Küreselleşme, birey ve toplulukların başka bir lokasyondaki birey ve topluluklarla etkileşimde olması anlamında insanlığın başından beri var olan bir fenomen olsa da, teknolojinin akıl almaz ilerleyişi ve bu sayede iletişim imkânlarının çeşitlenmesi ve gelişimiyle beraber sanayi devrimi sonrasında önceki çağlara nazaran çok daha yoğun bir etkileşimi anlatmaktadır. Bundan dolayı Roland Robertson tarafından ‘giderek artan karşılıklı bağımlılık tek bir dünya bilincini inşa etmektedir’ şeklinde tanımlanmıştır.
“Aydınlanma”, “modernlik”, “ulus-devlet” ve “postmodernlik” gibi kavramlarla yakın ilişkileri içerisinde anlam kazanan küreselleşme, aslında sosyolojik ve ekonomik boyutları yoğunluklu olmak üzere çok boyutlu bir süreçtir.
Küreselleşme Teorileri
Immanuel Wallerstein – Modern Dünya Sistemi
Immanuel Wallerstein’ın küreselleşmeyi ortaya koymak için teorize ettiği ‘Modern Dünya Sistemi’ coğrafi anlamda 16. yüzyılda Avrupa’da ortaya çıkmıştır. Kendi içinde bir dizi süreç sayesinde, sürekli bir şekilde 19. yüzyılın sonlarına doğru yerkürenin bütün coğrafi bölgelerine yayılmıştır.
Modern dünya sistemi Wallerstein tarafından kapitalist dünya ekonomi sistemi olarak tanımlanır. Siyasal anlamda merkez, çevre ve yarı çevre bölgelerine ayrılmıştır. Sermayenin toplandığı merkez bölgelerdeki ülkeler, sisteme egemendir.
Zygmunt Bauman – Küresel Dünya Düzensizliği
Küreselleşmeyi daha çok etki ve etkileşim gibi anahtar kavramlar etrafında tanımlamayı deneyen Bauman’a göre küreselleşme kavramı, dünya meselelerinin belirsiz, kuralsız ve kendi başına buyruk doğasına işaret etmektedir. Küreselleşme kavramı, küresel sermayenin etkileşimlerinden ziyade tahmin edilemeyen global etkilere gebe bir olguyu anlatır.
Roland Robertson – Glokalleşme
Öncelikle küreselleşme diye adlandırılan fenomenin uzun, düzensiz ve karmaşık bir süreç olduğunu vurgular. Global ve yerel olanın karşılıklı etkileşim halinde olduğuna dikkat çekerek küyerelleşme ya da glokalleşme denen yeni bir kavram ortaya atar. Glokalleşme (glocalization), küreselleşme anlamına gelen globalization kelimesi ile yerelleşme anlamına gelen localization kelimelerini birleştirerek küresel ile yerel olanın karşılıklı olarak bir gerilim ve iletişim içerisinde olmasını anlatmaktadır.
Anthony Giddens – Modernliğin Küreselleşmesi
Giddens için, küreselleşme yeni bir süreç değildir ancak yeni küreselleşme sürecinin farkı Batıda yaşanan modernleşmenin dünya çapında yaygınlaşmasıdır.
Giddens’ın teorisinde zaman-mekan ilişkisi çok önemli bir yer tutar. Küreselleşme her zaman var olan bir olgu olsa da modern dönemde zaman-mekan yoğunlaşması, önceki bütün dönemlerden daha fazladır.
Küreselleşmenin Boyutları
Ekonomik küreselleşme: Küreselleşmenin temel boyutudur ve bütününe zemin teşkil eder. Küreselleşmeyi kapitalizmin yeni gelişen bir formu olarak görenler için sermayenin uluslararası etkinliği artırmasından ibarettir.
Politik küreselleşme: İmparatorluk döneminden başlayarak ulus-devletler de dahil olmak üzere, bir ülkenin başka ülkelerle etkileşimini artırmak anlamında diplomatik ilişkilerin azami seviyeye çıkmasını neden olmuştur.
Kültürel küreselleşme: Küreselleşme, kültürel açıdan iki farklı boyutta gerçekleşmiştir. Bunlardan ilki temelinde modernite olan yeni Batı kültürünün tüm dünyaya yayılmasıyken ikincisi ise daha önce bilinmeyen yerel kültürlerin tüm dünyada dolaşıma girmesidir.
İletişimde küreselleşme: Sanayileşmeden sonra dünyada devrim niteliğindeki gelişmeler iletişim alanında gerçekleşmiştir. Bugün cep telefonları, televizyon ve internet ile iletişimin hızı baş döndürücü bir seviyede artarak dünyanın küresel bir köy haline gelmesinde önemli rol oynamaktadır.
Küreselleşmede ekolojik boyut: Sanayileşme ve teknolojik devrimlerle birlikte hava kirliliğinin artması, bitki ve hayvan genleri üzerinde mühendislikler yapılması, kitlesel imha silahlarının ortaya çıkması ve küresel ısınma sorunu küreselleşmenin ekolojik boyutunu anlatmaktadır.
Küreselleşme Din Üzerindeki Etkileri
Kilise egemenliği modern zamanlara gelindiğinde köklü bir değişime uğramış, Tanrı merkezli bir evren ve insan anlayışından insan merkezli bir anlayışa evrilmiştir. Din bu süreçte büyük bir itibar kaybına uğrayarak, siyasal ve kültürel alanlardan yavaşça çekilmeye başlamıştır. Ancak küreselleşmenin artması ve farklı inançların daha kolay tanınabilir hale gelmesiyle birlikte dinin etkisi tekrar artmış ve yeni dini hareketler ortaya çıkmıştır.
Abdullah YARGI