Die Menschen [verlangen], wenn sie für eine Sache tätig sein sollen, daß die Sache ihnen überhaupt zusage, daß sie mit […] ihrem Rechte, Vorteil, ihrer Nützlichkeit, dabei sein können. Dies ist besonders ein wesentliches Moment unserer Zeit, wo die Menschen wenig mehr durch Zutrauen und Autorität zu etwas herbeigezogen werden, sondern mit ihrem eigenen Verstande, selbständiger Überzeugung und Dafürhalten den Anteil ihrer Tätigkeit einer Sache widmen wollen.

İnsanlar bir şey için davranmak durumunda kalırlarsa, o şeyin onların ilgisini çekiyor olması, haklı olarak ve haklarını kullanarak, lehlerinde bir şey elde ederek ve o şeyden fayda görerek o şeye yönelmeleri gerekir. Bu özellikle zamanımızın belirgin bir özelliğidir, ki insanlar artık güvenerek ve otorite üzerinden itilerek değil, aksine kendi akıllarını kullanarak, özerk kanaatler ve kabuller oluşturarak herhangi bir şeye sunacakları katkıyı sunmak istiyorlar.

Friedrich Hegel

1

Modernitenin çok fazla ve değişik tanımları olabilir, fakat bana göre en temelde Ockham’s razor, dolayısıyla Türkçeye Ockham’ın Usturası olarak çevrilen kavramda bulur kendisini o. En azından bugün öyle okuyacağım ben onu. Mustafa Kemal Atatürk‘ün devrimlerini de aynı kavram altında konumlandırmak istiyorum. Özellikle Rene Descartes‘ın bilimsel yöntemini, Immanuel Kant‘ın transandantal felsefesini ve son tahlilde Max Weber‘nın  Entzauberung der Welt dediği rasyonalizasyon sürecini de. Ve tabii ki hepsinden önemlisi Hz. Muhammed‘in mücadelesini ve getirdiklerini. Bu en temelde bir arınma, arındırma, daralma, daraltma, dolayısıyla şeyleri kendi sınırlarında tutma çabasıdır, mümkün olduğu kadar tabii ki. Ve Martin Heidegger‘yı anti-modern kılan da tam olarak bu daralmaya karşı çıkmasıdır. Friedrich Nietzsche bu tartışmada, bana kalırsa, en azından kendisi olarak, yer alamayacak kadar kendisiyle meşguldür, çok fazla üstüne gitmemek gerekir; ben de kendisini bu bağlamda azad etmek istiyorum o halde. Etkisi ya da katkısı yoktur demek değildir bu haliyle, aksine öyle geçerken uğrayarak ortaya konulamayacak kadar çoktur. Charles Darwin ve Sigmund Freud bu daralmanın önemli katkı sunucularından ayrıca ikisi. Wilhelm von Ockham‘a geri gider söz konusu kavram girişte kısmen verdiğim gibi. İlk bakışta biraz anakronistik gibi durabilir söylediklerim, en azından Hz. Peygamber söz konusu olunca, da prensipte öyle değil tabii ki. Tractatus‘u Ludwig Wittgenstein‘ın içinde kendisini, kelimenin her anlamıyla, bulduğu dünyayı hesaba katarak, dolayısıyla aynısını metafiziki, anti-metafiziki, felsefi ya da, ne bileyim işte, mantıki bir metne indirgeyerek, dolayısıyla daraltarak değil de tarihi bir döküman, Friedrich Hegel‘in şirin ifadesiyle [die eigene] Zeit in Gedanken erfasst olarak okursak, yazıda da Wiener Moderne tanımıyla tanımlanan 1890-1910 döneminden söz ediyorum bu noktada özellikle, yani kendi zamanını düşüncede dışa vurmak şeklinde, ve dahil edersek birçokları yanı sıra özellikle Wittgnstein’ın en benzerleri olarak, mesela, dilde Karl Kraus‘u, mimaride Adolf Loos ve müzikte Arnold Schöberg‘i bu çabaya, oldukça katkı sağlayabiliriz hedeflediğim tarzda bir okumaya ayrıca. Son tahlilde bütün bu süreç Avrupaya, kimilerine göre, ikinci otuz yıl savaşlarını getirmiş (1618-1648/-/1915-1945), milyonlarca insan katledilerek üçyüz yıllık bir süreç sonunda ilk otuz yıldan arta kalan artıklardan da arınarak bugünlere gelinebilinmiştir. Doğu, özellikle de İslam coğrafyası, ki bunu bir lütuf ya da bir lanet olarak okuyabilirsiniz, nasıl isterseniz artık, bütün bu süreçten muaf kalmış, sonrasında özellikle ve belirgin olarak ondokuzuncu yüzyılın en başlarından itibaren, ki Muhammed Ali Paşa‘yla başlatabiliriz bu süreci kanımca, Türkiye’de, İran’da, Arap Dünyası ve Hint Yarımadası ve kuzeyinde söz konusu tecrübe kullanılarak aktüel noktadan sürece dahil olunmak istenmiş, fakat son tahlilde Türkiye dışında, ki bu başarı büyük ölçüde gerçekten de tek bir kişinin, Mustafa Kemal’in başarısıdır, kısmi bir uyum dahi sağlanamamıştır. Hala daha. Girift bir mesele. Haliyle tutmamıştır ama, Türkiye’de de tutmamıştır. Köşe döner gibi kestirmeden olmuyor bu işler anlaşılan, her ne kadar, en azından biz Türkler, köşe dönme meselesinde son derece mahir olsak da. Bu köşeyi dönemedik maalesef. Neyse. 

2

Ockham’ın Usturası şu demektir kısaca ve en basitinden: Bir olguyu açıklamak için en basit kuram tercih edilir ve en basit kuram en az değişkene sahip olan kuramdır. Freud rüyayla ilgili olarak Überdeterminierung, overdetermination kavramını kullanır. Bir ve aynı olayın aynı anda etkin olan birden fazla etkeni olması demektir bu kısaca. Tersi de geçerlidir hakeza. Bir ve aynı olayı birden fazla şekilde işlevsel kılmak, anlamlandırmak haddizatında. İktisadi bir terimle anlam enflasyonu anlamına gelir bu bir yerde. Almancada Riba Wucherzinsen kavramıyla ifade edilir, yani bu bağlamda söz konusu olan çoğalma, kanser hücreleri gibi adeta, kontrolsüz bir büyümeyi ifade eden wuchern fiiliyle dışa vurulur. Anlam bağlamında da kullanabiliriz bu kavramı. Taşa toprağa, boka püsüre, her şeye bir anlam, haddizatında anlam üstüne anlam, kontrolsüz bir şekilde, yükleme. Bu şeyleri yorar haliyle, nitekim Allah bile insana sadece taşıyabileceği kadarını yüklerken insan bu şekilde şeylere taşıyamayacakları kadar fazla anlam yüklemiş olur. Şeyler taşıdıkları anlamların altında kaybolur, boğulurlar en sonunda. Her şey birbirine girer. Ona dokunma o şu anlama gelir, buna bakma yoksa kirletirsin, şunu diline alma, ötekini oraya koyma, berikinin yanından geçme ve ve ve. Bu şekilde nefes alacak yer kalmaz, hareket edecek alan yok olur. Bu tarz bir genişleyerek daralmadan, bir daralarak genişlemeye geçmektir Modernite aslında. Dolayısıyla Modernite şeyleri, ve tabii ki aynılarıyla birlikte aynılarını kullananları da, insanları yani, bu yükten kurtararak, arındırarak haddizatında, özgürleştirme projesidir yani. Genel bir temizliktir aslında, bir muhasebe belki de. Zihin felsefesinde, mesela, fiziki fenomenlerin fizik içerisinde kalarak açıklanabilir olması yanı sıra ayrıca bir de mental etkiden söz etmek, dolayısıyla zihinsel fenomenleri etken olarak devreye sokmak, tek bir fenomen için iki farklı, fiziki ve mental, etken varsaymak olduğu için burada da bir overdetermination’dan söz edilir. Bu demek davranış ve tavırlarımda sergilediğim ve ilk bakışta kendimin, ve etrafımdakilerin de tabii ki, açıklayamadığım, dolayısıyla açıklayamadığı belirgin ve dikkat çekici değişiklikleri beynimde hayat bulan adı konmuş bazı kimyevi etkileşimler aracılığıyla açıklayabiliyorsam eğer, ayrıca bir de ben aşık oldum dememe gerek kalmaz. Bu da bir nevi overdetermination olur nitekim. Yani, sonuç olarak, tek ve aynı davranışı nedensel açıdan fizik içerisinde kalarak açıklayabiliyorsam eğer aynısı için ayrıca bir de mental bir açıklama sunmama ihtiyaç yok. Modernite düşüncesini ikiye ayırırsak bu şekilde, dolayısıyla bir şeylerden önce ve bir de şeylerden sonra şeklinde tanzim edersek yani, öncesi bağlanımdaki daralmayı bilimsel Modernite, sonrasının muhatap kaldığını ise kültürel modernite olarak ileri sürebiliriz. Bu noktada Sinnüberschuss, dolayısıyla Sinnreduktion kavramlarını içeriye almak istiyorum. Sinn anlam anlamına gelir, Überschuss ise fazlalık ve Reduktion indirgeme, bu bağlamda azaltma da diyebiliriz aslında. Bitirmeden önce bu bölümü son olarak: Bütün bu daraltma, ya da daralma, yani Modernite’nin, bana ait bir kavramsallaştırmayla, bu puritanik öfkesi, die puritanische Wut der Moderne, sadece Edebiyatın önünde durur, dolayısıyla Edebiyata açtığı alana aktarır son tahlilde daraltarak fazlalık kıldığı her şeyi. Buralar dışlayıcı olarak nefes alınacak alanlardırlar haddizatında ve etken ve etkin olmak istiyorlarsa şayet akıl üzerinden ortaya çıkmalı, dolayısıyla o şekilde temellerini bulmalıdırlar. Nitekim akli olana ancak akli olan entegre olabilir. Compatible olmaları gerekir aslında. Biraz Hegelyen oldu ama olsun, ki Hegelyen olmayan var mı ki sanki? 

3

Müslüman kadınların başlarını örtmeleri farz mıdır değil midir? Bilmiyorum, ilgilenmiyorum da. Nitekim ben bir kadın değilim, dolayısıyla kadınlara farz olması ya da olmaması tartışmalı olsa da bana farz olmadığı kesin. Bu konuda tartışma yok sanırım. Bazı kadınların söz konusu soruyu bana yöneltmeleri durumunda verdiğim bu cevap kendilerini maalesef tatmin etmiyor sıklıkla ve bana farz olmamasını kabul etmekle birlikte yine de benden bir şekilde bir cevap vermemi, hiç olmazsa ve en azından bu konuda ne düşündüğümü söylememi istiyorlar. Tabii ki bir şey söylemiyorum, bana ne. Düşünebiliyor musunuz, bir kadın, ki bu eşim, büyükannem, annem, teyzem, halam, kız kardeşim, ablam ve kendi kızım olabilir, bana nasıl giyineceğim konusunda, estetik açıdan değil, normatif bir belirlemede bulunacak? Ya da zikrettiğim akrabalık dereceleri muadili derecelerde bir erkek yapacak aynısını? Ve bunu Allah senden bunu böyle yapmanı istiyor argümanıyla temellendirecek. Eee, başka? İnandığım Allah’ın benden ne istediğini başkalarından öğrenmek durumundaysam eğer, Allah’ım yok demektir bu, dolayısıyla bu kendi Allah’ıma değil onlarınkine inanıyorum anlamına gelir. Hegel’in dediği gibi aslında: Mir selbst ist es schrecklich genug, wenn einer zu erklären anfängt, denn zur Not verstehe ich alles selbst. Birileri bir şeyleri açıklamaya ve anlatmaya başlayınca tüylerim kalkıyor, nitekim bir şeyleri anlamam gerekiyorsa illaki, bu işi kendim yapar, kendi kendime anlarım. Bir kadın dışlayıcı olarak kendisini ilgilendiren bir konuda bir erkekten neden bir cevap ister ki? Bir erkeğe neden sorar? Erkeklerin bu işe karışmasından neden rahatsız olmaz? Aksine bu işe müdahil olmalarını ister? Anlamak mümkün değil. Diğer taraftan özel günleriyle ilgili olarak aynı şekilde bir erkeğe danışma ihtiyacı hissetmiyor aynı kadın, en azından aynı yoğunlukta. Gerçi onlar danışmasa da erkekler bu konuda hatırı sayılır bir külliyat oluşturmuş durumdalar. Haliyle, bu konuların birer teknik mesele olduğu söylenebilir, dolayısıyla burada söz konusu olanın belirli bir metinden ve aynısını farklı diğer metinlerle ve ayrıca unsurlarla destekleyerek bir sonuç çıkarmak olduğu ileri sürülebilir ve bu şekilde erkeklerin de, teknik olarak en azından, konuşabilme yetki ve hakkı meşrulaştırılabilir, fakat meselenin bu minval üzere ilerlemediği açıklamaya ihtiyaç duymayacak kadar açık, dolayısıyla mesele, ki bu kelimeye bayılıyorum, aynısından, bu demek açıklanmaktan, son derece vareste. Kaldı ki özel gün diskurunun değil de başörtüsüne ait olanın bu denli öne çıkması meselenin sadece ve dışlayıcı olarak kadınları ilgilendiren bir konu olmadığının açık delili. O halde başörtüsünün gördüğü işlevin bu bağlamda dışlayıcı olarak tesettürü sağlamak olmadığını söylemek yanlış olmaz. Nitekim gelinen noktada ve birçok durumda tesettürü sağlayıcı olmaktan öte yer yer teşhire yönelik bir enstrüman olarak kullanıldığını dahi gözlemlemek mümkün. Fazla uzatmaya gerek yok, sanırım ne söylemek istediğimi açıkça ortaya koymuş bulunuyorum. Ne olursa olsun herhangi bir şeye bu kadar çok ve farklı anlam yüklemek, biraz önce söylediğim gibi, şeyin kendisini anlamın altında boğmak, onu yok etmek, kaybetmek, o şeyi düşüncenin bir nesnesi haline getirememek, o şeyle düşünememek ve onunla ilintili olan sorunları, zorunlu olarak, çözememek demektir. Haliyle, Modernite için başörtüsünü bütün tarihi ve sosyolojik ağırlıklardan arındırarak dışlayıcı olarak tesettür işlevine indirgemek de yeterli değildir, nitekim tesettür kavramının, dolayısıyla işlevinin kendisi bir başına çok ama çok fazla anlamları içinde barındırıyor. Her şeyden önce ve en basitinden, kadın ve erkek saçı arasında bir fark olduğunu, erkeğin saçının kadının saçının aksine örtünmesinin gerekmediğini söylüyor mesela. Burada tabii ki akla ilk gelen soru, neden? Kadının saçında erkeğin saçında olmayan ve örtünmesini gerekli kılacak ne var? Bu noktada Almancada Totschlagargument dediğimiz -İngilizler killer, ya da knockout argument diyorlar, dolayısıyla tartışmanın başına bir balyoz gibi indirerek aynısını sonlandırmak anlamında- bir argüman ileri sürüp Allah öyle istiyor, basta, yani o kadar, diyebilirsiniz, d’accord. Da bunu herkesten bekleyemezsiniz. Son noktada ister istemez bir şekilde cinsellikle alakalı, nitekim kadın erkek arasındaki temel fark o noktada gösterir kendisini, en azından henüz daha birçokları açısından, bir argüman ileri sürmek zorunda kalırsınız. Bu ileri sürü çok farklı sonuçları getirir beraberinde. Mesela kadının bir cinsel obje olarak görülmesini, her şeyden önce olmasa da birçoklarıyla beraber. Bunun tehlikeli, nitekim fitne fesada yol açabilir, dolayısıyla önüne geçilmesi gereken bir şey olduğunu. Diğer taraftan kadının kendisini fiziksel olarak korumaya muktedir olmaması dolayısıyla tesettüre girerek bu tarz bir durumun içine hiç düşmeyerek böyle bir tehlikeye maruz kalmasının önünün alınması gereğini. Ve çok daha fazlasını. Bütün bunlar kadına dışarıdan yüklenen anlamlar, dolayısıyla kendisine dışarıdan henüz daha o yokken bu kadar anlam yüklenen bir kadının bir şekilde kendisinin ne olduğu konusunda söz sahibi olması mümkün gözükmüyor. Nitekim yer kalmadı. Her şeye rağmen her şey değişiyor tabii ki bir şekilde ve muhtemelen 300 sene sonra başörtüsü taşıyan kadın kalmayacak. Biz de en az 300 sene yorulacağız, bizde de bu üç yüz sene içerisinde bütün bu olup bitenlerden yararlananlar olacak, fakir yatıp ertesi gün zengin kalkacak kimileri, çalacak çırpacak ve başörtüsüne özgürlük diyerek parseli kapatacak diğerleri. Kullanacaklar, her şeyi, Allah’ı, Peygamber’i, Kitab’ı, ve ne varsa işte, kullandıkları gibi. Bu zorunlu bir süreç. Hızlandırılabilir bir süreç tabii ki aslında, fakat bu imkanı heba etmek istemez aynısını elinde bulunduranlar. Maalesef, bugünün hırsızlarının çocukları yarının efendileri olacak. Bundan kurtuluş yok. O çocuklar çalmayacak belki, fakat babalarının çaldıkları kendilerine miras kalacak. Ölüm hak miras helal bildiğiniz gibi.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN