Bu yazımızda Osmanlı sarayında bayramlar nasıl kutlanırdı? Hangi bayram adetleri vardı? konusuna değineceğiz. Türk-İslam geleneğinde önemli olduğu gibi Osmanlı Devleti’nde de hem Ramazan Bayramı hem de Kurban Bayramı çok önemli kabul edilmiştir. Ramazan Bayramı’na “Iyd-i Said-i Fıtr“, Kurban Bayramı’na ise “Iyd-i Said-i Adha” denirdi. Bayram gelmeden bayramın ruhu her kesime ulaşır ve bayramlar törenlerle kutlanırdı.

Devlet nezdinde bayram hazırlıkları 15 gün öncesinden yapılırdı. Bayram gününden bir gün evvel sarayın ikinci avlusunda ve kubbe altında Arife merasimi yapılır, Padişah giydiği temiz ve şık kaftanıyla bayram tebriklerini kabul ederdi. Ayrıca Bayramlarda arife günü ikindiden itibaren her namaz vaktinde 21 pare top atışı yapılır, bu durum Ramazan bayramında 3. gün ikindiye kadar, Kurban bayramında 4. gün ikindiye kadar sürerdi.

Osmanlı padişahları, sarayda yapılacak olan bayram merasiminin, Devlet-i Aliyye’nin şanına yaraşır bir biçimde yürütülmesine büyük özen gösterirdi. Sarayda bayram kutlamaları sabah namazıyla başlardı. Padişahlar bayramın birinci günü sabah namazını Hırka-i Saadet dairesinde kılar, sonra dairenin önüne konulan tahta otururdu. Padişah tahta oturunca orada bulunan hocalar dua okurlar, hazinedarbaşı da okududukları dua karşılığı hocalara hediyelerini verir, ardından mehter çalmaya başlardı.

Fatih Sultan Mehmet döneminde oluşturulan Kanunname-i Ali Osman’da, Osmanlı padişahı ile bayramlaşma hakkı olanlar ve bayramlaşmanın usulleri ayrıntılarıyla belirlenmişti. Bu hakka sahip olanlar sabah namazını kıldıktan sonra saraya girip Divan-ı Hümayun’da toplanırlardı. Topluluğun geldiği haberi padişaha iletilince, sultan da bunun üzerine Arz Odası’na geçerdi. Şunu da söylemeden geçmeyelim bayram törenlerinde kimin nerede ve nasıl duracağı en ufak ayrıntısına kadar belliydi. Yani protokol kuralları son derece titizlikle uygulanırdı.

Bu sırada “alkışçı” denen koro, “Aleyke Avnullah! Padişahım çok yaşa!” vb. alkış sözlerini yinelerler; Nakibüleşraf efendinin duası bitince yine alkışla padişah tahta oturur. Padişah tahta oturduktan sonra devlet adamları rütbelerine göre gelerek padişahın eteğini öperlerdi. Üst düzey devlet erkânı etek öperken, bürokrat olanlar eşik öperdi. Şeyhülislam ise padişahın önünde eğilir ve elini öperdi. Padişahların bayram merasimini ezbere bilmeleri gerekmezdi. Alkışçıbaşının, “Hareket-i hümâyun padişahım, devletinle bin yaşa!” diye bağırması üzerine padişah ayağa kalkar, yüksek rütbeli devlet büyüklerinin tebriklerini ayakta; “İstirâhât-ı hümâyun padişahım, devletinle bin yaşa!” demesi ile de oturur ve daha küçük rütbeli devlet büyüklerinin tebriklerini oturduğu yerden kabul ederdi.

Bu bayramlaşma bittikten sonra Harem dairesine geçen padişah, annesi, hasekileri, çocukları ve harem kadınlarıyla bayramlaşır; bayram alayı için kıyafet değiştirir, saltanat elbisesini giyerdi. Bayram namazı yerini padişah kendisi seçerdi. Genellikle saraya yakın camiler Ayasofya veya Sultanahmet Camii tercih edilirdi. Sonrasında padişah özel olarak süslenmiş atına biner ve kendisini bekleyen devlet adamlarıyla birlikte camiye doğru yola çıkılırdı. Devlet adamları rütbelerine göre sıraya girer, atlı veya yaya olarak padişahı takip ederlerdi. Bu alaya bayram alayı denilirdi.

Bazı bayramlarda padişahların halka açık büyük şenlikler düzenlediği de görülmüştür. Bunlardan biri Sultan Abdülaziz döneminde Galata’da ve Sarayburnu’nda yapılan şenliktir. Bu şenlik dillere destan olmuş, İstanbul halkı tarafından sonraki bayramlarda da konuşulur olmuştur.

Devletin son dönemlerinde yeni saraylar yapıldıkça Topkapı Sarayı’nın yerini yeni saraylar almıştı. Özellikle ön plana çıkan Saray Dolmabahçe Sarayı olmuştu. Bu saraylarda da bayram protokollerine uyulmuştur. Harem halkı da bayramda unutulmazdı. Harem efradı bayram törenlerini kafes arkasından izleyip takip ederlerdi. Haremde bulunanlara bayramlık takılar kuyumculara bir mektup yazılarak temin edilirdi.

Yine bayram geleneklerinden olan subaylara ve memurlara bayramlarda birer maaş ikramiye dağıtılırdı. Bayram sebebiyle fakirlere yardım yapılırdı. Bayramın birinci günü hapiste bulunanlara helva dağıtılır, cezasının üçte ikisini çekmiş mahkumların bazıları affedilirdi.

Halkta aynı şekilde bayramı neşeyle karşılar ve kutlardı. Halk Iyd-i saîd-i bir hiss-i mes’ûdât ile tes’îd ederiz. Bunun gibi cafcaflı cümlelerle birbirlerinin bayramını tebrik ederdi. Bayram günü büyük, küçük herkes bayramlıklarını giyer, erkekler bayram namazı için camiye giderlerdi. Erkeklerin camiden dönmesiyle birlikte bayram kahvaltısı yapılır. Küçükler büyüklerin ellerini öperek bayram harçlıklarını alırlardı. Daha sonra bayramlaşmak için evlere misafirliğe gidilirdi. Ev sahibi bayram için hazırladığı tatlıları misafirlerine ikram ederdi. Tabii her zaman olduğu gibi bayramlarda en neşeli olan çocuklardı. Mahalle aralarındaki küçük meydanlarda kurulan minik lunaparklar çocuk cıvıltılarıyla şenlenir, mahalleye bir neşe ve bayram havası katardı. Sultan 2. Abdülhamid bayramlarda çocukları sevindirmeyi adeta kendine görev bilir, oyuncaklar, şekerlemeler satın aldırır, bunları bayramda çocuklara dağıtırdı. O kadar resmi protokolün arasına, çocuklara hediye dağıtma işini de ilâve eder, bundan ayrı bir mutluluk duyardı. Onun, çocuklara düşkünlüğünü görenler “Efendimiz neredeyse çocuklarla beraber koşup oynayacak” derlerdi.

Böylece devlet halkıyla beraber bayramı neşeli bir şekilde kutlamış olurdu.

Harun YILMAZ