“Müze” kelimesinin kökeni Fransızcadır ve birtakım eserlerin bir arada veya ayrı ayrı sergilenerek saklandığı, koruma altına alındığı kuruma verilen tabirdir. Müzeler, kamuya açık, kar amacı gütmeyen, kültürel, sanatsal eserleri koruma altına alan ve inceleyen, değerlendirip, gün yüzüne çıkaran kurumlardır. Müze kurumları, insanlığın somut ve somut olmayan kültürel mirasıyla çevresini tanımasını, sahiplenmesi gayesi içine ilmi yöntemlerle açığa çıkarılmasını ve koleksiyonlar oluşturarak sergilenmesini sağlamayı amaç edinmişlerdir.
Avrupa’da ilk müzeler açıldıktan yaklaşık 150 yıl sonra Türkiye’de müze kurumu kurulabilmiş ve ilk Türkiye Müzeleri açılabilmiştir. Ancak bu olgudan çok daha öncesinde Osmanlı ve Selçuklu döneminde kıymetli eşya, savaş ganimetleri, hediyeler teşhir edilmekteydi. Fetih’ten sonra ise Aya İrini Kilisesinde farklı silah ve ganimetler, kutsal eşyalar toplanmıştı. 1730’da tadilattan sonra da bu eserlerin çoğunluğu Darü’l Esliha adıyla ilk kez sergilenmiştir. Yabancıların izinle inceleyebildiği bir sergi olup, halka açık olmadığından tam manada müze olarak kabul edilmez.
Türkiye’de müze kurumu için ilk önemli adımları ise Tophane-i Amire müşiri Ahmet Fethi Paşa atmıştır. Darü’l-Esliha sergisini zenginleştirmiş, sınıflandırma yaparak iki ana bölüme ayırmıştır. Katalog hazırlanması için de Fransız Arkeolog Albert Dumont görevlendirilmiştir. Sonradan da Sadrazam Ali Paşa tarafından yeniden düzenlenerek 1869’da “Müze-i Humayun” olarak anılmıştır. Maarif Nazırı Esad Safvet Paşa ise o dönemlerde imparatorluğun türlü oba, bölge ve kentinden tarihi eserleri getirmek için çaba sarf etmiş, neticede ise hayli geniş bir koleksiyona imza atmıştır.
Geçen zaman diliminde Aya İrini’deki Müze-i Humayun’a eserlerin sığmaması durumunda ise Abdülatif Suphi Paşa arkeolojik eserleri toplayarak “Mecmua-i Asar-ı Atika” adı verilen Çinili Köşk’e taşıtmıştır. Yeni müze açılması teklifi de gündeme gelmiştir. Bu vesileyle de halka açık müze olmuştur. 1880 yıllarında açılan ve gerçek manada müze olma özelliği taşıyan yapı olmuştur. Dr. Dethier’in 1881 yılı ölümünün ardından müze müdürü olan Osman Hamdi Bey, Osmanlı müzeciliğinde önemli ilerlemelerin gerçekleşmesinde ilk adımları atmış ve Türkiye Müzeciliğinde bir dönem başlatmıştır.
Müzecilik dönemi denilebilecek o yıllarda ilk kazılar yapılmaya başlandı. Toplanan eserler müzeye sığmayınca da yeni müze binası yaptırıldı. Yeni müze tasarımını ise Fransız uyruklu Alexander Vallaury yapmıştır. 1891’de Müze-i Humayun olarak ziyarete açılan müze, günümüzde İstanbul Arkeoloji Müzesi olarak anılmaktadır. 1913 Süleymaniye Külliyesinin Evkaf-ı İslamiye Müzesi (İslam Vakıfları Müzesi) ile ardı kesilmeyen müze kurulum dönemi başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Döneminde ise Mustafa Kemal’in öncülüğünde koruma altına almak maksadıyla Ayasofya, Topkapı Sarayı, Dolmabahçe Sarayı, Kariye Camii, Fethiye Camii Bursa’da Yeşil Türbe, Muradiye Külliyesi, Konya’da Mevlana Dergâhı gibi kıymetli birçok yapı müzeye çevrilmiştir.
Mevlüt TAPAN