Kötülük kelimesinin Latince kökü, “malum”dur. Malum; “felaket”, “musibet”, “hastalık”, “ağrı” ve “mutsuzluk” anlamlarına gelmektedir.

Kötülük/Şer problemi, birçok açıdan ele alınan ve tartışılan bir konudur. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu konu, çok köklü ve bir o kadar da derin bir mevzudur. Aslında bu meselenin ve tartışmanın temelini, Tanrı’nın özü icabı iyi mi yahut kötü mü olduğu meselesi teşkil etmektedir.

Eğer Tanrı özü icabı salt iyi ve salt güçlü ise, kâinatta ve insanlık âleminde bunca kötülüğün var olması nasıl açıklanabilir? Tanrı bunca kötülüğün varlığına niçin izin vermektedir?

Fiziksel kötülüğe somut örnek olarak genellikle Lizbon depremi gösterilir. Sonraki kuşaklar üzerinde de derin etkiler bırakan bu depremin meydana geliş şekli ve arkasında bıraktığı yıkım hakkında genel bir bilgi verecek olursak şunları söyleyebiliriz:

“1 Kasım 1755 tarihinde, saat: 9: 40’ta korkunç bir deprem Lizbon şehrini altüst eder. Richter ölçeğine göre 8. 9 veya 9 şiddetinde olduğu tahmin edilen, kayıtlı tarihteki bilinen en kötü deprem olarak belirtilen bu depremde, sadece Lizbon’da onbinlerce (yaklaşık 40.000) insanın öldüğü iddia edilir. Felaketin günü ve saati önemlidir: O, Azizler Günü’nde (All Saints Day), Lizbon kiliselerinin tıka basa dolu olduğu sabah ortası bir saatte olmuştu. Anlatıldığına göre, ilk anda kilisede ölmeyenler de art arda gelen müteakip sarsıntılarda ve her yeri yakan büyük yangında öldüler. Yıkılan binalardan uzakta, limanda bir sığınak arayanlarsa gelgit dalgalarınca yutuldular.”

Ancak Fiziki kötülükler(Deprem, sel felaketleri) konusunda insanın tamamen kadere ve olaylara mahkûm olduğunu da iddia edemeyiz. Mesela az gelişmiş ülkelerde hastalıkların veya depremlerin etkisi çok fazla iken, gelişmiş ülkelerde bu etkiler en asgari düzeye indirgenebilmektedir. Bu da gösteriyor ki, fiziki kötülükler konusunda insan, tamamen iradesiz ve eli kolu bağlı değildir.

Öte yandan kötülük, göreceli ve geçici bir durumdur. Nitekim İslâm Filozoflarının büyüklerinden sayılan Farabi için kötülüğün, bu külli nizamda önemli bir yeri ve gerekliliği vardır. Bu anlamda Farabi’ye göre, az şerden dolayı çok hayrı terk edemeyiz. Mesela gerçekte rahmet olan yağmurun yağmasından dolayı bazı evlerin yıkılması ve selin meydana getirdiği bazı olumsuz sonuçlardan ötürü yağmurdan vazgeçilmez. Çünkü yağmurun zararları az kötülük hükmündedir. Ancak yağmurun, kendisi çok hayırdır ve içinde çok hayırları barındırmaktadır.
Görünüşte kötü olarak görülen şeylerin hakiki yüzlerinde bir güzellik, bir iyilik ve bir düzen muhakkak vardır.

“O Allah ki, yarattığı her şeyi güzel yapmış.” ayeti de göstermektedir ki, Allah’ın mülkünde mutlak çirkinlik yoktur, her şey güzel ve iyidir.

Bu açıdan baktığımızda yıkıcı ve öldürücü nitelikteki depremler, tsunamiler ve korkunç nitelikteki felâket ve afetler dış görünüş itibariyle kötü görünmektedirler. Ancak bununla birlikte bu olayların iyi tarafları da vardır. Mesela depremler dünya üzerinde bazı insani ve mali kayıplara ve acılara sebep olsa da, yeraltındaki bazı maden ve kaynakların dünya üzerine çıkmasına da kaynaklık etmektedir. Ayrıca depremler sayesinde insanlar barınaklarını daha korunaklı ve sağlam yapmaya çalışır. Araştırma ve incelemelerde bulunur. Bunun sonucunda da insanlık âlemi teknolojik olarak ilerleme kaydeder.

Bu açıdan insan, olayların dış görünüşüne bakıp aceleci ve yüzeysel kararlar vermemeli, işin başka boyutlarını da göz önünde bulundurarak değerlendirmelerde bulunmalıdır.

Kötülüğün kâinatta kemiyet ve keyfiyetçe çok olduğu iddiası da sübjektif bir iddiadır. Bunun nesnel ve objektif bir dayanağı yoktur. Aksine nesnel gerçekler iyiliğin ve iyinin kötülüklerden daha fazla bulunduğu yönünde. Hasta insanlar ile hasta olmayan insanlar, savaşın olduğu zamanlar ile olmadığı zamanlar kıyaslandığında, sağlıklı insanların hasta insanlardan çok olduğu, barışın da savaştan daha uzun süreli olduğu görülecektir. Ancak insanın kalbi kâinata bir mikyas, bir ölçü olması münasebetiyle, karamsar ve ümitsiz biri, kâinatı da o şekil karamsar görecektir.

Takriben M.S. 50’li yıllarda yaşamış olan ve bir azatlı köle olan büyük filozof Epiktetos, kötülüğün ve iyiliğin insanın bakış açısına göre şekillendiğini söyler. Ona göre, aslında insanları acı ve ıstırap içerisine sürükleyen ve insanları üzen eşya ve hadiseler değil; insanın o konu hakkındaki genel kanaatidir. Ona göre ölüm de bir felaket değildir, eğer öyle olsaydı, Sokrates de ölümü bir felaket olarak görürdü. Ancak ölüm ona bu şekil görünmemiştir.

Bu nedenle kötülük, insanın algısına ve bakış açısına göre değişebileceği gibi, insanın içinde bulunduğu şartlara göre de değişebilir. Bu açıdan bir kişi için iyi olan bir durum, başkaları için kötü olabilir. Aynı şekilde birisine kötü olan bir hal ve vaziyet de başkalarına iyi olabilmektedir.

Mesela, hastanede karaciğer nakli bekleyen bir hastaya, herhangi bir kazada acı ve elem içinde hayatını kaybeden birinin karaciğeri nakledildiğinde, bu kaza karaciğer nakli bekleyen için iyi olabilirken, kazada hayatını kaybeden için bu durum kötü olabilmektedir. Bu örnek bize göstermektedir ki, kötü olarak görülen şeyler bazıları için gerçek anlamda kötü olabilirken, bazıları için de iyi ve faydalı olabilmektedir. Bu da kötülüğün göreceli olduğuna işaret etmektedir.

Dış görünüş itibariyle kötü olarak görünen ancak hakikatte hayır olan bir hadiseyi ve insanın bu konudaki cahilliğini gösterir mahiyette İmam Gazzâlî (v.1111) şöyle bir hikâye anlatır;

Vakt-i zamanında Allah’ın her hükmüne rıza gösterme makamına erişmiş bir zat varmış. Bu zat bir vakit aile efradıyla beraber ıssız ve susuz bir sahrada konaklıyormuş. Bu adamın çadırını taşıyan bir eşeği, onları kollayıp gözetleyen bir köpekleri ve onları uyandıran bir de horozları varmış. Ancak bir gece bir tilki gelip horozu götürmüş. Adamın ailesi bu duruma üzülmesine rağmen kendisi ‘Hayırdır inşaallah’ demekle yetinmiş. Ardından bir çakal gelip eşeği öldürmüş. Ailesi bu vakıaya daha bir üzülmüş. Ancak ilahi hükme rıza mertebesine yükselmiş bu adam tekrar ‘Hayırdır İnşaallah’ demiş. Aynı şekilde köpekleri de vurulup öldürülünce ailesi tamamen şaşırmış. Ancak bu veli adam, hiç istifini bozmadan bu duruma da ‘Hayırdır İnşaallah’ demiş. Ancak sabah, güneşin doğmasıyla beraber bu olayların da hikmeti ve sırrı ortaya çıkmış. Çünkü o gece, civar bölgelerdeki insanlar esir alınmış, çocukları da kaçırılmıştır. Bunlardan bazılarının bulunduğu bu bölgeler horozların ötmesi yahut köpeklerin havlaması ve eşeklerin anırması sebebiyle fark edilmişti. Bundan dolayı adam ailesine dönüp, Allah’ın her işinde bir iyiliğin ve hayrın var olduğuna iman ettiniz değil mi? diye sorar. Çünkü der adam, Allah bu hayvanları yok etmeseydi, siz de bu esir alınan ve kaçırılanlar arasında olabilirdiniz.

Buradan da anlaşılmaktadır ki, insanların başına gelen felaket ve musibetlerin aslında insanların yararına olabileceğini ya da insanları daha büyük musibet ve belalardan koruma amaçlı olunabileceği aşikârdır. Bu nedenle insan böyle durumlarda ani ve aceleci kararlar vermemeli, hoşuna giden şeyleri iyi ve hayır; hoşuna gitmediği şeyleri de şer ve kötü olarak algılamamalıdır. Çünkü yukarıdaki ayet-i kerimenin de belirttiği gibi, insanın hoşuna giden şey insan için kötü ve şer olabildiği gibi, insanın nefsine hoş gelmeyen şeyler de insan için hayır olabilmektedir.

Aslında bir musibet ve felaket olarak görülen hastalıklar da kendi içerisinde birçok güzel anlam ihtiva etmektedir. Mesela “Her şey zıddıyla bilindiği” için, hastalık sayesinde biz aslında sağlığın önemini ve kıymetini anlamış oluyoruz. Nasıl ki ışığın lezzetini karanlık sayesinde, sıcağın zevkini de soğuğun varlığı sayesinde anlıyor ve hissediyorsak, Aynı şekilde hastalık vesilesiyle de sağlık ve sıhhatin manasını ve güzelliğini idrak etmiş oluyoruz.

Ayrıca hastalık sayesinde, zamanla unutulan arkadaşlıklar, dostluklar tekrar canlanır ve hasta ile sevdikleri arasında tekrar bir bağ ve muhabbet oluşur. Bununla birlikte hasta olan kişinin annesi ve babası varsa, çocuklarına küçükken göstermiş oldukları tatlı şefkat ve lezzetli merhametlerini hasta olan evlatlarına tekrar gösterirler. Bundan dolayı hasta kişinin çekmiş olduğu elemler, eş ve akrabaların göstermiş olduğu ilgi ve alaka yanında pek hafif kalır.

Dolayısıyla hastalık sayesinde eş, akraba, dost ve ahbaplar arasında sosyal bir yardımlaşma ve dayanışma örneği de sergilenmiş olmaktadır.

Hamdi YALÇIN