Küreselleşme algısı büyük ölçüde kişisel dünya görüşüne dayanmakta ve bu olgunun nasıl tanımlandığını büyük ölçüde bu durum belirlemektedir. Waks, teorisyenlerin küreselleşme karşısındaki tutumlarına göre gruplandırılabileceği iddia etmiş ve küreselleşmeye yönelik bu gruplandırma tüm dünyada yaygınlık kazanmıştır. Bununla birlikte, bu çeşitlilik, küreselleşmenin savunucuları arasında bile değerlendirme açısından daha da karmaşık hale gelmektedir. Yine de küreselleşme teorilerinin ayırt edilebilir olması için genellikle bu üç ana yaklaşım kullanılmıştır.
Aşırı Küreselleşmeci (Hiperglobalist/Radikal) Yaklaşım
Aşırı küreselleşmeci ya da radikaller olarak ifade edilen teorisyenlerin argümanlarını içeren bu yaklaşım, ‘küresel kapitalizmin’ egemenliğini yasallaştıran; dünyanın ‘gerçekten küresel bir çağa’ girdiğini iddia eden küreselleşme teorisindeki üç ana yaklaşımdan biridir. Hiperglobalist yaklaşım, küreselleşmeyi daha çok ekonomik boyutuyla algılayan yani ‘serbest piyasa açısından’ gören ‘neo-liberal gündem’ ile desteklenmektedir. Bu yaklaşımın en önemli temsilcileri Kenichi Ohmae, Francis Fukuyama ve Thomas Friedman gibi isimlerdir.
Green’e göre aşırı küreselleşmeci bu yaklaşım, ulus devletler arasında kültürel bir ayrım veya fiziksel sınırların olmadığı; küresel etkileşim yoluyla kültürel melezleşmenin vücuda geldiği bir vasatın yaratıldığını öngörmektedir. Hiperglobalist analizlere göre, önceki dönemler bazen küreselleşme öncesi bazen de uluslararasılaşma dönemleri olarak tanımlanmaktadır. Yine onlara göre, çağdaş küreselleşme temelde ulus devletin gücünün ve otoritesinin erozyonu ile ilişkilidir. Ayrıca, ulusal ekonomilerin sermaye hareketliliği, çokuluslu şirketler ve ekonomik dayanışmaların oynadığı rol nedeniyle çok daha az önemli olduklarını veya hatta artık var olmadıklarını ileri sürdüler.
Finansal işlemlerin teknolojik devrimler vasıtasıyla bilgisayarlaşması ve uluslararası para hareketlerine yönelik politik kısıtlamaların azalması nedeniyle, ulusal sınırları zorlayan bir dinamizm görülmektedir. Artık birçok şirketin dünya ölçeğinde farklı noktalara konumlandırılmış üretim tesisleri sayesinde, işgücü ve tüketici portföyünün genişlemesiyle çok uluslu oldukları görülmektedir. Coca-Cola, McDonalds veya Apple, sıkça örnek gösterilen çok uluslu şirketlerden bazılarıdır.
Kuşkucu Yaklaşım
Kuşkucu yaklaşım, ticaret bloklarının etkinliğini sorgulamakta ve konuyu tarihsel bir bakış açısıyla değerlendirmektedir. Dahası, kuşkucu yaklaşım küreselleşmeyi bir yenilik olarak algılamamakta ve herhangi bir küresel değişimi gözlemlememektedir. Dünya aynı dünyadır. Kuşkucular kültürel, ekonomik, politik, sosyal ve teknolojik gelişmeleri evrimsel bir zaman çizgisine yerleştirerek, küreselleşmenin yüzyıllardır var olduğunu ve son gelişmelerin yalnızca küreselleşmenin ölçeğini ve kapsamını değiştirdiğini vurgulamaktadırlar.
Kuşkucular, ‘küresel kapitalizm mantığının gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasında daha fazla kutuplaşmaya yol açtığını’ iddia etmektedirler. Ayrıca, küreselleşme teorilerinin çoğu ulus-devletin ölümüne atıfta bulunsa da, kuşkucu yaklaşım, paradoksal olarak, küreselleşmenin devletin modern ikilemlerle yüzleşme rolünü genişlettiğini savunmaktadır. Bundan dolayı ulus-devletlerin güçlerini hala koruyabiliyor olmaları şüpheci yaklaşımın en önemli kanıtı olarak değerlendirilmektedir. Bunlara örnek olarak Kuzey Amerika ve Avrupa’daki devletlerin hala çok güçlü olmaya devam ettikleri gösterilmektedir.
Ulusal kimliklerin, silinip gitmek yerine evrimleşen, küresel kimliklerin yerini alamayacağı popüler hayal gücüne sahip bir geçmişi bulunmaktadır. Kuşkuculara göre bu durum, hiperglobalistlerin iddia ettiğinin aksine milliyetçiliğin silinmesinin değil yeniden doğuşunun en büyük kanıtı olabilir.
Dönüşümcü Yaklaşım
‘Dönüşümcüler’ radikal küreselciliği eleştirmek ve daha sofistike bir tablo oluşturmak istemekte ancak kuşkucuların aksine, küreselleşmenin dünyayı değiştirdiğini de ifade etmektedirler. Dönüşümcü yaklaşım, küreselleşmenin, modern toplumları ve dünya düzenini yeniden şekillendiren ve yeniden oluşturan hızlı, yaygın sosyal, siyasi ve ekonomik değişikliklerin altında yatan en büyük güç olduğunu iddia etmektedir. Ulus-devlet hala dönüşümlü bir rol oynamasına rağmen önemli bir yere sahiptir. Bu haliyle dönüşümcü analiz, aşırı küreselleşmeci yaklaşımla kuşkucu yaklaşımın tam ortasında durmaktadır.
Küreselleşme derinlemesine dönüştürücü bir değişimi içeren, dünyayı yeniden şekillendiren değişikliklerin ardındaki merkezi bir itici güçtür. Ekonomik, sosyal ve politik süreçlerde yerli ve uluslararası arasında net bir ayrım yoktur. Örneğin, medya, film, din, yemek, moda ve müzik gibi ulusal kültür ögeleri uluslararası kaynaklardan gelen girdilerle o kadar çok aşılanıyor ki, ulusal kültür artık uluslararası olandan ayrılamaz hale gelmektedir. Bu da insanların yaşam deneyimlerini değiştiren bir itici güç olarak küreselleşme olgusunun inkarını zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla aşırı küreselleşmecilerle ‘küresel birbirine bağlılığın’ yoğunlaşması ve küreselleşme sürecinin kapsayıcı doğası konusunda hemfikirdirler.
Dönüşümcü yaklaşıma göre küreselleşme, bir yandan ekonomik, kültürel ve politik entegrasyonu teşvik ederken, diğer yandan ‘Birinci Dünya’yı’ Üçüncü Dünya’dan ayıran tabakalaşmaya neden olmaktadır. Bazı uluslar, devletler ve topluluklar küresel dünyanın bir parçası olmaktan tam olarak yararlanırken, diğerleri daha da dezavantajlı hale gelmekte, dolayısıyla eşitliksiz bir görünüm arz etmektedir. Böylece küreselleşmenin çelişkileri, ‘küresel işbölümü’nün merkez çevre ilişkisi açısından tutarsızlığı ile açıklanır.
Abdullah YARGI