Özellikle 15 Temmuz sonrası yaşanan tartışmalar cemaat-devlet ilişkilerini tekrar gündeme taşıdı. Tartışmanın sağlıklı yürütülebilmesi için;

  1. Cemaatlerin İslam içindeki yeri,
  2. Cemaatlerin hangi toplumsal ihtiyaçlara cevap verdiğini,
  3. Cemaatlerin nasıl bir epistemolojik arka plana yaslandıklarını,
  4. Cemaat-siyaset ilişkilerini,
  5. Cemaatlerin içinden birinin nasıl bir terör örgütüne dönüştüğünü,
  6. Cemaatler konusunda yapılacak genellemelerin yanlış olduğu gibi sorunları analiz etmek gerekir.

Cemaatler, sosyolojik anlamda toplumdaki dini çeşitliliğin kültürel ögeleridir. Birer sivil toplum örgütü olarak yollarına devam edeceklerdir. Hiçbir cemaat teröre bulamadığı sürece suçlanamaz. Yapılacak olan devletin bürokrat alımında hiçbir cemaat ve sosyal gruba pozitif ayırımcılık yapmamasıdır. Bir Cemaate pozitif ayırımcılık yapmak sorun olduğu gibi kategorik olarak devlet memurluğunu kapatmak da sorunludur. Kişiler yetenek ve başarılarına göre memur olur. Ait olduğu sosyal grup memur seçiminde ayırt edici bir özellik olamaz. Menzil cemaatine veya herhangi bir başka cemaate ait biri olmak ne tercih ne de ihraç sebebidir. Tıpkı laik, Kemalist, demokratik, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Bektaşi olmak gibi. Bu özelliklerin hiç biri tercih ve dışlanma sebebi olmaz. Devlet memurluğunda ayırıcı tek ölçüt liyakattir.

Bütün problemlerine ve 15 Temmuz hâilesine rağmen cemaat yapıları Türkiye’nin, Türkiye ‘deki dini düşüncenin ve dini yaşama üslubu arayışlarının, din-devlet ilişkilerindeki dengelerin kuvvetli bir parçasıdır ve çelişkiler, sıkıntılar, açmazlar kadar bazı imkânlara da işaret etmektedir.

Kuşkusuz tarikat ve cemaatlerin varlık, bilgi ve ahlak anlayışında sorunlar vardır. Ancak bu sorunlar sadece dinsel cemaatler için değil, seküler cemaatler için de geçerlidir. Bu yüzden sadece dini cemaatlerin sorunlu olduğu şeklindeki bir yargı son derece yanıltıcıdır.

Bürokraside ve üniversitelerde belli bir pozisyon elde etmek için kullanılan yöntemler tarikatlardan çok mu adildir? Kuşkusuz hayır. Özellikle 28 Şubat döneminde kendilerini Kemalist olarak tanımlayan, eğitim ve yargı bürokrasisine hakim olan zihniyet son derece ayırımcı bir zihniyet üretmişlerdir. Tarikatları koltuk kavgası üzerinden eleştirmek doğrudur ama eksiktir. Koltuk ya da bürokraside yer kapmak için her türlü ahlakı ilkeyi çiğnemek tarikatlar dışında da yaygındır. Unutmayalım ki zamanın Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden, “Laik olmayan adam değildir.” gibi diğer insanları ötekileştiren ve hukukla ilgisiz bir açıklama yapabilmiştir.

Kuşkusuz Menzil cemaatinin de eleştirilecek çok yönü var. Ancak bu eleştiriyi yaparken, 2013 yılında yapılan bir düğün törenini uydurma bir tahta çıkış töreni gibi ele almak adil ve tutarlı değildir.

Türkiye’de tarikat ve cemaatlerin sorunlu yönleri olduğu tartışılmaz bir gerçekliktir. Bu anlamda köklü bir eleştiriye ihtiyaç vardır. Ancak eleştiri yaparken kullanılan bilgilerin doğru olması gerekir. Kuşkusuz Menzil cemaatinin de eleştirilecek çok yönü var. Ancak bu eleştiriyi yaparken, 2013 yılında yapılan bir düğün törenini uydurma bir tahta çıkış töreni gibi ele almak adil ve tutarlı değildir. Eleştiri yaparken kullanılan bilgilerin doğru olması gerektiği açıktır.

Cemaat konusu tartışılırken ihmal edilmemesi gereken bir diğer nokta da, işin kriminal ve hukuksal boyutudur. İslam tarihi, İslam’ın temel kaynaklarını kendi dışındakileri yok edecek şekilde yorumlayan ve buna dayanarak cinayet işleten grupların varlığını bize gösteriyor. Hariciler, erken dönemde teröre bulaşmış bir topluluktu. Benzer şekilde Hasan Sabbah da geliştirdiği aşırı Bâtıni yorumla gizlilik esasına dayalı bir örgüt kurmuştur. Bu yapılanma daha sonra gizli çalışan bütün yapılara ilham kaynağı olmuştur. Kuşkusuz FETÖ yapılanması bu örgütlenmeden büyük ölçüde yararlanmıştır.

Hiç kuşkusuz FETÖ yapılanması bir cemaatin zamanla terör örgütüne dönüşmesi anlamında çok önemli veriler sunmaktadır. Kuşkusuz FETÖ yargılamalarında da hukukun evrensel ilkelerine sadık kalınmalıdır.

FETÖ yargılamaları konusunda duruşumuz şöyle olmalıdır:

  1. Hiç kimseye ayrıcalık tanınmamalı,
  2. Suçlular mutlaka cezalandırılmalı,
  3. Hiç kimse anne- babası, kardeşi dahi olsa başkasının suçundan dolayı peşin suçlu ilan edilememeli,
  4. Suçlular konumundan dolayı korunmamalı,
  5. Üçüncü kişiler suçluları korumadıkları ve saklamadıkları sürece yargılanmamalı,
  6. Her hata davayı savsakladığı gözden uzak tutulmamalı,
  7. Yargılanan FETÖ militanlarının manipülasyonlarına boyun eğilmemeli. Bu ilkelere uyum hem toplumdaki adalet duygusunu canlı tutacak, hem de yargılamaların adil olduğu konusunda herhangi bir kuşku oluşturmayacaktır.

Kuşkusuz FETÖ ile mücadelede Erdoğan’a ayrı bir sayfa açmak gerekmektedir. FETÖ terör örgütü ile kimsenin inanmadığı, herkesin “bu kadar da olmaz” dediği zamanlarda siyasal hayatını riske atarak ve kimsenin yapamadığı şekilde bütün gücüyle mücadele eden Erdoğan’dır. Bu gerçeği gözden uzak tutmamak gerekir. “En büyük FETÖ’CÜ en tepede!” hezeyanlarıyla izah edilemeyecek kadar karmaşık bir olay karşısındayız. Parti taraftarlığı ve muhalif olma tutkusu insanları bu kadar fanatik yapmamalıdır. Soğuk savaş dönemi İslamcılığının, ideolojik anlayışların ve anakronik bakışın insanı bıraktığı eşik bu tür bir durumdur.

FETÖ mücadelesindeki zaaflar, yargılamalardaki hatalar ve eksiklikler eleştirip sorgulanabilir. Ancak Erdoğan’ın bu konudaki samimiyeti sorgulanamaz. Unutmamak gerekir ki, Cemaat hiç kimseye yapmadığı şeyi ona yapmış, darbe ile devirmeye çalışmıştır. Cemaatin Erdoğan’a nasıl baktığını 2012- 2016 arası yayınlarına bakarak anlamak mümkün.

Bir parti, cemaat (Menzil veya Kemalizm) veya örgüte militanca bağlanan bireylerin, özellikle kendi içinde bulunduğu yapının haksızlıkların girmeme veya savunma eğilimine girer. Bu tutum onu içinde bulunduğu grubun muteber bir elemanı haline getirir.  Sadece militanca iktidarı savunanlar da değil, militan muhalifler de aynı zaafını içindedir. Ait olduğu paradigmanın sınırlarını sorgulamayan insan o paradigmanın esiridir. Onun söylemini din yerine koyar, liderini de tanrılaştırır.

Sığınacak köklü ve evrensel değeri olmayanlar etnisitesine (Kavmine), diline ve tarihine sığınır. Artık o insanlar evrensel ahlakı değerler üzerinden konuşma imkanı tükenmiştir. Ancak Gülen Cemaati, daha da vahim bir yol açmış, dinin evrensel değerlerini kendi örgütünün çıkarları için semantik müdahale ile yeniden tanımlamıştır.
Mehdi ile desteklenen karizmatik bir liderlik, takiye ile her tür ahlaksızlığa zemin hazırlayan bir davranış biçimi, söylem ile en büyük idealin cemaate hizmet olduğu anlayışını veren bir yapı ile mücadele etmek kolay değildir. Mücadelenin hukuki yönü kadar entelektüel yönü de bir hayli önemlidir.

Cemaat liderinin belirli periyotlarla Hz. Peygamberle görüştüğü tezi, Gülen’in yeni bir fıkıh uygulamasına imkan vermiştir. Artık geleneksel fıkhın bütün sınırlamalarında kurtulmuştur. Çünkü Peygamberden alınan yeni emirler, yeni bir fıkhın doğmasına zemin hazırlamıştır. Bu durum bir yandan Gülen’in otoritesini tartışılmaz hale getirirken diğer yandan örgüt mensuplarının davranışlarına yön vermiştir.

2014 yılında Samanyolu TV ekranlarında yayınlanan Şefkat Tepe adlı dizide, Hz. Peygamber, kamyonete bindirilerek büyük bir skandala imza atılmıştı.

Haricilikten FETÖ ‘ya kadar kendi öğretisini tek ve meşru olarak gören ve bu anlayışı hakim kılmak için her yolu meşru gören anlayis, tekçi, otoriter, itaatkar, hermetik temelli bir gnostisizmden beslenir. Rüya, ilham ve sezgi tartışmasız bilgi kaynağıdır. Gülen rüyayı hem bir bilgi kaynağı, hem de motive edici bir araç olarak kullanmaktadır:

“Allah bize olan lütuflarını rüyalar yoluyla lütfediyor veya bazı saf gönüller sayesinde ‘yakazalar’ vasıtasıyla içimize akıtıyor, başta Efendimiz olmak üzere birçok Sahabe, evliya ve mukarrabinle görüştürüp buluşturuyor.” (Gülen, Prizma I, s; 205)

Cemaat sosyolojisinde büyük yeri olan rüya yorumları, tutuklanan FETÖ militanları için bir motivasyon kaynağına dönüşüyor. Şu iki rüya örneği bu konunun anlaşılmasına katkı yapacaktır:

Hz. Peygamber koğuşta yatanlardan birinin rüyasına giriyor ve serbest kalacağı zamanı kimseye söylememek şartıyla söylüyor. Sabah uyandıklarında koğuşta tutuklu herkesin aynı rüyayı gördükleri görülüyor.

Hz. Peygamber tutuklu olanlarla iftar yemeğine katılıyor. Bu iftarda şöyle diyor: Bugün benimle iftar yapıyorsunuz, yarın ailelerinizle iftar edeceksiniz.

Gülen çetesi, kendi mensuplarının çoğunluğu da dahil çok sayıda insanı kendi amacını gerçekleştirmek üzere aldattı. Burada yüzleşilmeye değer ikinci bir soru daha var; “Neden aldatılmaya yatkın bir yapımız var?” Malik bin Nebi”yi hatırlayalım. O “Neden bizi sömürüyorlar?” sorusunun yerine “Neden sömürüye açık bir yapımız var?” sorusunu önceliyordu. Cemaatin insanları aldatmaya dönük söylemi ile birlikte, bu söyleme aldanmaya hazır kitleyi de gözden uzak tutmamak gerekir.

Tutuklanan FETÖ militanları kendilerini kahraman olarak görüyorlar. Dava uğruna kendini feda etmenin yansıması bu. Militanlarda en küçük pişmanlık belirtisi yok. Geçici bir süre sıkıntıya düştüklerini inanıyorlar. Bu insanlar Hasan Sabbah’ın Haşhaşi militanlarından bile daha adanmış bir ruha sahip. Kuşkusuz bu bir hastalık halidir. FETÖ militanlarının tavrı alçaklığın en sınır tanımaz biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Psikolog Nevzat Tarhan’ın analizi konunun anlaşılması açısından ilginç ipuçları vermektedir:

“[FETÖ tipi yapılar] görünürdeki halleri ve gerçek kimlikleri arasında ikili bir hayat yaşayan bu tarz örgüt mensupları aşırı derecede paranoyaktır. Ellerinde yeterli delil veya sebep olmaksızın başkaları tarafından zarar görecekleri korkusuyla yaşarlar. Etraflarındaki insanların bağlılık ve güvenilirliklerini sorgularlar. Sürekli savunma halindedirler. Aşırı derecede alıngandırlar. Dahası, kendilerine yapılan en küçük kötülük için bile kin tutarlar. Buna rağmen asla kendi sırlarını ifşa etmezler. Önemsememeye dayanamazlar ve buna öfke ile karşılık verirler. Kıskançtırlar. Onlara göre hedefe ulaşmak için her yol mübahtır.” (Nevzat Tarhan, Derin Tarih Dergisi Temmuz Sayısı, 2017)

İsmail Kara’nın analizi muhafazakar dindar kitlenin darbe karşısındaki zihinsel dönüşümüne işaret etmektedir:

“15 Temmuz Anadolu’nun dindar /muhafazakar düşüncesinin siyasal davranışlarında dönüm noktasıdır. Bu insanlar genellikle bu tür muhalefete yabancıdır. Galiba kendi varlıklarının tehdit edildiği algısına vardılar ve bütün sosyal analizcileri hayran bırakan tam manasıyla sivil bir direniş sergilediler.” (İsmail Kara, Derin Tarih Temmuz Sayısı,2017)

Muhafazakar dindarlar darbe girişimi olursa evinde sessizce oturur’ algısını yerle bir ettiler. Solun darbe karşıtlığının masalsı bir söylem olduğunu 15 Temmuz gösterdi.  Darbe karşıtları 15 Temmuz ve arasındaki gösterilerde sokaktaydı. Bunlar ezici çoğunlukla muhafazakar dindarlardır.

Kimseyi kandırmayalım. Sol/ ulusalcı/milliyetçi/Kemalistlerin ezici çoğunluğu, yapılacak bir darbeyi meşru görüyordu. Onun için darbe akşamı ve sonrası evlerine çekilmişlerdi. 15 Temmuz, Anadolu mayasının dirilişi olarak kayıtlara geçmiştir.

Özetle Gülen sosyolojisi;

1) Mehdi kavramı ile bütün yaptıklarını seçilmiş olmanın arkasına gizleyen bir terör örgütü yapılanmasına,
2) Takiyye kavramına semantik bir müdahalede bulunarak amaca ulaşmak için her tür ahlaksızlığa serbestiyet kazandıran bir anlayışa,
3) Peygamberle sürekli istişare ederek, geleneksel fıkıh kurallarının prangasından kurtulmak ve uygulamaya koyacağı her tür eyleme bu görüşmeler ile meşrûiyet kazandırma ve alınan kararları tartışma dışı tutmak, mutlaka olarak uyulması gereken ilkeler olarak kabul etme anlayışa,
4) Amaca ulaşmak için her tür aracın kullanılmasının meşruluğuna,
5) Ayet ve hadisleri cemaatin amaçları doğrultusunda yeniden yorumlamaya işaret etmektedir.

Yusuf YAVUZYILMAZ