Sutor, ne ultra crepidam.
Kunduracı, çarıklarında kal.Apelles
1
Yunan ressam Apelles henüz tamamladığı bir resmi şehrin meydanına koyar ve bir köşeye çekilerek kendisini belli etmeden insanların söz konusu resimle ilgili söyleyeceklerine kulak verir. Bir kunduracı yaklaşır çok geçmeden, resme uzun uzun bakar ardından, ayakkabılar olmamış der ve gider. Apelles kunduracı gider gitmez fırçayı alır eline ve kundurucanın eleştirdiği noktaları tek tek düzeltir. Kunduracı ertesi gün tekrar gelir, resme yine uzun uzun bakar ve bacaklar da olmamış der. Döner tam gitmek üzereyken Apelles çıkar karşısına bu sefer ve kunduracı, kunduracı, sen istersen çarıklarında kal ha der. Girişte verdiğim epigrafın kısa bir hikayesi bu. Dinlediğim, aslında maruz kaldığım 15 dakika için benden özür ve hatta helallik dilemeli sayın Ahmet Dağ, haddizatında benim gibi aşağıdaki başlığa tav olup da acaba Makineleşme, Sibernetik, dolayısıyla Transhümanizm hakkında bilgi edinebilir miyim düşüncesiyle bahse konu 15 dakikaya katlanan herkesten. (Makineleşmeden Sibernetiğe Transhümanizm Nedir?) Facebook profilinde felsefecilik bir işse o işi yapıyorum diyor kendisi, fakat en azından bu 15 dakika için bunu kabul etmek mümkün değil tabii ki. Kendi mesleğini, kendisi ilahiyatçı bildiğim kadarıyla, çok daha iyi yapabileceğinden adım gibi eminim. Diğer taraftan, felsefecilik bir iştir, evet, en azından bir iş de olabilir diyelim, ama falcılığa hiç ama hiç benzemez, dolayısıyla bir kişinin yaptığı şeyin felsefe olup olmadığını tespit etmek o kadar da zor değildir. Sayın Dağ’ın bu 15 dakika içerisinde yaptığına her ismi verebilirsiniz, fakat felsefe diyemezsiniz kesinlikle. İsminin önündeki titre bakılırsa bir akademisyen kendisi, evet, fakat bunun nasılını ve niçinini sorgulamak benim işim değil, beni ilgilendirmez. Normal işleyen bir felsefi diskurda belirli bir konuyla ilgili olarak önünüze bir argüman koyarlar ve siz de bu argümanı analiz ederek değerlendirirsiniz, dolayısıyla bir eksiklik varsa dile getirir, yoksa söz konusu argümandan neşet etmesi mümkün sonuçlara işaret edip size göre aynılarından dolayı oluşabilecek farklı uygunsuzlukları dile getirerek ileri süreceğiniz karşı argümanlarla birlikte aynısını aynılarına binaen kabul edilemez kılmaya da çalışabilirsiniz, evet, bunu da yapabilirsiniz. Düşünürsünüz yani, akıl, aklınızı yürütürsünüz. Ya da iknâ olur kabul edebilirsiniz, bu da mümkün, bu da bir alternatif. Ve eğer amacınız felsefi bir pozisyonu tanıtmaksa sadece, bir şekilde kendinizden değil söz konusu pozisyondan söz edersiniz, söz konusu pozisyonun kendisini tanımladığı gibi, tanımladığı kavramlarla ve tanımladığı kadar yaparsınız bunu üstelik. Filozoflar Kassandra‘cılık oynamazlar, müneccimlik yapmazlar yani: siz futuristlik deyin isterseniz –Ray Kurzweil, Yuval Harari-. Sayın Dağ masal anlatıyor ama, üstelik de son derece kötü yazılmış bir masalı son derece kötü bir şekilde. 15 dakikada felsefe mi yapılırmış Allah aşkına diyebilirsiniz, ayrıca gereksiz detaylara takıldığımı ve büyük resmi gözden kaçırdığımı söyleyebilirsiniz. Kötü niyetli olduğumu da, hatta sayın Dağ’ı kıskandığımı, sadece görünmek istediğimi haddizatında. Nitekim alıştım artık. Sabahları köşedeki simitçiye bile simitler bugün biraz bayat mı acaba? diye nazikçe sorduğumda dahi aldığım karşılık abi sen beni kıskanıyor musun, görünmek mi istiyorsun yoksa? oluyor. Aslında buralarda bu kadar çok kıskanılacak hayatların yaşandığını bilmiyordum. Bu iyi bir şey ama. Konuşmacının son tahlilde meseleyi sadece özetlemeye çalıştığını ve her özetlemede olduğu gibi burada da bazı genellemelerin yapılmasının kaçınılmaz, dolayısıyla anlaşılır olduğunu da ileri sürebilirsiniz. Hiç olmadı bir uzmanı!!! dışlayıcı olarak öylesine, ayak üstü, geçerken, ki bu söylenenlere uygun düşecek kadar dahi yeterli değil yapılan, yaptığı kısa bir konuşmadan yola çıkarak değerlendirmenin, üstelik de bu kadar sert eleştirmenin ne anlamı olduğunu sorabilirsiniz. Hepsi anlaşılabilir bu karşı çıkışların, fakat hiçbirisi ve bir arada hepsi dahi anlatılan kötü hikâyeyi ve anlatıcının kötü anlatışını iyileştirmez, maalesef. Kötüye kötü demeden de iyilerinizin hiçbir değer ve anlamı kalmaz.
2
Ben ölümü öldürmekten söz etmeyeceğim, ona meydan okumaktan, Tanrılaşmaktan, agnostik ve ateist sarkaçlardan, mitlerden paganlardan, Levandowski‘nin ürettiği, ya da üretmek istediği yapay Tanrılardan. Hiçbirisi ilgilendirmiyor beni. Barack Obama da ilgilendirmiyor beni, Iron Man de. Vladimir Putin daha az üstelik. Dağ’ın uyguladığı ahlakilik kriteri sonucu, her neyse bu kriterler artık, Batıya karşı bulduğu müttefikle de aram pek iyi sayılmaz: Kim Jong-un. Bu noktada bir kayıt var gerçi, atlamamak, haksızlık yapmamak gerekir: sadece tırnak içinde bir ahlakilikten söz ediyor sayın uzman. Ürdün, Suudi Arabistan ve İsrail tarafından Hz. Musa‘ya vahyin indiği bölgede, Dağ’a göre, açıkça söylemese de, şeytan üçgeninde adeta, isimlendirme sayın Teoman Duralı’ya ait, Dağ’ın yalancısıyım, Çağdaş İngiliz Yahudi Medeniyeti adına 500 milyar dolarlık bir bütçeyle kurulmaya çalışılan uydu Neom şehrine gitmeyi hiç mi hiç düşünmüyorum, bulunmayacağım orada söz veriyorum, so wahr ich hier stehe, as sure as I’m standing here. Dağ’ın verdiği bilgilere göre Suudi Arabistan, aslında tabii ki İsrail, yani Çağdaş İngiliz Yahudi Medeniyeti, bütün Orta Doğu coğrafyasını kontrol altında tutmak için kurdurduğu bu şehrin inşaatında çoğunlukla İsrailli mühendisleri kullanıyormuş. Ne hikmetse artık. Sinemayı, özellikle de Hollywood‘u, çok sevmeme rağmen sinemadan da bahsetmek istemiyorum, daha da az Pentagon‘dan. Batı düşüncesinin tarihi bir panoramasını da vermek değil maksadım. Yapmak istediğim sadece kendisini, kendi ifadesiyle, bir zayıf Nietzschevari transhümanizm taraftarı olarak tanıtan, meiner eigenen Auffassung eines schwachen Nietzscheanischen Transhumanismus, Stefan Lorenz Sorgner‘nın 12 sütun altında topladığı Transhümanizm diskurlarını kısaca tanıtmak olacak, 12 Saeulen transhumanischer Diskurse. Transhumanizm, dolayısıyla posthuman düşünceyle Friedrich Nietzsche‘nin der Übermensch düşüncesi arasındaki benzerlikler inkâr edilemez haliyle. Sorun da bu değil zaten, mesele daha çok bu benzerliklerin ikincisini ilkinin düşünsel çıkış noktası olarak belirlemeye yetip yetmeyecekleri meselesidir. Ben kendi adıma yetmeyeceğini düşünüyorum. Haddizatında daha fazlasını hatta, da yeri burası değil. Sorgner yeteceğine inanıyor ve bu bağlamda, mesela, kendisi gibi düşünen Max More‘nun ismini zikrediyor, dolayısıyla bu kabulünde yalnız olmadığını ileri sürüyor. Kaldı ki Jürgen Habermas gibi bir felsefi otorite var nispeten aynı yerde duran. Habermas her iki düşünceyi de saçma, absurd, olarak değerlendiriyor, dolayısıyla transhumanistleri, her ne kadar Sorgner’ya göre bu noktada yanlış olarak posthumanistler tabirini kullansa da, kamuoyunda eliter düşünceleri için henüz daha destek bulmayı başaramamış çılgın entelektüeller olarak tanımlıyor. Habermas ekliyor, Allah’tan, glücklicherweise. Bunu bizim argoya çevirirsek kafayı yemiş manyaklar dahi diyebiliriz bu tiplere. Tabii ki bilinen Habermas değil bu noktada bu şekil bir tepki gösteren Habermas. Fakat hayatınızın yetmiş yılını insanın mutluluğu için düşünerek tüketmişseniz ve halihazırda tüketmeye devam ediyorsanız buna hakkınız var. Ara sıra saçmalayabilirsiniz. G. E. Moore da vakti zamanında iki elini kaldırıp dinleyicilere göstererek kendi bilincinden bağımsız bir dış dünyanın varlığını kanıtlamış olduğunu düşünmüştü, nitekim iki eliyle birlikte iki maddi şey sunmuştu onlara. Ludwig Wittgenstein‘ın söylediği gibi daha sonra, bunu kendisini rezil etmeden Moore ciddiyetinde ve büyüklüğünde bir filozof yapabilirdi ancak. Transhümanizmle Nietzsche’nin düşünceleri arasında her ne kadar bazı yüzeysel benzerlikler görse de, despite some surface‐level similarities with the Nietzschean vision, ikisi arasında genealojik bir ilişki olduğunu kabul etmeyen önemli düşünürlerden biri Nick Bostrom‘dur. Ona göre what Nietzsche had in mind, however, was not technological transformation but a kind of soaring personal growth and cultural refinement in exceptional individuals, Nietzsche’nin aklında olan teknolojik bir transformasyondan çok, özel teklerin şahsında gerçekleşen bir tür bireysel bir büyüme, yükselme, yücelme ve kültürel bir incelmeden ibaretti. Buna kısmen katılabilirim, ama sadece kısmen.
Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN