Dostlar bir Ramazanı daha tarihin engin sularına bırakmış olduk. Kim bilir seneye Ramazan’a ulaşır mıyız ulaşmaz mıyız? Bilinmez. Yavuz Bahadıroğlu, Tarihin Arka Sokakları adlı kitabında Ramazan’ın bitmesiyle ilgili şunları söyler. ‘’Kimileri için Ramazan hiç bitmez, kimilerine ise hiç Ramazan gelmez. Kimilerine de gelir, ama gelenin Ramazan olduğunu bilmez! İşte koca bir ay geçti gitti ömür yapraklarımızdan. Fakat ben bugün size Ramazan’ın önemi dışında hani derler ya “Nerede Eski Ramazanlar” diye. İşte bu sözün ben hakikatini anlatmaya çalışacağım kalemim el verdiğince.

Osmanlı’da eski Ramazanlar nasıldı?

Bizim bugünkü Ramazan günlerimiz ile benzerlikler var mıydı? Bunlar üzerinden Eski Ramazanlar sözünü irdeleyeceğim. Öncelikle eskiden Ramazan eğlenceleri denen bir durum yoktu. Yani Ramazan gelince insanlar Ramazan’ın daha çok manevi iklimiyle meşgul olur. İnsanlar ellerinden geldikleri kadar gündüzleri oruç tutarak ve geceleri ibadetle meşgul olurlardı. Bu ayın getirdiği güzellikler yaşanmaya çalışılır ve daha çok hoşgörü yardımseverlik gibi tutumlar ön planda olurdu. Ramazan’ın eğlence boyutuyla ilgilenilmezdi. Fakat bizde Ramazan eğlencesi durumu Osmanlı’nın bozulma dönemiyle başlayan bir üründür. Nasıl ki devlet içinde bozulmalar başlamış. Bu sosyal hayata da yansımıştır. Ramazan eğlenceleri furyası artık bu dönemde kendini göstermiştir. Bu eğlencelerin müdavimleri bıçkın delikanlılar ve gayrimüslim tebaa olmuştur.

Bu mübarek ayda en başta Ramazan gelmeden hazırlıklar yapılırdı. Evlerde temizlik ve alışveriş telaşı başlardı. Ramazan ile birlikte iftar davetleri yapılır. Bu mübarek manevi iklim akraba, komşu olmak üzere hep birlikte geçirilirdi. Sadrazam, vezir gibi devlet görevlilerin konakları sabahlara kadar açık olur ve iftar sahur davetleri yapılarak insanlar ağırlanırdı. Ayrıca muhtaç olan kimselerde bu devlet görevlilerin konaklarına uğrar ve iftar ile sahur yaparlardı. Hatta bu muhtaçlara Diş Kirası adı verilen harçlık verilirdi.

Osmanlı’da Ramazanın belirli günlerinde fakirlere verilen iftarlara katılır ve onlara bizzat yemek verirlerdi. Hatta onların dertlerini dinlerdi. Padişahlar halk ile iç içe olurlardı.

Diş Kirası: Osmanlı’da Devlet görevlilerin yada zengin kimselerin muhtaçlara verdikleri iftar ya da herhangi bir yemek ikramından sonra verdikleri harçlığa denir.

Bu o zaman yaşanmış olan çok güzel bir gelenektir. Ayrıca Osmanlı’da Ramazanın belirli günlerinde fakirlere verilen iftarlara katılır ve onlara bizzat yemek verirlerdi. Hatta onların dertlerini dinlerdi. Padişahlar halk ile iç içe olurlardı. İftar öncesi ev sahibi davetlilere Kuran-ı Kerim’den bazı ayetleri okurdu. Ezan sonrası zemzem ile ya da hurma ile oruç açılırdı. Önce çorba ve sonra diğer yemekler ve son olarak tatlılar yenirdi. Osmanlı Ramazanlarının ilginç bir özelliği de iftarlara davetsiz gidilebiliyor olmasıdır. İftara davetsiz gelinmesi ayıplanmazdı. Aksine Osmanlı’ya aşk ile işlenmiş bir misafir geleneği vardır.

Misafir her zaman hürmetle ve hoşgörüyle karşılanır. Akşam namazından sonra teravih namazı için hazırlanılır ve halk Teravih namazını kılmak için camilere giderdi. Teravih sonrası halk köşe başlarında duran sadaka taşlarına sadaka atarlardı. Gece taşın etrafındaki kandillerin ışığı karartılırdı ki oradan yardım alacak olanlar açığa çıkmasın ve gururları zedelenmesin. Bu taşlar Osmanlı toplumunda yine güzel bir gelenekti. Sadaka taşlarına para atanlar ve oradan bu parayı alan muhtaçlar birbirlerini bilmezlerdi. Yani dostlar yardımlar öyle herkesin gözünün içine sokularak yapılmazdı. Bu sayede ne zenginler yardım yaptığı için böbürlenir ne de muhtaçlar yardım aldıkları için ezilirlerdi. Yardımı yapan da yardımı alan da halinden memnundu.

Osmanlı’da aileler çocuklarına orucu özendirmeye çalışır. Hatta ilk defa oruç tutan çocuklara çeşitli hediyeler verilirdi. Çocukların orucu satın alınarak çocuklar oruca alıştırılmaya çalışılırdı. Tam gün oruç açamayan çocuklar öğleye kadar oruç tutarlar ve buna da Tekne Orucu denirdi. Geceleri sahur sonrası padişah belirli günlerde tefsir sohbetleri yapardı. Yine halk da teravih sonrası dini sohbetler yaparlardı. Ramazan, mutlaka ibadet, Kuran, yardımseverlik halkalarıyla geçerdi. Yemek sonraları dualar yapılırdı. Çocuklar sahura kaldırılır ve oruca teşvik edilirdi. İşte yukarıda saydığımız hususlar ile geçen bir Ramazan, “Nerede o eski Ramazanlar…” diye iç çektiğimiz bir zaman dilimi haline geliverirdi.

Gelecek olursak bizim Ramazan alışkanlıklarımız o günlerden farklı elbette. Her sene maalesef “Oruç tutmadı diye dövüldü.” gibi insanları kin ve nefrete sürükleyecek haberler yapılıyor. Manevi hassasiyetlerimiz üzerinden toplumda ikilik çıkarmaya çalışılan eylemler yapılıyor. Öncelikle bizler bunların farkında olup bu oyunlara gelmemeliyiz. Sonra Ramazan’ın manevi ortamının dışında bir eğlence ayıymış gibi bir tutum sergileniyor. Bu da kesinlikle doğru değil. Bu ayda insanlar daha çok dinimizin güzelliklerine teşvik edilmelidir. Fakirlere yardımlar yapılmalıdır. Ramazan bu şekilde güzel; yoksa öbür türlü eğlence ve yemek festivaliymiş gibi bir şekilde anlatılıyor Ramazan. İşte bu yüzden bizim bu algılamalardan kurtulup belki o Eski Ramazanları yaşayamasak da yaşama gayreti içinde olmalıyız. Medyanın, internetin, televizyonun türlü algılarından kurtulup bu mübarek ayın hakkını vermek gerekiyor. Lakin belki “Bitti artık, daha neyin hakkı!” diye. Fakat Ramazan bitse de Allah’ın her günü kıymetlidir hepimiz için. Bu yüzden her günü tıpkı Ramazan’da nasıl bir maneviyatta yaşamışsak öle yaşamaya gayret etmeliyiz. Her günü Ramazan günü bilerek yaşamayı Rabbim hepimize ihsan etsin. Amin…

Hayırlı Bayramlar değerli okuyucular…

Mesut Buldu