Fransız ihtilalinde doğan Aydınlanmacı düşünür Comte, sosyolojinin isim babasıdır. Devrim sonrası kaotik sürece tanıklık etmesi ve bu sürecin baskın pozitivistik karakteri Comte’un düşüncelerini etkilemiş ve evrimci bir anlayışa sahip olarak dinin önemini gitgide kaybedeceğini düşünmüştür.
>> İşlevselci Din Teorisi ve Emile Durkheim (1858-1917)
>> Yapısal-İşlevselci Din Teorisi ve Talcott Parsons
>> Çatışmacı Teoriler ve Din
Kültürde zaman içerisinde meydana gelen değişimini gösteren diyakronik eksen, çatışmacı teorilere uygunken; kültürün çeşitli kurumlarının herhangi bir zaman diliminde birbiriyle uyumlu şekilde çalışmasını gösteren senkronik eksen ise işlevselci teorilere uygundur. Neticede iki eksen de makro sosyolojik analiz teorisyenleri tarafından kullanılmaktadır.
Toplumu bir sistem olarak gören ve makro analiz yapan yapısalcı teoriye, özgür, yaratıcı seçim gücüne sahip bireyciliği öne çıkaran mikro sosyolojik teorilerle itirazlar gelmiştir. Dolayısıyla sosyolojik teori denildiğinde makro ve mikro teoriler üzerinde durmamız gerekecek.
Teori genel anlamıyla, bir olguyu, fenomeni ya da bir süreci açıklamaya çalışan fikirler bütünüdür. Sosyolojik teori ise, sosyal fenomenleri, olguları ve süreçleri anlama ve açıklamaya çalışır. Sosyolojik teoriler içerisinde makro ve mikro boyutlu birçok teori bulunmaktadır. Bu yazımızda makro boyutlu sosyolojik din teorilerini ele alacağız.
İşlevselci Din Teorisi ve Emile Durkheim (1858-1917)
İşlevselci teori, makro teorilerden biridir ve toplumu parçalardan oluşan bir mekanizmaya benzetir. Toplumsal bir kurumun işlevini açıklamak için toplumsal bütünün işleyişindeki yerine ve fonksiyonuna bakmaktadır.
Aile, din, siyaset, ekonomi gibi kurumlar tarafından meydana gelen sosyal yapı belli kurallar ve normlar tarafından yönetilen ilişkiler ağından meydana gelmektedir. Sosyal ilişkiler birbiriyle bağlantı rollere göre sürdürülmektedir.
Toplumda standartlaşan davranış kalıplarını inceleyen işlevselci teorinin kurucusu Durkheim’a göre, din, insanların anlamsızlık ve kuralsızlık hali olarak ifade edilen ‘anomi’ durumunu yaşamaması için toplumsal açıdan hayli önemli ve işlevseldir.
İnsanın, bencil ve kendi çıkarlarını düşünen bir varlık olmasına rağmen sosyal yaşamın ve düzenin nasıl sürdürülebileceğine dair açıklamalar geliştirmeye çalışan Durkheim, din hakkındaki görüşlerini ‘Dini Hayatın İptidai Şekilleri’ isimli çalışmasında ortaya koymuştur.
Evrimci görüşlerden etkilenen Durkheim, insan nüfusunun arttıkça toplumsal farklılaşma ve işbölümü neticesinde toplumun dönüşüm geçirerek mekanik dayanışmanın organik dayanışmaya inkılab ettiğini ve modern toplumların bu şekilde ortaya çıktığını ifade etmiştir.
Dinin menşeini yerli kabilelerde arayan Durkheim’a göre din toplumum çimentosudur ve temelinde totemik inanç vardır.
Ona göre dini fenomenler, bireyi bir şey yapmaya zorlayan, normatif sosyal olgular arasındadır ve toplumun dengeli ve istikrarlı olmasını sağlayan kurumlardan biridir.

Yapısal-İşlevselciliğin teorisyeni Talcott Parsons.
Yapısal-İşlevselci Din Teorisi ve Talcott Parsons
Durkheim’dan etkilenen Parsons, toplumu bir sistem olarak görmektedir. Toplumsal düzenin ve devamlılığın devam etmesi için dört (4) işlevsel zorunluluk (ya da fonksiyonel ön koşul) ortaya koyar.
Her fonksiyonel ön koşul belli alt kurumlar tarafından yerine getirilir. Mevcut koşullara uyum sağlanmasını ifade eden adaptasyon, ekonomi kurumu tarafından; kollektif hedeflere ulaşılmasını ifade eden hedef-erişimi, siyaset kurumu tarafından; bireylerin eylemlerinin toplumla bütünleştirilmesini ifade eden entegrasyon, din ve hukuk kurumları tarafından; toplumdaki değerlerin korunmasını ifade eden örüntü devamlılığı ise din ve aile kurumları tarafından yerine getirilmektedir.
Toplumsal değişmenin yaşanması için toplumsal alt sistemlerin değişmesi gerektiğini ifade eden Parsons, sosyal aksiyonları yönlendiren motivasyonların kültür, inanç ve değerler sistemi olduğunu söylemektedir. Din aynı zamanda endişe ve yıkılmışlık gibi problemlerle baş edebilmenin kaynağıdır.
İşlevselci din teorilerine göre din, sosyal dayanışma ve uyumun önemli fonksiyonlarını icra etmektedir.
Çatışmacı Teoriler ve Din
İşlevselci teorisyenlerin toplumsal çatışmayı hesaba katmamalarını eleştiren çatışmacı din teorileri, toplumsal sınıflar arasındaki çatışmanın rolünü vurgulayan perspektifi içerir.
Çatışmacı teori, genel itibariyle Marksist düşünceyle özdeşleştirilse de Weber’in çatışma teorisi de önemli bir katkı sağlamıştır. Marksizm, çatışmanın kaynağını ekonomik temelli sınıf çatışması görürken; Weber, sosyal statü ve parti gibi ekonomi dışı faktörlerin de çatışmanın kaynağı olabileceğini belirtmiştir.
Weber’e göre, statü ve parti temelli çatışmalar bir karizma etrafında toplanmaya ve yeni bir yapının oluşmasına sebep olur. Bu yeni yapı ise bir süre sonra rutinleşerek yeni bir çatışmaya zemin hazırlar ve toplumun yeniden kenetlenerek dönüşmesine olanak sağlar. Dolayısıyla ona göre toplumsal kurumların işlevselliği kadar çatışması da toplumun kendini yenilemesine imkan tanır.
Bir diğer çatışmacı teorisyen Marx ise, tüm sosyal ilişkilerin kişisel çıkarlara göre biçimlendiği prensibini ortaya koymuştur. Buna göre çatışmanın temelini, her bir çıkar grubunun kendi çıkarı peşinde koşması oluşturmaktadır.
Marx’a da Durkheim gibi dinin toplumsal düzeni sağlayıcı bir fonksiyon olduğunu ifade etmektedir ancak mevcut düzenin sürdürülmesine hizmet ettiği için dini, üst sınıfların elinde bir araç olarak görmektedir.
Dünya üzerinde Hinduizm, Hristiyanlık gibi fakirleri ve alt tabakadakileri öte dünyada kurtulacaklarına inandırıldıkları için pasifliğe sürükleyen, üst tabakaları güçlendirmeye yarayan, Marx’ı haklı çıkaran bazı din örnekleri mevcuttur. Marx, bu örnekler üzerinden giderek dinin, sömürü ve baskının acısını dindirmede kullanılan, teskin edici bir araç olarak kullanıldığına hükmederek, dinin değişimi engelleyici olduğunu iddia etmiştir.
Abdullah YARGI