Dostlar tarih bir milletin hafızasıdır. Tarihin, insanların bir yerlere çekiştireceği ve üstünden ideolojik prim yapacakları; kitlelerde düşmanlık duyguları uyandırmanın manivelası olarak kullandıkları bir bilim haline getirilmesi, şüphesiz ki bu disipline yapılan hakaretlerin en büyüğüdür.
Maalesef bu müstesna hazine üzerinden insanlar çeşitli yorumlar yapmakta ve ülkemizin tarih anlayışı belli ideolojik kalıplar üzerine oturtulmaktadır. Oysaki bizim tarihimiz Selçuklu, Osmanlı ve nihayet Cumhuriyet tarihi ile bir bütündür.
Hatası ve doğrusuyla bir bütün olarak ele alınmalıdır. Fakat tarihimizi böyle değerlendirmeyip, kendilerini belli bir kesimin sözcüsü sananlar, bulundukları konumun farkında olmadan insanlara yanlış bilgiler vererek tarihimize karşı düşmanlık uyandıracak spekülasyonlar yapmaktadır.
Geçtiğimiz günlerde buna örnek olabilecek bir söylem Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından dile getirilmiştir. Yapmış olduğu değerlendirme ile Osmanlı Devleti’ne hakaret etmiş ve yörüklerle ilgili yanlış bilgiler vermiştir. Ben bir siyasetçi değilim, tarihçiyim fakat tarihin siyasetçiler tarafından bu şekilde ortaya konmasına ve kendi parti ikballeri ve oy alma hırsları için kullanılmasına karşıyım.
Tarih siyasetçilerin işlerine geldikleri şeyleri övüp, işlerine gelmeyen şeyleri ise tahkir ederek reddedebilecekleri bir alan değildir. Tarih çeşitli veriler ve vesikalar ışığında değerlendirilen ve insanlara ona karşı düşmanlık yerine bilinç ve bakış açısı kazandırılabilen bir alandır.
Kemal Kılıçdaroğlu yörükler üzerinden Osmanlı’ya hakaret ediyor fakat Erhan Afyoncu ise yörüklerle ilgili yazısında Sultan II. Abdülhamit’in yörüklere güvendiğini ve geceleri odasının başında Karakeçili aşiretine mensup askerlerin nöbet tuttuğunu söylüyor. Kemal Bey’in Osmanlı’nın yörüklere zulmettiği sözünün doğru olmayan ve eskimiş bir ifade olduğunu söylüyor. Madem Osmanlı onlara zulmetti neden koskoca cihan padişahı odasının başında yörüklerden askerler bulunduruyor? Bu bile Osmanlı’nın onlara zulmetmediğini aksine sahip çıktığını göstermez mi? Elbette bu durum bile Osmanlı’nın yörüklere sahip çıktığını gösteren küçük ama önemli bir delildir.
Yörükler Orta Asya’dan Anadolu’ya geldiğimiz zamanlarda gelmişler ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde ikamet etmişlerdir. Bu insanlar Orta Asya zamanlarında hayvancılık yapmışlar ve göçebe olarak yaşamışlardır. Hatta yörük kelimesi de yürümek fiilinden türetilen bir kavram olmakla birlikte zamanla Anadolu’ya gelip buraya yerleşen Oğuz boylarını ifade eden bir kavrama dönüşmüştür.
Malazgirt Zaferinden sonra Anadolu’nun çeşitli yerlerinde yer edinmişler ve aşiretler halinde yaşamışlardır. Hatta bugün bile varlıklarını sürdürmektedirler. Yörükler Anadolu’nun Türkleşmesine katkıda bulunmuşlar ve geldikleri yerlerde kendi kültürlerini yaşatmışlardır. Osmanlı Devleti de onların yaşam tarzına karışmamış ve imparatorluğun bir parçası olarak görmüştür.
Yeri geldiğinde yörüklerin sayımlarını yaparak bunlara kaza ve sancak statüsü vermiştir. Özellikle yaptıkları hayvancılık faaliyetleri ile Osmanlı’nın iktisadi alanında ihtiyaca cevap vermişlerdir. Bu aşiretler hem Osmanlı hayatında hem de toplum hayatında Osmanlı için bir zarar teşkil etmemişlerdir.
Yaptıkları ekonomik faaliyetlerle devlet için önemli bir yer teşkil etmişlerdir. Bu yüzden Devleti Aliyye onlara sahip çıkmış ve değil zulmetmek onları muhafaza etmişlerdir. Hatta başta değimiz gibi Sultan II. Abdülhamit Han kendi özel güvenliğine dikkat ederdi. Bu yüzden Karakeçili aşiretinden oluşan Söğüt Birliği denilen birlik Sultan’ın güvenliğini sağlardı. Bu kişiler Ertuğrul Gazi Türbesinde padişaha sadakatle hizmet edeceklerine yemin ederlerdi. Padişah da onları çok sever ve onlara öz hemşerilerim derdi.
Sultan Abdülhamit onlara zulmetmek değil aksine değer vermiştir. Osmanlı Devleti için toplumun her unsuru müstesnadır ve sahip çıkılmaya değerdir. Zaten büyük devlet olmanın gereği de budur. Bu yüzden bu aşiretler değer görmüş ve günümüze kadar varlıklarını sürdürmüşlerdir.
Günümüz koşullarının siyasi çekişmelerinden dolayı Osmanlı Devleti’ne ya da Cumhuriyet dönemine hakaret etmek tarihi hakkında yanlış değerlendirmelerde bulunmuş olmak demektir. Tarihimizin her dönemine bütüncül bakmalıyız ve hakaret etmeden tarihi olayları doğruları ve yanlışları ile değerlendirmeliyiz. Yoksa yaptığımız sadece tarihine düşman nesiller yetiştirmek olacaktır. Hele ki siyasetçilerimiz artık tarihimizle barışmalı ve gelecek nesillerimiz tarihinin bir bölümünü överek bir bölümüne küfrederek yetişmemelidir.
Tarihi devirlerimiz yanlışı ve doğrularını ortaya koyarak ve araştırmaya dayalı olarak ele alınmalıdır. Tarihimiz ideolojik gözlüklerle bakılmaktan ve belirli kalıplardan kurtulmalıdır. Ülkenin her ferdi her ne mevkide olursa olsun tarihimizin her devrine bize dayatılan bakış açıları ile değil araştırmacı, tarihi olayları o günün koşulları ile değerlendirerek hakikati ortaya koyarak bakmalıdır. Bu sayede insanlarımız tarihle barışır ve tarih sevgisi gönüllere yer edinir. Yoksa kendi ellerimizle tarihinin bir bölümünü seven bir bölümüne küfreden nesiller yetiştirmeye devam ederiz…
Mesut BULDU