Dostlar biliyorsunuz, epey bir zaman yoktum.Lakin kpss yüzünden yazmaya vakit ayıramıyordum.Ancak inşallah yazılarımla tarihi ve gündemi bir nebze olsun yine değerlendirmeye çalışacağız. Bu ayrılıktan dolayı hakkınızı helal edin. Son zamanlarda gündemi meşgul eden konulardan biri de elbette ki Kut’ül Amare zaferinin kutlanması olmuştur. Bir kesim bu zaferin kutlanmasını memnuniyetle karşılarken diğer bir kesim ise buna karşı çıkmış ve gerekli olmadığını düşünmüştür. Hatta 23 Nisan etkinliklerinin olmayacağını zaferin kutlanacağını söyleyenler bile çıkmıştır. Ama tabi ki dedikleri çıkmadı her ikisi de kutlandı. İşte ben bugün sizlere unutulan zaferimiz olan Kut’ül Amare’den bahsetmek istiyorum ve bu zaferle ilgili bazı bilgileri paylaşmak istiyorum.
Bu muharebe Birinci Dünya Savaşında savaştığımız Irak cephesinde gerçekleşmiştir. İngilizler Tümgeneral Charles Vere Ferrers Townshend komutasında Bağdat’ a ilerlemeye çalışırken Selman-ı Pak muharebesini kazanamayarak geri çekildi ve Kut’a sığındılar. Mareşal von der Goltz Paşa’nın emriyle Mirliva Sakallı Nureddin Paşa’nın birlikleri Kut’u kuşattılar. İngilizler Kut’u kurtarmak için dört tane daha muharebe yaptılar. Lakin bunu başaramadılar. Bu muharebeler ise Şeyh Saad muharebesi, Vadi muharebesi, Hannah ve Felahiye muharebesi olmuştur. İngilizler bu muharebelerde bir çok askerini kaybetmiştir. Şeyh Saad muharebesinde Sakallı Nureddin Paşa görevinden alınmış ve yerine Mirliva Halil Paşa getirilmiştir. Ordunun başındaki komutan Goltz Paşa’nın Bağdat’ta karargahında tifüsten ölmesi üzerine bu sefer Halil Paşa ordunun başına getirilmiştir. İngiliz birlikleri yaşadıkları açlıktan dolayı 29 Nisan 1916’da teslim olmuşlardır. Bu zaferden sonra 29 Nisan Kut Bayramı olarak kabul edilmiş ve kutlanmaya başlanmıştır. Tarihçi Yavuz Bahadıroğlu yazdığı köşe yazısında bakın Halil Paşa’nın sözlerine yer vermiş ve bu zaferle ilgili neler aktarmış okuyalım.
“Arslanlar!.. Bugün Türklere şerefü şan, İngilizlere kara meydan olan şu kızgın toprağın müşemmes semasında şühedamızın ruhları şad ü handan (mutlu ve memnun) pervaz ederken, ben de hepinizin pak alınlarından öperek cümlenizi tebrik ediyorum.
Bize ikiyüz seneden beri tarihimizde okunmayan bir vakayı (olayı) kaydettiren Cenab-ı Allah’a hamd-ü şükür eylerim. Allah’ın azametine bakınız ki, binbeşyüz senelik İngiliz Devleti’nin tarihine bu vakayı ilk defa yazdıran Türk süngüsü oldu. İki senedir devam eden Cihan harbi böyle parlak bir vaka daha göstermemiştir. Ordum gerek Kut karşısında ve gerekse Kut’u kurtarmaya gelen ordular karşısında 350 subay ve on bin neferini (asker) şehit vermiştir. Fakat buna mukabil bugün Kut’da 13 general, 481 subay ve 13.300 er teslim alıyorum. Bu teslim aldığımız orduyu kurtarmaya gelen İngiliz kuvvetleri de 30.000 zayiat vererek geri dönmüşlerdir.
Şu iki farka bakınca cihanı hayretlere düşürecek kadar büyük bir fark görülür. Tarih bu vakayı yazmak için kelime bulmakta müşkülata uğrayacaktır.
İşte Türk sebatının İngiliz inadını kırdığı birinci vakayı Çanakkale’de, ikinci vakayı burada görüyoruz. Yalnız süngü ve göğsümüzle kazandığımız bu zafer yeni tekemmül eden vaziyeti harbiyemiz karşısında muvaffakiyeti atiyemizin (geleceğimizin) parlak bir başlangıcıdır.
Bugüne KUT BAYRAMI namını veriyorum. Ordumun her ferdi, her sene bu günü tesit ederken şehitlerimize Yasinler, Tebarekeler, Fatihalar okusunlar. Şühedamız, hayatı ulyatta, semavatta kızıl kanlarla pervaz ederken, gazilerimiz de atideki zaferlerimizle nigehban olsunlar.
Mirliva (Albay) Halil, Altıncı Ordu Kumandanı. 24 / 04 / 1916…”
İngiliz tarihçi James Morris Kut’un kaybını ”Britanya (İngiltere) askeri tarihindeki en aşağılık şartlı teslim” olarak tanımlamıştır. Bu zafer Türkiye Nato’ya girene kadar kutlanmış fakat Nato’ya girildikten sonra İngilizlerin baskısıyla kaldırılmıştır. Hatta o kadar büyük bir baskı uygulanmış ki ders kitaplarımızda bile üç beş söz ile geçiştirilen bir konu olmuştur.
Son olarak nasıl ki Çanakkale zaferini hep baş ucumuzda taşıyoruz, her sene anıyoruz.
Bu zaferimizi de unutmamalıyız. Her sene “Kut Bayramı” olarak anmalıyız ve gelecek nesillerimize aktarmalıyız. Zira üç beş bilgi ile geçiştirdiğimiz zaferler olsun yenilgiler olsun ecdadımız canlarını ortaya koydular.Onların fedakarlıkları, acıları değil bir ders kitabı kütüphanelere sığmaz. Gelecek nesil ancak bu tarihin izlerini öğrenerek şekillenir yoksa ne olduğu belli olmayan çürük temellere bina edilemez. Zira geçmişini bilmeyen en başta kendini bilmeyen bir nesil çürümeye mahkum bir tohumdan başka birşey değildir. Değil ondan meyve beklemek ağaç bile olması beklenemez…
Sağlıcakla kalın dostlar…
Mesut Buldu