Dostlar bir bayram gününden herkese selamlar ve bayramınız mübarek olsun. Hepinizin bildiği gibi geçen hafta Ayasofya Cami’si açıldı ve Kurban Bayramı öncesi o Cuma günü bayramımız başladı. Yıllardır gönüllerimiz mahzun ve hep açılsa diye beklerken çok şükür açıldı ve açıldığı günü görmek bizlere nasip oldu. Belki aranızda bazen benim gibi düşünen bulunduğu zamandan şikayetçi olanlarınız vardır. Zira bulunduğumuz çağ ahir zaman ve cidden oldukça zor bir zaman… Gerçi ahir zaman olsa da bulunduğumuz çağın bir suçu yok; biz insanoğlu o bulunduğumuz çağı kirletiyoruz. İnsanın bulunduğu çağdan şikayetçi olması boşunadır. Aksine insanoğlu bulunduğu çağı güzelleştirmelidir. Bulunduğumuz yeri devri daha yaşanılır hale getirmeliyiz. Ne kadar olumsuz şeyler olsa da şükürler olsun ki Ayasofya’nın açılması gibi güzel şeylerde oluyor. Bu yüzden bulunduğumuz güne zamana da şükür. Zira bakın niceleri Ayasofya’nın açılmasını görmeden bu dünyadan göçüp gittiler. Belki kabirlerinden seyretmişlerdir. Ama şu bir gerçek ki bizler çok şükür dünya gözü ile açılmasını gördük. Rabbim hakkıyla orada namaz kılmayı, oraya sahip çıkmayı da nasip eylesin. Fakat ben bugün size Ayasofya ile ilgili kılıç hakkından bahsetmek istiyorum. Tabii öncesinde Diyanet İşleri Başkanımızın hutbeye kılıçla çıkması ve bu şekilde hutbe vermesinden bahsedelim.
Öncelikle günümüzde artık her yaşanan olay önce sosyal medya dilinde kendine yer bulup daha sonra konuşuluyor oluyor. Bu bakımdan Diyanet İşleri Başkanının bu şekilde hutbe vermesi çokça eleştirildi. Ben kişisel görüşlere saygılıyım. Herkes herkesi yada her şeyi sevmek zorunda değil. Fakat Diyanet İşleri Başkanı’nın yaptığı şey yüzlerce yıldan beri yapılagelen geleneksel bir durum. Bu geleneğin Hz. Ömer ile başladığı rivayet olunup bir şehir alındığında oranın en büyük mabedi veya en büyük yerinde kılıçla hutbe okutulurdu. Kılıçla hutbe okutmak oranın savaşla fethedildiği anlamına gelir. Hatta bu gelenek pek çok Müslüman devletinde uygulanmış ve hala Anadolu’da bazı camilerde sürdürülmektedir. Bildiğiniz üzere Anadolu’da şehirlerde Ulu Cami yada diğer adı ile Kebir (Büyük) Cami dediğimiz camilerimiz vardır. Buralar fethedilip camiye çevrilen yada sonradan cami yapılan yerlerdir. Buralarda işte hala kılıçla hutbe okuma geleneği devam eden camiler vardır. Bu yapılan şey bizim yıllardır yaptığımız bir gelecek. Bu yüzden bunu eleştirmek kendi geleneğimizi hiçe saymak oluyor. Diyanet İşler Başkanımızın yaptığı hutbe çok güzel manalar içeren tarihi incelikleri olan bir durumdur. Burası fetih ile alınmıştır. Bu yüzden burada söz söyleme hakkı bizimdir. Bu yüzden bu sosyal medya uğruna geleneğimizi hiçe saymak ve bunu tartışma konusu haline getirmek bizlere yakışmaz.
Dostlar Ayasofya hangi parti yada hangi görüşten kişi olursa olsun bizim ortak değerimizdir. Maalesef günümüzde pek çok şeyi siyasi çerçeve içerisinde değerlendirir olduk. Fakat bunu bari böyle değerlendirmeyip ortak bir şekilde hareket edelim. Ayasofya bizim tarihimizin bir parçasıdır. Bu yüzden görüşümüz ne olursa olsun gidelim orada iki rekat namaz kılalım yada kişi kılmıyorsa bile gitsin baksın. İnsanlarımız artık tarihi ile gururlansın. Bu döneme kadar benim tarihim bu döneme kadar inkar ederim mantığından kurtulsun. Ülkemizin her yaşadığı bizim tarihimizdir. Bunu bu şekilde kabul edip artık bazı şeylere ortak çerçeve de bakmaya çalışalım. Zira maazallah bu vatan da elimizden kayarsa ne bir ortak değerimiz kalır ne bir tarihimiz yani ortada hiçbir şey kalmaz.
Evet dostlar gelelim Kılıç Hakkı nedir? sorusuna….
Öncelikle Ayasofya bizim kılıç hakkımızdır. Savaşarak alınan yerler devletin artık kayıtlı ve tapulu malıdır. Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u savaşarak aldığı için istediği yeri burası benim kılıç hakkım diyerek kendi malı yapabilir. İşte bu yüzden kendisi Ayasofya için kılıç hakkım demiştir.
Kılıç Hakkı’nın iki manası vardır. İlk manası eski asırların ekonomik sistemi ile alakalı olan toprak sistemini ilgilendiren manasıdır. Devletin geçmiş zamanlarda Anadolu’da veya Rumeli’de hizmet karşılığı tahsis ettiği arazilerin yani ‘tımarın‘ ilk üç veya altı bin akçesi bu isimle anılır. Diğer manası ise İslam hukukuna ait bir kavram olup gayrimüslimlerin yaşadığı ve savaşlardan elde edilen topraklarda fetihten sonra hukukun izin verdiği bazı tasarruflardır. İşte bu tasarrufların en başında oranın en büyük ibadethanesinin camiye çevrilmesi gelir. Peki savaşarak değil de karşı tarafın aman dilemesiyle orası alınırsa ne olur. İşte o zaman kılıç hakkı tatbik edilmezdi.
İslam hukukunda Kılıç Hakkı uygulaması şu şekildedir. ‘Savaş yoluyla ele geçirilen şehirlerdeki mevcut kiliseler yıkılmaz ve tahrip edilmez. Ancak bunların mâbed olarak bırakılıp bırakılmayacağı konusunda lehte ve aleyhte iki görüş vardır. Hanefîler’e göre devlet başkanı bu kiliseleri Hristiyan mâbedi olarak bırakabileceği gibi camiye de çevirebilir ya da mesken olarak kullanılmalarına karar verebilir. Bazı Şâfiî ve Hanbelî hukukçularına göre kiliselere dokunulmaz ve kullanım tarzı değiştirilmez. Yeni kiliselerin yapımına ise izin verilmeyeceği kanaati hâkimdir. İlk dönem uygulamalarında mevcut kiliselere dokunulmamakla birlikte yenilerinin yapılmasına izin verilmediği görülür.‘
Dostlar İslam hukukunda ki bu uygulamaya göre bazı tarihçiler Ayasofya için illa Kılıç Hakkı diye bir savunma yapmamıza gerek yok. Ayasofya zaten bizim ve bu bizim iç meselemiz kimse karışamaz diyor. Kimileri ise Ayasofya Kılıç Hakkı’dır diye savunuyor.
Ben de bir tarihçi olarak şunu diyorum ister Kılıç Hakkı diyelim ister başka şeyler. Ayasofya bizimdir ve inşallah kıyamete kadar bizim kalacaktır. Bizlere düşen görev yukarı da dediğim gibi böyle bir esere madem sahibiz onu korumalı ve sahip çıkmalıyız. Siyasi veya başka görüşlerimizi bir kenara koyarak tarihi bir değerimizi gözbebeğimiz olarak görmeliyiz. Ve yine yukarı da dediğim gibi tarihimize geleneklerimize biraz daha kafa yormalı ve araştırmalıyız. Bizim tarihimiz sadece savaşlardan kurulmuş bir tarih değildir. Tabii ki bir çok savaş yaşamış tarihimiz var ama bu savaşların yanında bir geleneği olan bir medeniyet çizgisi olan bir tarihimiz var. O yüzden nasıl ki Mohaç Meydan Savaşı tarihi ilgilendiren bir konu ise Mimar Sinan’ın yaptığı Selimiye Camii de tarihin bir konusudur. Biri birinden değerli değersiz değildir. Bu yüzden tarihe biraz da artık bu açıdan bakmakta fayda olduğunu görüyorum.
Sağlıcakla kalın hayırlı bayramlar dostlar…