ise sadece karşıdakini suçlar. Daha da vahimi bunun bir işe yarayacağını zanneder.
Eğer söylenen iddialar doğru olduğu halde muhalefet yine kazanamıyorsa veya seçmeni ikna edemiyorsa, burada çok ciddi bir muhalefet sorunu var demektir.
Ak Parti dönemimde Kemalist değerlerin gerilediği tezi doğrudur. Kendine özgü din dışı bir modernleşme örneği olan Kemalizm, başından beri Türk halkının çoğunluğu tarafından benimsenen değerler bütünü oluşturamadı. Şerif Mardin’in dediği gibi uzaklaşılan İslam’ın ahlak ve estetik değerlerinin karşısına iyi ve güzel değerler koyamadı. Hiçbir devlet desteği olmayan Said Nursi, yeni bir lehçe (terim Şerif Mardin’e ait) yaratarak sivil alanda Kemalizm’in kökleşmesini başarıyla önledi.
Ak Partinin En Büyük Başarısı
Ak Partinin en büyük başarısı askeri ve sivil bürokrasi ile Kemalizm arasındaki sorunlu ilişkiyi ortadan kaldırması oldu. Doğası gereği bir halk hareketi olmayan Kemalizm, askeri ve sivil bürokrasiye yaslanmak zorundaydı. Devlet bürokrasisiyle Kemalizm arasındaki ilişkiyi azaltan Ak Parti aslında Kemalizm’e sivilleşme imkanını tanıdı. Ancak Kemalizm, halkla sağlıklı iletişim kurabilecek bir dilden mahrumdu. Doğrusu baştan beri bir devlet ideolojisi olarak kalan Kemalizm’in böyle bir şeye ihtiyacı da yoktu. Kemalizm sivilleşme imkanı olmayan bir ideolojidir.
Sanırım Ak Partiye karşı başarılı olamayan muhalefet yeni bir siyasal muhalefet dili geliştirmek zorunda. Ama bu Ak Partiyi İslamcılarla eşitleyerek ve İslamcılık üzerinden yapılmaya çalışılıyor. Ben Ak Partinin İslamcı olduğunu, İslamcı bir siyaset güttüğünü hiç düşünmüyorum. Ak Parti Müslümanların sorunlarına duyarlı bir siyasal parti hepsi bu. İslamcılık üzerinden Ak Parti eleştirisi sağlıklı bir eleştiri değil. Zaten Türkiye’de İslamcı dediğimiz kitlenin oranı siyaseti belirleyecek düzeyde değildir. Ak Parti İslamcı olduğu için değil, İslamcılık tezlerini terk ettiği için uzun süredir iktidarda.
Ak Parti ve İslamcı gelenek arasındaki ilişkiyi çok farklı bir düzlemde düşünüyorum. Bu ilişkinin sosyolojik olarak niteliğini tartışmıyorum. Ancak Ak partinin İslamcılar üzerinde tek yönlü bir etkisinden söz etmek mümkün değil. Bir yönden yaşanan dünyanın aktüel gerçekleriyle yüzleştirdi İslamcıları.
Kurguladıkları yer yer faşizme rahmet okutacak toplum projelerinin hayali olduğunu gösterdi. İslamcıların ırkçılığa evrildiklerini düşünmüyorum. Tam tersine totaliter düşüncelerden ve toplum projelerinden hızla uzaklaştılar. İslamcıların sorunu siyasal değişimlerinin çok ötesinde ahlak sorunudur. İslamcıların kaybettikleri şey ahlaktır. Yoksa siyasal proje olarak geçmişte özenilecek bir şey yok.
Ak parti, İslami temelde siyaset üretenlerin İslami hassasiyetleri içinde dünya siyasetinde yer bulma arayışının bir deneyimidir. Diğer yandan Ak parti İslam dünyasında ortaya çıkan ve Batı sistemiyle ve aynı anda İslami gelenekle bağlantı kurabilme imkanının örneğidir. Diğer başarılı adımlarda Tunus’ta atılmaktadır. İslam modernleşme ilişkileri açısından çok değerli deneyimlerdir Türkiye ve Tunus deneyimleri.
Kuşkusuz bu deneyimlerin eleştirilecek çok yönü var. Ama deneyimin kendisi son derece değerlidir.
Yargının Bağımsızlığı Tartışması
Kemal Kılıçdaroğlu yargının bağımsızlığı konusunda bazı önemli uyarılarda bulundu. Ancak yargının Cumhuriyetin ilk yıllarından bu yana bağımsız olduğunu söylemesi hiçbir gerçeklikle uyuşmuyor.
- Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yargı siyasetin aracı ve yönlendiricisi olmuştur.
- İstiklal mahkemeleri tamamen siyasal mahkemelerdi. Aldıkları kararların hukukla ilgisi yoktur. Unutmayalım Kazım Karabekir bile vatana ihanetten yargılanmıştır. Tek Parti döneminde hukukun amacı Mustafa Kemal’e muhalefet edenleri temizlemek olmuştur.
- 27 Mayıs alçak darbesinin ardından kurulan mahkemeler, tamamen siyasal mahkemelerdir. “Sizi buraya koyan irade bunu istiyor” şeklinde yapılan savunma siyasallığın açık ifadesidir.
- 28 Şubatın militan savcısı bir hukuk adamı değil Kemalist bir militandı.
- 367 hokkabazlığını üreten Sabih Kanadoğlu hukuki mi siyasi mi hareket etmiştir? Elbette siyasi…
- Refah Partisi ve Ak Partiye açılan davalar tamamen siyasiydi.
- Yani Cumhuriyet tarihi boyunca yargı, siyaseti dizayn eden bir güç olmuştur.
- Bugün yargı ideal olandan uzaktır ama Cumhuriyet döneminin önceki yargısından çok daha demokratik ve çoğulcudur.
- Bu yüzden Cumhuriyet döneminin önceki uygulamaları asla bağımsız ve tarafsız hukuk ideali için referans olamaz.
Ak Parti, İslamcı mı?
Ben Ak Parti kurulduğundan beri İslamcı diye nitelenecek bir parti görmedim; hala da görmüyorum. Ak Parti, sosyolojik anlamda Türkiye özelinde dindar-muhafazakarların sorunlarına duyarlı bir parti hepsi bu. Dahası galiba Ak Parti hiç İslamcı olmamasına bağlı iktidarının uzunluğunu. Muhalif İslamcılar üzülmesin ortada bir İslamcı hareket iktidar olmadı; zaten böyle bir hareket de yoktu; gettolaşmış aydınların dışında. Onların da halk üzerinde ciddiye alınacak bir etkisi yoktu. Ak Parti İslamcılık eleştirilerinden güç alarak bu noktaya geldi.
Zaten kendine İslamcı diyen üç kişi tanıdım bu ülkede: Ali Bulaç ve İsmet Özel. Bir de Ercüment Özkan. Ak Parti İslamcı bir Parti değil, dindarların sorunlarını ciddiye alan ve bu memleketin ortalama değerleriyle bağlantı kuracak bir dile sahip bir parti. Başarısının bütün sırrı, iktidarda sağladığı başarıya bağlı. Derin sosyolojik ve felsefi tahliller yapmaya gerek yok. Zihninizde yarattığınız Ak Parti üzerinden yürüttüğünüz afaki eleştirilerin de ne gerçeklikle ne de Ak Partiyle ilişkisi var. Ve son soru: Topluma hangi kabul edilebilir, kucaklayıcı projeyi sundunuz da halk reddetti söyler misiniz?
Ak Parti sosyolojik olarak değişimi ifade ediyor. Kuşkusuz inişli çıkışlı oluyor süreç. Değişim daha iyi bir hedefe yöneldiğinde anlamlıdır. Statüko eleştirisinde Ak Partiye karşı çıkmak anlamlıdır. Ama alternatif olarak Türk siyasal tarihinin en statükocu partisini, MHP’yi adres göstermek, asıl isteğin değişim değil, Erdoğan karşıtlığı olduğunu gösteriyor.
Kemalizm’e benzeme tehlikesi, Ak Partinin varlık ilkelerine aykırıdır. Bu benzeşme Ak Partiyi bekleyen en önemli tehlikedir. Ancak görünen o ki, Ak Partiyi eleştiren muhalif İslamcılar ve diğer muhalefet Ak Partiden çok daha Kemalizm’e benzeşmiş durumda. Mesela halk iradesi ve çoğunluk konusunda muhalif düşüncelerin tamamına yakını Kemalizm’in felsefesine yatkın bir zihin yapısına sahip. Kemalizm’in özü halkın bilinçsiz olduğu,bu yüzden doğru seçim yapamayacağı tezinden hareketle çoğunluğu aşağılamak üzerine kuruludur.
Kuşkusuz Ak Partiden daha iyi bir iktidar alternatifi çıktığında o iktidara gelecektir. Muhaliflerin Ak Parti eleştirisi konusunda sıkıntı yok, sıkıntı yeni bir alternatif oluşturma konusundaki yetersizlik. Şimdilik muhalifler şu kötüdür diyor ama neyin iyi olduğu konusunda teorik bilgiden öte bir cevapları yok. İktidarı eleştirmek bir sorumluluk gerektirmiyor, ama yeni bir alternatif geliştirmek sorumluluk işi.
Yusuf YAVUZYILMAZ
mantıkta bir kural vardır; öncül yanlışsa buna bağlı olarak sonuç zorunlu olarak yanlıştır.
Yazınız yanlış öncüllerden yola çıkarak yapılmış hatalı çıkarımlar ve değerlendirmelerle dolu.
Doğru olan öncüller;
1. AKP ya da Erdoğan bir halk hareketi-iradesi ile değil gizli toplantılarla 1995 yılından itibaren kurgulanmış bir parti-kişidir. Bunun kanıtları o kadar güçlüdür ki itirazlar eğitimli okuyan kesimi güldürmektedir
2. 16 yılık iktidarın ülkeye kazandırdıkları ortadadır fakat kaybettirdiklerini yazan bir basın-muhalefet anlayışı yoktur. Halının altına ne süpürüldüğünü bilemezsiniz
3. Yıkım 2017 sonunda başlamıştır. Öyle ki bu yıkım Türkiye Cumhuriyeti nin en ciddi krizlerinden biri olan varlık sorununa dönüşecektir.
4. Dünya tarihi dahil olmak üzere, üretmeden, siyasi manevralarla sürekli para harcayarak toplum tasarımı yapan bir anlayış çok tehlikelidir,nitekim ülke dünyanın en değersiz para birimlerinden birine sahiptir.
5. Sosyolojik analiz temel olarak ,istatistikler temel alınarak yapılır. Hiçbir veriyi hesaba katmadan yaptığınız bu sosyolojik analizin tamamen yandaş medyada yazılan her günkü makalelerden herhangi birine benzediğini unutmayınız.
6. En basit istatistiklerle Türkiye’nin son 15 yılını okursanız önümüzdeki 10 yılın sizin için bir kabusa dönmesi gerekir.