Dostlar ben genelde yazılarımda bizim tarihimiz sadece savaş ve antlaşmalardan ibaret olmayan içinde birçok devleti, unsuru ve kültürel öğeleri barındıran bir tarih desem de bugün sizlere bir tarihi savaştan bahsetmek istiyorum. Bu savaş ki bu güzel Anadolu yurdunu yurt bellediğimiz ve bizim tarihimiz devam ettikçe her zaman hatırlayıp, gururla andığımız bir zaferdir. Tarihimiz bu ve bunun gibi birçok savaşa şahit olmuştur lakin bu savaşı diğer savaşlardan ayıran en önemli özellik Anadolu’nun kapılarını açan ve bu coğrafyanın kaderinin artık bizim de kaderimiz olduğunu tüm cihana gösteren savaştır. Bu yüzden bu savaşı çocukluk dönemlerimizden beri öğreniriz ve gelecek nesillere de öğretiriz. Tabii ki bu ifadelerden sonra hangi savaştan bahsettiğimizi hepiniz anlamıştır. Evet bu güzel yurdun kapılarını bize sonuna denk açan o savaş Malazgirt Savaşı’dır. Bu savaştan sonra Sultan Alparslan’ın emri ile Türk beyleri Anadolu’ya akınlar yapmışlar. Anadolu yavaş yavaş fethedilmeye başlamıştır. Bu durum karşısında Bizans İmparatorluğu ise Türkler karşısında geri çekilmeye başlamıştır. Türk beylerinin fethettikleri yerlere Türkmenler yerleştirilerek Anadolu yurt olunmaya başlamış ve artık Türk yurdu haline gelmeye başlamıştır. Fakat bu savaş nasıl cereyan etti bir de ona bakalım isterseniz.

Zira en başta Anadolu’da Doğu Roma yani Bizans İmparatorluğu hakim bir görüntü de olsa da Anadolu toprakları sosyal ve kültürel açıdan bu devlete bağlı bir durumda değildi. Çünkü bu topraklarda Abazalar, Gürcüler, Ermeniler ve Bizans İmparatorluğu’na paralı askerlik yapan Peçenekler ve Uzlar gibi bir çok unsur yaşamaktaydı. Bundan dolayı bu yaşayan toplulukların bu devlete tam bir aidiyet duygusu yoktu. Fakat görüntü olarak Doğu Roma İmparatorluğu Anadolu’nun hakimi konumunda olmak ile beraber politik ve askeri baskılar kurarak Anadolu’yu yönetmekteydi. Büyük Selçuklu Devleti de Malazgirt Savaşı öncesi Anadolu’ya akınlar yapmakta ve Anadolu’yu Tuğrul ve Çağrı bey zamanından beri tanımakta olup Anadolu’ya doğru seferler yapmaktaydılar. Doğu sınırında artık kendinden emin olan ve Asya’nın İslamlaşmasının arttığını gören Büyük Selçuklu artık bütün gayretini Doğu Roma İmparatorluğu üzerine veriyor ve Anadolu’ya yapılan seferler artarak devam ediyordu. Bu durumdan Bizans yani Doğu Roma İmparatorluğu iyice rahatsızlık duymakta Anadolu’nun güvenliğinin artık sağlanması gerektiğini düşünüyordu. İki devlet artık komşu olmuş ve casusluk faaliyetleri de hız kazanmaya başlamıştı. O günlerde Mısır yolunda olan Sultan Alparslan Bizans İmparatoru’nun büyük bir ordu ile Anadolu’dan geçtiğini ve doğuya doğru hareket ettiğini haber almıştı. Bunun üzerine Mısır üzerine gitmekten vazgeçen Sultan Alparslan ordusunu Doğu Anadolu’ya doğru yönlendirdi. Bu yolda ilerlerken Roma İmparatoru’nun Malazgirt’e doğru ilerlediği bilgisini alır. Böylece Roma İmparatoru’nun nerede olduğunu öğrenen Sultan Alparslan üs olarak kullandığı Ahlat’a ordusunu sevk eder. Bizans İmparatoru Romanos Diogenes Malazgirt önlerine gelmişti. İmparator ordusunu o güne kadar görülmemiş bir teçhizat ve malzeme ile donatmıştı. Ordusu 100.000 kişi kadar vardı. Sahip oldukları muhasara aletleri ile çok güçlü konumdaydılar. İmparator ordusunu bu denli güçlü tutarak Büyük Selçuklu Devleti’ni yenilgiye uğratıp Anadolu’nun güvenliğini tamamen korumak istiyordu. Fakat Bizans ordusu sayıca büyük olsa da orduda farklı etnik yapıda unsurlar bulunuyordu. Aralarında din, dil, ırk bakımından ortaklık yoktu. Ordu daha çok Frank, Norman, Bulgar, Slav, Peçenek ve Uzlar gibi unsurlardan oluşuyordu. Oysa ki Büyük Selçuklu ordusunun sayısı Bizans ordusuna az olup 50-60 bin civarında olsa da ordunun hemen hemen hepsi Müslüman Türk’tü. Aralarında herhangi bir ayrılık ve çekişme durumu yoktu. Aksine Bizans ordusunda komutanlar arasında fikir ayrılıkları mevcuttu. Bizans ordusu ağır zırhlar nedeniyle manevra kabiliyeti zayıf olan hantal bir yapıya sahipti. Bundan dolayı Selçuklu ordusuna göre daha ağır hareket eden bir orduydu. Fakat Selçuklu ordusu ise hafif teçhizatlı manevra kabiliyeti yüksek olan ve hızlı hareket edebilen bir orduydu. Savaşın sonucunun belirlenmesinde orduların yapısının yanında uygulanan taktikler de önemli rol oynamıştır. Türklerin yüzyıllardır uyguladığı Turan Taktiği bu savaşta da uygulanmış ve başarılı sonuç vermiştir. Sultan Alparslan ordusunu dört kısma ayırdı. Birliklerden ikisini savaş alanındaki tepelere gizlerdi. Bir kısmını ihtiyat olarak ayırdı. Diğer kısım hareketli süvari birlikleriydi. Bu birlik düşmana şiddetli şekilde saldırmaya başladı. Bir süre sonra da geri çekilmeye başladılar. Bizans ordusu onların yenildiğini ve ondan dolayı kaçtığını sanıp peşlerine düştü. Etrafa gizlenen birlikler Bizans ordusunu çembere almaya başladı. İmparator pusuya düşürüldüğünü sonradan anladı ama iş işten geçmişti. Bizans ordusunun büyük bir kısmı imha edildi. Zaten Bizans ordusunda paralı askerlik yapan Peçenekler Uzlar gibi Türk unsurlarda Selçukluların tarafına geçmişti. İmparator ve yanındakiler tutsak edildi. Tarihte ilk defa Roma imparatorlarından biri Müslüman bir Türk hükümdarın eline geçiyordu. Lakin Sultan Alparslan esir imparatora çok iyi muamele etmiş ve ona kötü davranmamıştır. O zamanın kaynaklarında da bu durum ona misafir gibi davranıldığı şeklinde kaleme alınmıştır. İmparator ile bir antlaşma yapan Sultan Alparslan onu bir muhafız birliği ile İstanbul’a göndermiştir. Fakat imparatorun savaşı kaybettiği ve esir edildiği bilgisi İstanbul’a ulaşınca Bizans’ta yeni imparator arayışları başlamıştır. Bizanslı generaller arasında şiddetli şekilde taht mücadelesi yaşanmış ve tahtın yeni sahibi VII. Mikhael olmuştur. Yeni imparator Sultan Alparslan’ın serbest bıraktığı Diogenes’i İstanbul’a gelmeden yakalatmış ve hapse attırmıştır. Gözlerine mil çekilen sabık imparator bir manastıra kapatılmış ve ömrünü sıkıntı içinde tamamlamıştır. Böylece yapılan antlaşma yürürlüğe girmemiş ve ortadan kalkmıştır.

Savaşın sonucunda başta dediğimiz gibi Anadolu kapıları Türklere açıldı. Anadolu’nun Türkleşmesi İslamlaşması hızlandı. Sultan Alparslan’ın emri ile Türk Beyleri Anadolu’da fetihler yapmaya başladılar. Buralara gelen Türkmenler sayesinde bu topraklarda geçici olmadığımız kalıcı olduğumuz perçinlendi. Hani derler ya coğrafya kaderdir diye. İşte bu savaşın kazanıldığı günden beri bu toprakların kaderi bizim kaderimiz ile birleşti. Bu topraklarda yaşanan her duygu yeri geldi bizim gözyaşlarımız oldu yeri geldi bizim sevinçlerimiz oldu. O yüzden buraları bize yurt eyleyen ecdadımızı rahmetle analım ve bu topraklarda iyi yada kötü ne yaşarsak yaşayalım buraların kıymetini bilelim. Zira buradan başka vatan yok..

Sağlıcakla kalın dostlar…