Bir sosyal olgu olarak göç ve onun insanların yaşamları üzerindeki derin etkileri sosyal bilimlerin araştırmalarında önemli yer tutar. Bir toplumdaki değişim ve dönüşümlerin daha iyi değerlendirilebilmesi için göç trafiğine bakmak, göçün hangi sebeplerle gerçekleştiğini analiz etmek gerekir. Bunun nedeni insanların yaşadıkları mekanlardan çeşitli nedenlerle başka yerlere gitmesi şeklinde gerçekleşen göç olgusunun, insanların zihin yapılarında köklü dönüşüm ve değişimlere yol açmasıdır. Göç olayının insan psikolojisi üzerindeki etkilerine geçmeden önce, göçün niteliği, hangi yöntem ve araçlarla gerçekleştirildiği üzerinde durmakta fayda var. Çok kaba bir tasnifle göçü zorunlu ve gönüllü olmak üzere ikiye ayırabiliriz. İnsanlar eğitim, daha iyi bir yaşam sürme, değişik bir çevrede oturma vb. nedenlerle yaşadıkları yerlerden başka yerlere göç edebilirler. Burada belirleyici olan insanın kendisi olduğundan, beklentilerin karşılanıp karşılanmaması göç karşısındaki değerlendirmeyi de etkiler. Özellikle 1940 yıllardan sonra çoğunlukla ekonomik nedenlerden kaynaklanan kırsal bölgelerden şehirlere göç olgusu, Türk toplumunda ve Türk siyasal yaşamında derin dönüşümlere yol açtı. Bu durum aslında tarım toplumundan sanayi toplumuna geçişte yaşanan doğal bir süreçtir.

Türkiye’de 1940’lı yıllarda başlayan, 1960’lı yıllardan itibaren yoğunlaşan göç ile birlikte ekonomik ve siyasal anlamda köklü dönüşümler gerçekleşti. Genellikle muhafazakar dindar kitlelerin oluşturduğu bu kitleler, şehirde ekonomik ve eğitim anlamında kendilerini geliştirerek, bir süre sonra iktidara geldiler. Ana gövdesini dindar kitlelerin olduğu kitlelerin siyasal temsilcileri Türk siyasal tarihinde köklü değişimlere imza attılar.

Cumhuriyet modernleşmesinin siyasal merkezin uzağında tutmak istediği muhafazakar dindar kitleler, özellikle Ak Parti döneminde siyasal merkeze doğru harekete geçtiler. Biriktirdikleri enerji ile birlikte siyasal merkezi büyük ölçüde demokratikleştirdiler. Kuşkusuz devletin merkezini oluşturan elitler bu gelişmeyi önlemek ve ayrıcalıklarını kaybetmemek için askeri bürokratik eksenli önleyici faaliyetlere giriştiler. 28 Şubat bu gelişmeyi önlemek için yapılan son büyük darbe girişimi olmuştur. Ancak siyasetin sosyolojiyi yenmesi mümkün değildir.

Kabul etmek gerekir ki, bütün göçler bu kadar masum değildir. Özellikle zorunlu göçlerde görüleceği gibi, bireylerin yıllardır yaşadığı yerlerden zorla koparılıp tanımadıkları yerlere sürülmeleri, hiç şüphesiz bu eyleme maruz kalanlar açısından trajik sonuçlara yol açar.

Bazı göçler, bulunulan yerlerdeki elverişiz şartlar dolayısıyla, dini bir açılım göstermek üzere gerçekleşirler. Ancak bu tür göçlerde temel amaç bulunulan yeri bir daha geri gelmemek üzere terk etmek değil, tam tersine koşulların uygun olduğu bir zamanda geri dönmektir. Nitekim Hz. Peygamber’in (s.a.v.) Mekke’den Medine’ye hicret etmesinde böyle bir amaç vardır. Bu anlamda göç bir kaçış değil, mücadele için yeni mevziler kazanma hareketidir. Şartlar öyle tezahür edebilir ki, yaşanılan bölgede çeşitli nedenlerden dolayı yaşama imkanı kalmaz. Böyle bir durumda göç yeni bir açılım, yeni bir nefes alma imkanı verebilir. İslam’ın ilk yıllarında Mekke’de yaşanan şiddet ve boykot o kadar ileri gitmiştir ki, müslümanların normal yaşamlarını sürdürmeleri bile imkansız hale gelmiştir. Bunun özerine Hz. Peygamber (s.a.v.), Medine’ye göç etmeye karar verir. Kararın ne kadar isabetli olduğunu hicret gerçekleştikten sonra yaşanan olaylar gösterecektir.

İlk Müslümanlar bir yandan doğup büyüdükleri şehri terk etmenin hüznünü yaşarken, öte yandan Allah’ın (c.c.) rızasını kazanmanın ve peygambere tabi olmanın ayrıcalığını da yaşıyorlardı. Onlar göç etmekten dolayı asla pişman olmadılar ve bu durumu bir kez olsun Hz. Peygamber’e (s.a.v.) hissettirmediler. Ali Şeriati’nin dediği gibi göç medeniyetin kurulmasına etki eden faktörlerden biridir. Nitekim hicrette tarihte benzeri görülmemiş bir medeniyetin, İslam Medeniyeti’nin kurulmasına kaynaklık etmiştir.

Tarihte gerçekleşen bazı göçler ise yaşayanlar açısından çok daha trajik sonuçlara yol açmıştır. 1917 Rus devriminden sonra Kırım Türklerinin ve Rusya içinde yaşayan Müslüman halkların göçü, 1915 Ermeni tehciri ile yaşanan göç, Bulgaristan’da komünist dönemde yaşanan Türk göçü, Kurtuluş savaşı sonrası yaşanan Yunan ve Türk nüfusu arasındaki mübadele, Saddam döneminde Halepçe Katliamı sonrasında yaşanan göç çeşitli nedenlerle yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kalan insanların yaşadıkları zorlukları ve maruz kaldıkları insanlık dışı muameleleri gözler önüne sermiştir. Bunlar arasında yakın tarihte gerçekleşen ve uzun süre devam eden Kürt göçleri de arkasında trajik hikayeler bırakmıştır. Genellikle PKK ve devlet baskısından kaçarak yüzyıllardır yaşadıkları köyleri terk etmek zorunda kalan insanların yaşadığı acıyı anlamak kolay değildir. Bunlara bir de Hizbullah baskısından yaşadıkları yerleri terk edenleri eklersek ne kadar derin bir problem karşısında bulunduğumuz anlaşılabilir. Hiç olmazsa geçimini sağlayacak kadar hayvanı ve arazisi bulunan ve köy yaşantısına alışkın insanların, yaşadıkları bölgeden uzaklaştırılarak tanımadıkları yerlerde sığıntı gibi yaşamak zorunda kalmalarının bedeli ne kadar da ağırdır. Büyük kentlerin çevrelerini saran ve hayatın kıyısında yaşamak zorunda kalan bu insanların bir bölümü zorunlu olarak yaşadıkları topraklardan koparılmanın da derin acısını duymaktadır. Ne yazık ki, uzun yıllar, devlet bürokrasisi terörün gerçek nedenlerini aramak yerine, bölgenin insansızlaştırılmasını çözüm olarak dayattı. 2000’li yıllara kadar yoğun olarak, rızası olmadan topraklarından koparılan bu insanlar bir nevi devlet terörüne maruz kaldılar. PKK terörü ve devlet baskısı arasında kalan insanlar, uzun yıllar, büyük bir çaresizlik yaşadılar.

Türkiye’deki göç olgusunun doğurduğu sorunlar, büyük şehirlerde giderek daha çok hissedilmektedir.

Devlet, uzun yılardır bölgede sadece güvenlik eksenli uyguladığı stratejiyi terk ederek yeni bir yaklaşımla, kendi vatandaşına zulmetmenin utancından büyük ölçüde uzaklaşmıştır. Geçmiş yıllarda başta devlet olmak üzere yaşanan trajediye şu veya bu sebeple sessiz kalanların bu masum ve mazlum insanlara karşı büyük bir vebali vardır. Artık bu andan itibaren geçmişin acılarına bir daha geri dönmemek, onların acılarına ortak olmak, onları anlamaya çalışmak, çektikleri acıların bir kısmını hafifletmek ve yeni bir başlangıç yapmak, bunca yaşananlara karşın zedelenen kardeşlik bağını yeniden yeşertecektir. Bu kutlu toprakların taşıdığı ve özellikle hayatın her türlü çilesini çekmiş annelerin yüzüne yansıyan irfan ve ahlakın, kardeşleşme ve onurlu bir yaşam için yeterli olacağını düşünüyorum.

Son dönemlerde bu konuda çok başarılı adımlar atılmıştır. Ancak yine de yapılması gereken çok önemli çalışmalar vardır. Türkiye’deki göç olgusunun doğurduğu sorunlar, büyük şehirlerde giderek daha çok hissedilmektedir. Yabancı düşmanlığı, çatışmalar, entegrasyon, eğitim gibi büyük sorunlar ortaya çıkmaktadır.

Diğer yandan Suriye iç savaşından sonra ülkemize göç etmek zorunda kalan insanların durumu da önem arz etmektedir. Öyle görülüyor ki, göçün doğurduğu sorunları önlemek için bir göç bakanlığının kurulması zorunlu görülmektedir.