Film sanatı ve sinema sektörü, günümüzde büyük öneme sahip olan ve geniş iş hacmi ile dev kitlelere istihdam sağlayan bir alışkanlık ve de iş alanı halini almıştır. Sinemaya ömründe en az bir defa dahi olsun gitmeyen, bir tane dahi film seyretmeyen neredeyse kimse yoktur. İlkleri kısacık videolar, kayıtlar halinde başlayan film teknolojisi, perdede gösterim ve teknoloji ile bütünleşmesi neticesinde de yegane sinema olgusunu meydana getirmiştir.
Sinema sözcüğü, film üstüne saptanmış bir takım görüntülerin veya çizilmiş desen, figür ve şekillerin ışıkla bir perdeye ardı ardına düşürülüp, hareketli görüntüler elde edilmesini temelde barındıran özgün bir sanat dalıdır. 1830 ila 1910 yılları arasında ilk gelişim ve tanışma evrelerini yaşamıştır. Bu sanat türünün insan beynini ve göz organını önemsemesi ilginçtir ki, göz ile şekil ve gözlemlerin algılanması, kavranması gibi etkenlere büyük önem verir. Bu doğrultuda zaten doğmuş ve gelişim göstermiştir. Yapılan deney ve bilimsel gözlemler neticesinde gözün ağ tabakası üzerine düşen görüntünün kaybolduktan sonra kısa bir müddet daha algılandığı kanıtlanmıştır. Sinemanın temelinde yatan olgu gözün bu algılayış biçimi ile eş orantılıdır.
İnsan gözü, bir perde üzerinde hızla ardıardına yansıtılan film karelerindeki görüntüleri kesintisizce görüp, algılayabilmektedir. Bu algı düzeyi, sessiz sinemada saniyede 16 iken, sesli sinemada 24 kare olarak hesaplanmıştır.
Film ve sinema kadar büyük önem arz eden fotoğrafın icadından çok daha önceki dönemlere kadar uzanmaktadır gözün bu özelliği. Bunun doğal yolla herkesçe tespiti ise birden fazla sayfalık defteri ele alınmasıyla mümkündür. Her sayfaya farklı özelliklerde bir resmin çizilip, ardından sayfaların hızla çevrilmesi neticesinde çevrilen sayfalara bakıldığında göz, hareket eden cisimler ve nesneler olduğu algısı ve izlenimine düşmektedir. Bu sayede hareketli cisim algısı yaratılmaktadır.
1832’de phenakistoscope ve 1834 yılında da zoetrope gibi optik aletlerle aynı mantıkta görüntüler oluşturulmuştu. 1839 yılında fotoğrafın icadından sonra İngiliz kökenli fotoğrafçı Eadweard Muybridge, deney ve çalışmalarında bir şey tespit etmişti. Hareketi eşit ve çok kısacık aralıkla sabit fotoğraflar olarak saptadığı bir yöntem geliştirdi. Yan yana dizmiş olduğu fotoğraf makineleriyle koşan bir atın görüntülerini saptadı. Dönen bir disk içerisine yerleştirmiş olduğu bu resimlerle de hareketli bir görüntü elde etmeyi başarmıştı. Bu işlemi hayata geçirdiğinde takvimler 1877 yılını gösteriyordu. O yıllardan çok daha öncesinde Fransız fizyolog Etienne Jules Marey, makineli tüfeğe benzer bir aygıt geliştirmişti. Bu aygıt kuşların uçuşunu incelemek amacı güdüyor ve saniyede 12 fotoğraf çekebiliyordu.
1887’de Amerikalı Hannibal Goodwin, fotoğraf çekiminde selüloit film şeridi kullanmış ve bir yıl sonra da George Eastman bu uygulamanın daha da gelişmesine vesile olarak, bu film şeridinin seri üretime girmesini sağlamıştır. Sinema filminin gerçekleştirilmesi için adeta birçok temel ön koşul bu sayede hazır hale gelmiştir.