Daryush Shayegan’ın Yaralı Bilinç: Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni (Cultural Schizophrenia: Islamic Societies Confronting the West) kitabı, ilk olarak 1989 yılında Fransızca olarak yayımlanmış, 1991 yılında ise Türkçeye çevrilmiştir. Başlangıçta çok fazla ilgi görmese de, 2010 yılından sonra iki baskı yaparak kendisine gösterilen ilgide bariz bir artış yaşanmıştır. Aslen İranlı olan yazar, Doğulu ülkelerin Batılılaşma serüveninde gözlemlediği birtakım olayları anlamaya çalışmakta ve bu sürecin sonuçlarının değerlendirmektedir. 

Eser dört bölümden oluşmaktadır. ‘Çatlama’ başlığını taşıyan ilk bölümde, Batı kültürüyle yüz yüze gelen Doğulu toplumların başlangıçta ve devam eden süreçte yaşadığı zihinsel ve ruhsal değişimi anlatmaktadır. Periferide yer alan uygarlıkların zihinsel çarpıklıkları üzerine bir deneme yapmaktadır. Kültürel hayatı kurallarla belirlenmiş olan ve buna göre yaşayan geleneksel toplumların, Batılı karşılaştıktan sonra yaşadıkları parçalanmayı anlatmaktadır. 

Asya ve Afrika uygarlıkları inşa edilen mabetlerin son taşı konulduktan ve onları kemale erdirdikten sonra üç yüz yıllık derin bir uykuya dalmışlardır. Zamanı adeta donduran bu uyku sonrasında birçok devrimle ivmelenen Avrupa medeniyetiyle karşılaşma neticesinde tabii olarak yıkıcı sonuçlar doğurmuştur. Kendi medeniyetlerinin merceği, artık gerçeği yansıtmaktan fersah fersah uzaktadır. Bu hezimet akabinde geliştirilen söylemler, ‘Batının tekniğini alıp kültüründen uzak duralım’ veya ‘Dine dayanarak yeni bir tavır geliştirelim’ gibi tepkisel ve bütünsellikten uzak yaklaşımlardır.

İkinci bölüm ‘Ontolojik Uyumsuzluk’ başlığını taşımakta ve her medeniyetin kendine ait bir paradigması ve ontolojisi olduğunu, son yüzyıllarda yaşanan değişimle birlikte hangi uygarlığa mensup olursa olsun Batının ontolojik etkisinin derin bir kırılmaya neden olduğunu anlatmaktadır. İnsanların benzer bir metafizik bakış açısına sahip olduğu dönemler, Aydınlanma çağının başlamasıyla sona ermiştir. Avrupa, bakış açısını gökten yere indirmiş, ontolojiyi ve diğer her şeyi yeniden kurmuştur. Avrupa ile diğer medeniyetler arasındaki kopuş da tam da bu noktada başlamıştır.

Shayegan’a göre medeniyetler nüfuz ettikleri yerlerdeki medeniyetleri amorf hale getirerek şekilsizleştirir. Bunu ‘yamalama’ kavramıyla ifade eden Shayegan, olgularda hiçbir karşılığı olmayan fikirlerin toplumsal gerçeklerle çakıştırılması zihinsel bir belirsizlik meydana getirir. Yamalama, modern bir içerik üzerine eski söylemin oturtulması veya tersine eski bir içerik üzerine modern bir söylem oturtulması şeklinde gerçekleşir. Modern içerik üzerine eski bir söylemin giydirilmesi İslamileşme iken, eski bir içerik üzerine modern bir söylemin giydirilmesi Batılılaşmadır ve bunların ikisi de çarpıklıktır. Çünkü bu içerik ve söylemlerin hiçbiri olduğu gibi kalamamış, melezleşmiş, ikisinin karışımı olmuştur. Batılılaşma etkisi altında yeni yaşam biçimi yamalanmış ve biçimsiz hale gele gelmiştir. 

Çarpıklıkların Toplumsal Kesimi’ başlıklı son bölümde ise Batı dışı toplumlarda yaşanan ‘biçimsizliğin’ artarak devam etmesinde entelektüel, ideologlar, teknotratlar ve din adamlarından oluşan kesimleri sorumlu tutmaktadır. Örneğin İran’da Şii ulema her zaman başat rol oynamıştır. Modernlik sonucu geleneksel değerlerin yıkıma uğrayacağı endişesi, Şii din adamlarını geleneğin ve inançların muhafızları olarak görülmesine neden olmuştur. Dolayısıyla modernite, yıkmak istediği kesimlerde ekstra bir direnç ve güç üretmiştir. ‘Modernlik rahatsız eder değiştirir, direnç yaratır ve paradoksal olarak kırıp geçirmek istediği kesimlerin rolünü kuvvetlendirir’ diyen Shayegan’a göre, zaten modernite karşıtı olan din sınıfı bu etkenlerle birlikte Batıya karşı saf bir objektiflikle asla yaklaşmayacaktır. Neticede ulemanın, İranlıların modernleşme sürecine olumlu bir katkı sunması mümkün olmayacaktır.

Shayegan’a göre önümüzde duran mesele gerçekten zor ve çetrefillidir. Bunun tedavisi oldukça sancılı olacaktır. Shayegan, bunun çözümünü tıpkı onların Doğu medeniyetine gösterdiği ilgi gibi Doğu medeniyetinin de Batılıların eserlerine ve kültür evrenine ilgi göstererek, dillerini iyice öğrenerek kaynaklara tam anlamıyla vakıf olunmasında görmektedir. ‘Müslüman Avrupa dillerinden birini iyi bilmiyorsa Batı’nın yarattığı büyük eserlere kesinlikle güvenilir bir giriş yapamaz.’ diyerek dil öğrenmek ve kültür arasındaki ilişkiyi vurgulamaktadır.

Abdullah YARGI