İlk olarak İslam dünyasında sınırların gelişmesi ve diğer kültürel havzalarla girilen ilişkiler, özellikle Yunan felsefesinden yapılan tercümeler ve buna bağlı olarak gelişen düşünceler, felsefe hakkında bazı düşüncelerinde ortaya çıkmasını sağlamış ve gelişen tartışmalar din–felsefe, akıl-vahiy ilişkilerine ilişkin bir külliyatın doğmasına yol açmıştır. Bu tartışmaların finali Gazali ve İbn Rüşt arasındaki “Tehafüt” geleneğidir. Bu tartışmada Gazali, felsefi düşünce karşısında eleştirel bir tutum tanırken ünlü bir fakih de olan İbn Rüşt felsefe tarafında yer almıştı. Görünen o ki, Gazali’nin tavrı İslam düşüncesi üzerine belirleyici olmuş ve felsefe kuşkuyla bakılan bir alan olagelmiştir.

Osmanlı geleneğinde felsefeye karşı olan kuşkulu tavırda Gazali geleneğinin etkisi belirleyici olmuştur. Fatih’in huzurunda yapılan son tehafüt tartışmasında, Gazali geleneğine mensup Hocazade’nin galibiyeti felsefe karşıtlığında belirleyici olmuştur.

Cumhuriyet devrinde ise felsefe daha çok pozitivist-ateist yorumu benimseyen aydınlar üzerinden savunulduğundan, bu tutum özellikle dindar/muhafazakar halkın ve İslamcıların felsefeye olumsuz bakmalarına dayanak oluşturmuştur. Felsefi düşünceyi savunanların büyük ölçüde pozitivist-ateist kültür üzerinden dine yaklaşmaları karşı, geniş İslamcı kitleleri ve onların entelektüel temsilcilerini felsefeye tavır almaya zorlamış; bu olumsuz bakış açısı zamanla egemen bakış açısına dönüşmüştür. Özellikle Aksiyoner anlamda muhafazakar-milliyetçi-İslamcı gençlik üzerinde oldukça etkili olan Necip Fazıl özelinde bu tutum oldukça belirgindir. Bu tutumun aykırı örneklerinden biri “Hareket felsefesini” ülkemize taşıyan Nurettin Topçu olmuştur.

Nurettin Topçu, Türkiye’deki felsefeye karşı olumsuz bakışa karşı, felsefeyi savunmuştur. “Felsefe bize, üstümüzde ve yükseklerde bulunan hedeflere doğru ilerlemesini öğretir. İnsan düşünürken, yeryüzünün bütün sufli hadiselerine yükseklerden gelen bir ulvi bir mayayı farkında olmayarak muttasıl karıştırır. Sanki hayatı onunla bir mana kazanır. İşte bu insanın felsefe yapmasıdır.” (Yarınki Türkiye, Nurettin Topçu, Dergah yayınları, s: 52)

Nurettin Topçu’ya göre bir toplumda yaşayan insanlar, düşüncenin ürünü olan felsefeye karşı ilgisiz kalamaz. Her cemiyetin kendine özgü bir düşünce faaliyeti vardır. “Acaba bizim felsefemiz nedir?” (Yarınki Türkiye, s:53) sorusunu tartışmaya açan Nurettin Topçu bu konuya yaklaşımları ele alarak eleştiriyor.

Felsefeye bakış konusunda iki farklı bakış açısı karşımıza çıkmaktadır.

1- Batının felsefesinin olduğuna, bizim o felsefelerden birini kabullenmemiz gerektiğine inanan batıcılar.

2- Kur’an bize yeter felsefeye ihtiyacımız yoktur diyen muhafazakarlar.

İki görüşü de eleştiren Nurettin Topçuya göre “Felsefi görüşümüz olmazsa büyük Kitab’ı hakkıyla anlayamayız, sadece ezberleriz ve ezber okuya okuya doktorun reçete kağıdını batırdığı bardağın suyunu içmekle tedavisini uman hastanın haline benzeriz.” (Yarınki Türkiye, s.54)

Nurettin Topçu’ya göre felsefe bize gereklidir, çünkü;

1- Felsefe her şeyden önce biricik kılavuzumuz olan aklın kullanılmasını öğretir.

2- Aklımızın alemi bütün halinde kavrayışı demek olan felsefe, ahlakımızın da sanatkarıdır.

3- Felsefe, siyasi nizamın da yapıcısıdır. Bir millet rejiminin hususiyetlerini, o milletin felsefesi tayin eder.

4- Bizzat kendimize karşı zalim olmak istemiyorsak kendimize bir felsefe arayalım. Zira sabah uykudan gözlerimizi açarken, üstümüze çöken ümitsiz karanlık, o içler oyucu yaşamak korkusu, ruhumuza imanın aydınlığını getirecek bir felsefenin eliyle uzaklaştırılabilir.

5- Felsefe dini inanışlarımızın da üstadıdır. O olmazsa din adı altında halka sunulan her efsaneyi dini inanış yaparız. İbadet hareketleri yapan herkesin din diye arkasından gideriz. Daha mabetlerini bir gulgule ticarethanesi olmaktan kurtaramayan adamların telkinlerine kıymet veririz.

6- Felsefe, hürriyetimizin de hayat kaynağıdır. Düşünen adam hürriyetini anlar, hareketini doğurmuş olan sebepleri bilen insan,o sebeplerin idaresini kendi eline alabilmekle hürriyetini gerçekleştirir. Bizi hayat yolunda durdurup düşündüren felsefe, her adımda hürriyet sunmaktadır.

7- İnsan anlaşılmadan insanlık aleminde inkılap yapılamaz. Nedir bu insan ki hayvanların hepsi ondadır; öyle iken Allah’a götüren yol da ondadır. Varlığımızın Allah’la münasebetinin sırrına ermesek bile, kendimizi bilmeden Allah’ı anlayamıyoruz. İnsanı tanıtan felsefe olduğundan inkılaplarımızın hepsi ona muhtaçtır.” (Yarınki Türkiye, Nurettin Topçu,s: 55-62)

Bir toplumun sağlıklı bir şekilde yaşayabilmesi, inancını anlayabilmesi ve tarihteki yerini alabilmesi için felsefe gereklidir. Felsefenin hikmeti aramada ve ruhumuzu sefaletten kurtarmak için gerekli olduğunu savunan Topçu şöyle demektedir: “Felsefenin bize neler verebildiğini gördük. O halde insan cemiyetlerinin felsefesiz yaşamadığını söyleyebiliriz. Çünkü hikmetsiz hayat olmaz. Mesela, yaşatan felsefenin sistem halinde ifadesini ortaya koymaktır; bütün bir cemiyeti bir hikmet sofrası etrafında toplamaktır. Eğer bu yapılmazsa temayüller, hisler ve hareketler halinde kalarak bir türlü şuurlarımıza ulaşamayan felsefemiz, ruhumuzu sefaletten kurtarıp ideale kavuşturamaz.” (Yarınki Türkiye, s: 62)

Nurettin Topçu, “hareket felsefesini” Türkiye’ye taşıyan isim olmuştur.

Topçu’ya göre toplumsal yapının mimarları filozoflar olacaktır. Bu anlamda felsefe, Türk toplum yapısının oluşmasına da büyük katkı yapacaktır. Topçu, felsefenin niçin olması gerektiğini analiz ettikten sonra, “Bizim felsefemiz ne olmalıdır?” sorusunu analiz etmektedir. Topçu’ya göre felsefe binasının malzemeleri şunlar olmalıdır:

1- Felsefemizin eşiğinde ilk endişemiz şu olmalıdır:

Asrımıza asırların hediye ettiği fikir dünyasının şu iki altın anahtarını ele geçiröeden binamızın kapısını zorlamayalım. O iki anahtar işte: XX. asırda insanlığın ulaşabildiği fikir ve zeka hazinesinde bütün fikir dünyasının ortaklaşa bölüştüğü prensiplerden;

a) Biri dünyamızı idare eden tekamül prensibi

b) Öbürü aklın mükemmel işleyişini düzenleyen metodlu düşünme prensibi.

Bu prensip tekamülcülüğümüzün temel taşıdır.

2- İkinci prensip, aradığımız cemiyet nizamını kuracak:

Çoğunluğu çiftçi olan Anadolu’nun, kendi içinden gelen evrimi takip eden toprağa bağlı insanını, toprağın sahibi, hakimi yapacak ve alın terinin meyvesi olan mülke hörmet ederek sade üretimi sosyalleştirici bir çalışma nizamı.

Bu Anadolu’nun sosyalizmidir.

3- Ya insanımızın iç yapısını hangi malzeme ile yoğuracağız?

Kur’an’ın, zulmün karşısına sabrı, kinin karşısına affı koyan, ölümü ümit ile karşılayan, sonu olan varlığımızı sonsuzluğun yolcusu yapan ve Allah’ı insanda tanıyan,insan anlayışı.

Bu Ahlakımızın temelini teşkil eden İslam ruhçuluğudur.

4- Dördüncü ve sonuncu prensip, şahsiyetçiliği esas olarak kabul eden idealizm olacaktır.“(Yarınki Türkiye, s: 63)

Kısaca Topçu’nun felsefi sisteminin temelleri şu ilkelere dayanmaktadır:

1- Tekamülcülük.

2- Ruhçu Anadolu Sosyalizmi. (Topçu’nun sosyalizmi, Batı’da geçerli olan ve materyalizme ve ateizme yaslanan ideolojik sosyalizmden oldukça farklıdır.)

3- İslam ruhçuluğu. (Topçu’nun anlayışı tasavvufi temelde İslam anlayışıdır.)

4- İdealist şahsiyetçilik.

Nurettin Topçu, felsefesini oluştururken Batı felsefesinin omurgasını oluşturan felsefi sistemleri de eleştirmektedir. Pozitivizm, pragmatizm ve sosyolojizmi “hakikat düşmanı üç felsefe” akımı olarak değerlendirmektedir. “Pozitivizm, hakikati deneylere, pragmatizm menfaate, sosyolojizm ise onu cemiyete esir etmektedir. Bu sistemler hiçbir şeyi izah etmiş değillerdir.

Topçu, felsefemizi inşa ederken Rönesans hareketlerini incelemekte ve bize özgü bir rönesans hareketinin imkanlarını ortaya koymaktadır. Topçu’ya göre yapmamız gereken rönesansın basamakları şunlar olmalıdır.

1- Birinci basamak: İlkin her ilahi harekete başlangıç olacak aşkın, yepyeni bir neşvenin doğması lazımdır. Zira, onsuz hiçbir ruh hareketi yapılamaz. Bu ruh hareketi bir felsefe sistemi olacaktır. Evvela kainatta yerimizi belli etmek, hayatın kıymetine dair fikir edinmek ve sonsuz istikbale ait ideali ortaya koymak icap edecektir.

2- İkinci basamak: Aşkımız kanatlandı. Kendimizi ve gözle görünen vehimlerin dışında, ancak aklımızın ulaşabildiği kainatımızı arıyoruz. Bu arayışın gayesine ulaştırılması için her şeyden üstün bir iktidara ihtiyaç var. Aklın saltanatını ilan etmeliyiz.

3- Rönesansımızda üçüncü basamak, hür düşünüşe ulaşmaktır. Biliyoruz ki, hürriyetimizin düşmanı olan kuvvetler hem dışımızda hem de içimizdedir.

a) Dıştan esaretimiz, otoritelerin elinden çektiğimiz esarettir.

b) Bizi esir eden ikinci kuvvet ihtiraslarımızdır.

4- Zihin bütün esaretlerden kurtulduktan sonra rönesans, ebedi bir güzellik manzarası halinde bizi karşılıyor. Dayandığımız felsefe, bir elde, ilmin hakikatini tanıma metodları öbür elde olarak, dördüncü basamakta kavuştuğumuz bahçe, bir nevi çokluk sevgisi halinde bizi kucaklayan sanatın bahçesidir. Edebi sanatlarla musikinin, resim, heykel ve mimarlığın rönesansını orada arayacağız.

Bizim Kur’an’dan alacağımız metafizik ve idealist ilhamla Anadolu folklorunun bahçelerinden toplayacağımız realite demetleri birleşerek edebi rönesansımızın kapısını açacaktır.

5- ‘Bu rönesansı hazırlayacak olanlar nereden yetişecek?” diye soracaksınız. Vakıa rönesans ferdi dehaların eseridir, onları mektep yetiştirmez. Ancak, kitap yakanlar zihniyetinin nihayet bularak kitap yapanlar zihniyetinin doğmasına elverişli muhit hazırlamak, bir rönesansın kurucu ve yaşatıcılarına hayat verecek zemin üstünde bir mektep açmamız lazımdır.” (Yarınki Türkiye, s: 97-105)

Topçu’ya göre yeni bir rönesans oluşturmak için, buna uygun bir felsefe sistemi, aklın belirleyiciliğini kabul etmek, düşünce özgürlüğünü sağlamak için, düşünce özgürlüğünün önündeki iç ve dış engeller olan otoritelere bağlanmak ve ihtirasları ortadan kaldırmak, sanatta rönesansın yollarını aramak ve nihayet rönesansı oluşturacak kişileri yetiştirecek okullar kurulmalıdır.

Nurettin Topçu kendine özgü bir milliyetçilik düşüncesi oluşturmuştur. Onun milliyetçiliği Kemalist ulusalcı milliyetçilikten de, Ziya Gökalp ve Yusuf Akçura’nın milliyetçiliğinden de, Nihal Atsız’ın İslam’ı dışlayan milliyetçilik anlayışından da, Turancılıktan da farklıdır. Onun milliyetçiliği Anadolu tipi, İslam’la bağlantılı, ruhçu bir milliyetçiliktir.

Nurettin Topçu’nnu savunduğu milliyetçiliğin temel özellikleri şunlardır:

1-Millet dini, onun ahlakını, öfkelerini ve kalbini yoğurmuş, Türk –İslam medeniyetine yön ve kaynak olmuş İslam dinidir.

2- Büyük vatan Anadolu toprağıdır.

3-Soyumuz, Oğuz çocuklarının Anadolu’nun dokuz yüz yıllık tarihi içinde bu topraklarda kaynaşmalarla eriyip aslını kaybetmeyen Türk soyudur.

4- Dilimiz bu ülkede yüzyıllar boyunca devam ede gelen tarihi olgunlaşma içinde varlık kazanan müşahhas ve zengin Türk dilidir. Ferdi isteklerin icadı olan mücerret ve hayatsız dil, milli dil olamaz.

5- Devlet, büyük çoğunluğu köylü olan kütlenin iradesini yaşatan merkeziyetçi, otoriteli ve mesuliyetli devlettir.

6-İktisadi sitemimiz,halkın bütün içtimai ihtiyaçlarını karşılayan ve her ferdi iş ahlakıyla seferber eden asrın geçer deyimiyle ruhçu sosyalist sistemdir.” (Yarınki Türkiye, s:151)

Kuşkusuz felsefe karşıtlığının altında tarihsel ve aktüel nedenler bulunmaktadır. Tarihte Gazali ile başlayan felsefe eleştirisi geleneğinin oluşturduğu dini zemin ile cumhuriyet döneminde ülkemize gelen felsefe akımlarının etkisi felsefeye karşı olan bakışı etkilemiş ve yerleşmesine sebep olmuştur.

Pozitivizm, pragmatizm ve sosyolojizmi “hakikat düşmanı üç felsefe” akımı olarak değerlendirmektedir.

İslam bir felsefe değildir sözü bir anlamda doğrudur. Çünkü İslam teorik bilginin değil o bilginin pratiğe uygulanması üzerinden yürümüştür. Bundan dolayı insanlar düşündüklerinden değil, yaptıklarından sorumlu tutulurlar. Hatta söylediklerini yapmayanlara kitap yüklü eşekler denir. Ancak konu bu kadarla sınırlı değildir. Neredeyse her on ayetinden birinde akletmek veya tefekkür etmekten bahseden bir öğreti felsefeyi dışlayabilir mi?

Galiba sorun akıl, felsefe veya tefekkür etmekte değil; bizim bunlardan ne anladığımızdadır. İslam dünyasında en kapsamlı felsefe eleştirisini yapan Gazali bile felsefenin tümünü reddetmemiş, konuyu meselelere ayırarak incelemiştir.

Ünlü Maliki fakihi de olan (Bidayet’ül Müçtehit adlı fıkıh kitabının yazarıdır.) İbn Rüşt, felsefeyi reddedenlerin durumunu şöyle değerlendirir: “Felsefeyi reddetmek, su içerken boğulan birini gerekçe göstererek suyu yasaklamaya benzer; oysa yaşamak için su gereklidir.

Necip Fazıl gibi cumhuriyet sonrası İslamcı düşünürlerin felsefe karşıtlığı, felsefenin ne olduğundan değil, daha çok ülkemizde felsefenin pozitivist-ateist karakterinden kaynaklanıyordu. İslam medeniyetinin en üst düzeyde olduğu dönemler İslam felsefesinin de zirvede olduğu dönemlerdedir.

Nurettin Topçu, felsefesiz bir medeniyetin kurulamayacağı görüşündedir. Bu nedenler Anadolu insanına özgü bir felsefi sistem yaratmak gerekmektedir ki, bu sistem Nurettin Topçu’ya göre “Hareket Felsefesidir”.

Nurettin Topçu’ya göre Anadolu’nu manevi kurtuluş mücadelesi henüz yapılmamıştır. Kendi rönesansımızı yapmak için, Anadolu’nun özünü oluşturan ruh köküne inmek gerekmektedir. Alemin varlık, düşünce ve hareket gibi üç unsurdan oluştuğu savunan Topçu, hareketi hayatın gayesi olarak görür. “Tam ve gerçek hareket, önce hareketin sahibi olan insanda başlar, hareket iradesi olur. Sonsuz imkanlarla yüklü kainata çevrilir, hareketin safhalarını meydana getirir. Hedefi sonsuzluktur, meyvelerini sosuzlukta verir. İnsan onu sonsuzluğun sınırına kadar götürür, orada sonsuzluğa teslim eder.” (Yarınki Türkiye,s: 19)

Topçu’ya göre hareket ahlakı kişi ile Allah arasında bağlantıyı kurmaktadır. Aile, millet ve medeniyet bu ahlaki hareketin unsurlarıdır. Bu anlamda haraket insanla Allah’ın terkibidir.

Nurettin Topçu’ya göre alem, varlık, düşünce ve hareketin bütünüdür. Topçu, varlığı kalkış noktası, düşünceyi kılavuz, hareketi ise hayatın gayesi olarak görür. Ona göre hareketsiz yaşamak imkansızdır. Düşünce bile, varlığın dışına çıkamayıp bizzat kendi üzerine katlanan içsel bir hareketten ibarettir… Varlık olmadan alem, hareket olmadan da insanı düşünmek abestir. Hareket, insan varlığını her an yenileyip kendi kendisini daima sonsuzluğa yönelme isteğiyle yeniden yaratmasıdır… Her hareketin temelinde, hareket edenin yine kendine çevrilen sevgisi vardır ve bu sevgiye uygun şekilde hareket etmek için kendini ortay koymak lazımdır,her hareket , bir tehlikeyi göze almayı ihtiva eder. Eşyayı değiştirdikçe, insan kendisinin de değiştiğini ve bu yolla gittikçe Allah’a yaklaşıp bütünleştiğini deruni bir şuur içinde duyup kurtuluşunu hakikat yapmakta ve demek ki, ebedi yaşayış doğuşla birlikte daha bu dünyada iken başlamaktadır. O sebeple her harekette bir iman hareketi vardır.” (M.Sarıtaş, Nurettin Topçu’da Sosyo- Pedagojik Yapı, Mesaj yayınları)

Öyleyse hareket,insanı Allah’a ulaştıran bir köprü ‘insan ile Allah’ın bir sentezidir’. Bu sentez ne insanın isteğiyle ne de Allah’ın isteğiyle bozulabilir. Bu sentezin bozulması iki tarafın yok olmasıdır. Hareket bu sentezle tamamlanır. Sentezin bozulması, hareketin yokluğu, ,iflası,ölümü demektir. Bu, bizde ilahiliğin inkarı,dolayısıyla kendi kendimizin de inkarıdır. Hareket iledir ki,imana dolayısıyla kurtuluşa erişilebilir. Hareketin olduğu yerde Allah, Allah’ın olduğu yerde hareket vardır. Hareket, tabiat-üstü alana kadar Allah’ın bizdeki isyanıdır. Tabiat-üstü alanda ise kendi kaynağına ulaşan irade kendini, yani Allah’ını bulmuştur.” (Ali Osman Gündoğan, Topçu ve Hareket felsefesi, Hece Dergisi, Nurettin Topçu Özel sayısı, sayı:109, s:18)

Nurettin Topçu, Anadolu özelinde bir felsefe geliştirmeye çalışan bir düşünür olarak, kendine özgü Anadolu sosyalizmi, hareket felsefesi, Anadolu merkezli milliyetçilik gibi konularda incelenmeye değer düşünceler üretmiştir.

Yusuf YAVUZYILMAZ