Sekülerleşme Avrupa merkezli bir kavram olarak kutsaldan kopuşu ifade etmektedir. Bu nedenle modernlik ve sekülerleşme arasında paralel ve simetrik bir ilişki bulunmaktadır. Modernliğin ertesinde, dinin geleneksel toplumdaki merkezi rolü yıkılarak her şeyin insanın kontrolünde olduğu bir yaşam biçimi hakim olmuştur. Bu da sosyal, ekonomik ve politik alanda dini referanslardan uzaklaşılmasına, yegane referansın rasyonalite haline gelmesine neden olmuştur.

Modernlik, dinlerin ahirette vadettiği cennet hayatını dünyada yaşamayı vadetmiştir. Bu vaat, başlangıçta din-dışı bir tavır olarak başlamış ancak zamanla din karşıtlığına evrilmiştir. Bu durum, dinler için de rafine edici bir işlev görerek dinde reform, yenilenme ve yeni dini hareketlere yol açmıştır.

Tarihsel anlamda sekülerleşme ve bu olgunun kaynağı ile birçok farklı görüş ileri sürülmüştür. Bu olguya dair en önemli ipuçlar Ortaçağ Avrupasındaki kilise öğretisine karşı geliştirilen ilk dini kaynaklara dönme ve bu çağrıya karşı kilisenin sert yaptırımlarında bulunmaktadır. Bu süreçte ortaya çıkan Rönesans, klasik anlayışa şüpheyle bakmayı öğretmiş, yeni keşifler ise dogmatik inançların yıkılmasına neden olarak Tanrı ve doğanın bir olduğu evren anlayışı yıkılarak her alana özerklik tahsis edilmiştir. 

Hümanizm, monarşik devletler ve kentsel burjuvaziler güçlenmiş, sanayi kapitalizmi ortaya çıkmıştır. Reform bütün Avrupa’yı bölmüş, Fransız devrimi, halkın egemenliğini tartışılmaz bir noktaya taşımıştır. Böylece ulus devletler ortaya çıkarak burada meşru olanın yegane kaynağı ulus ve devlet haline gelmiştir.

Rönesans, reform, aydınlanma, bilimsel, Fransız ve Sanayi devrimleri birlikte Tanrı doğadan, felsefe teolojiden, felsefe bilimden ve nihayet siyaset dini olandan ayrılmıştır.

Kutsallık atfedilen şeylerin sıradan şeylere, ilahi olanın dünyevi olana dönüşmesini içeren bir geçiş olan sekülerleşme, on yedinci yüzyıldan beri sosyal bilimcilerin en tartışmalı konularından biri haline gelmiştir. Çünkü dinin toplumsal konumu her zaman hararetli bir biçimde tartışılagelen olgu olduğu için sekülerleşme tartışmaları da bu minvalde hep gündemde olmuştur.

Yirminci yüzyılın ortalarına doğru, sosyal bilimlerin ana konusu haline gelen sekülerleşme hakkında klasik değerlendirmelerden farklı değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır. Bunlar arasında önemli bir isim olan Peter L. Berger sekülerleşmeyi ‘modern toplum sektörleri ve kültür aracılığıyla yaşanan süreçte, toplum ve kültürün, dini kurum ve sembollerin belirleyici etkisinden gittikçe uzaklaşması’ olarak tanımlamıştır.

Abdullah YARGI