İlah kelimesinin sözlükte “tapınmak, kulluk etmek” anlamına gelen ulûhet (ilâhet, ulûhiyyet), “hayret etmek, gönülden bağlanıp sığınmak” mânalarındaki veleh (eleh) veya “gizli olup duyu idrakinin üstünde bulunmak” anlamındaki leyh kökünden türemiş olabileceği kabul edilir. İlahiyat ise İlah kelimesinden gelmekte olup batı literatüründeki meşhur ismi Teoloji (Theology)’dir. Bu alanla ilgili eğitim görmüş insanlara da malumunuz üzere İlahiyatçı deniyor. Kimileri daha ismi anılır anılmaz ön yargılı yorumlara başlasa da kimilerince itibar edilen bir kurumdur. Hatta din hakkında konuşma konusunda da benzer bir ayrım söz konusudur. Bazılarına göre bu alanda konuşmak ve muhatap alınmak için prof titrine ihtiyacınız vardır bazılarına göre de isterseniz ordinaryüs olun onların gözünde İlahiyatçısınız ve sapık fikirli insanlarsınız. Her kafadan birbirinden farklı bazen de taban tabana zıt düşüncelerin çıktığı bu kavram (ilahiyat) ve kişiler (ilahiyatçılar) hakkında konuşmak elbette zor olacaktır.
Muhtemelen kuşatıcılık vasfına da haiz bir değerlendirme de ortaya çıkmayacaktır. Velhasıl kelam zor bir konu. Meseleyi tüm yönleriyle beraber ele almanız gerekiyor iyice araştırmanız gerekiyor. Ben ise bu yazıda onu ehline havale ederek sadece zihinde birkaç kapı aralamak niyetindeyim.
İlahiyatçı şöyledir böyledir şöyle olması gerekir böyle olması gerekir… En temel soruya gidelim. İlahiyatçı diye bir insan tipi var mı? Eğer böyle bir tip varsa kritiğini yapmak ve muhtevasına dair fikir yürütmeler anlamlı hale gelecektir. Aksi takdirde çamurda patinaj yapan araba misali yerimizde sayarız. Ferdi açıdan bakıldığında birkaç tespit yapabilsek de genel manada ilahiyatçı diye bir zümrenin olmadığı kanaatindeyim. Beni bu şekilde düşünmeye iten 2 temel saik var.
Onlara geçmeden önce şunu netleştirelim. İlahiyatçı dediğimiz şey (en azından benim anladığım) İlahiyat eğitiminden geçmiş kişi demek. Hatta bu kimliği almanız veya size giydirilmesi fakülte kapısından içeri ilk adımı attığınızda başlar. Nerede okuyorsun sorusuna vereceğiniz bir cevap vardır: İlahiyat!
İki (2) temel nedene geçecek olursak;
Birincisi ilahiyat fakültesine gelen insanların zihni tabula rasa yani boş bir levha değil. İlahiyata gelen insanların yaşı asgari 18. Bu 18 yıllık süreçte aileden tutun arkadaşlara çevresine dinlediği, okuduğu kişiler derken zaten hazır bir düşünce yapısı ve alışkanlıkları var. Örneğin ilahiyatçı sigara içer mi? Doğru değildir ama içebilir. Çünkü bir adam 8 yıldır sigara içiyorsa ilahiyata girdiği anda bunu kesecek diye bir kaide yok ki. Temennimiz o yönde ama her zaman beklentiler ile gerçekler uyuşmuyor. Bunu bariz bir örnek olması için verdim lakin örnekler rahatlıkla çoğaltılabilir.
İkincisi ise ilahiyat müfredatı ile halkın ilahiyatçıdan beklediğinin uyuşmaması. Açık konuşalım İlahiyat müfredatının amacı kişiyi daha ahlaklı yapmak, daha âbid, daha zâhid bir kul haline getirmek değil. Ahlakın felsefesini öğrenirsiniz. Âbid ve zâhid bir kul olmayla ilgili rivayetlerin nasıl değerlendirilmesi gerektiğini öğrenirsiniz. Size bir ufuk açar, ilmi bir disiplin kazandırır, bilgi düzeyinizi artırır o kadar. İlahiyata gelen öğrencilerden beklediğini bulamayan keşke başka bir bölüme gitseydim diyenleri çokça duyarsınız. Bu konuda dışarıdaki beklenti ile hakikat gerçekten farklı. Oradan gerekeni alayım aynı zamanda daha ahlaklı, daha abid, daha zâhid bir kul olayım diyenler de var. Bu da mümkün lakin bu kişinin çabasıyla alakalı bir durum. Müfredatın getirisi değil. Velhasıl kelam müfredatın böyle bir hedefi yok; iş tamamen okuyan kişiye kalıyor. Müfredatla ilgili son söz olarak Ali Fuat Başgil’in bir tespitine yer verelim. “Mevcut programla, bu okullardan âlim değil, din münekkidi çıkar.”
Şimdi toparlayalım. Gelen insanlar zaten belirli anlamda karakteri, düşüncesi oturmuş insanlar. Gelenlerin yüzde kaçı ahlakıyla ibadetiyle topluma önder olacak örnek insan desek bir elin parmağını geçmez. Kaldı ki bunlar da 4 yıllık süreç zarfında bozulabiliyor. İlahiyatın örnek insan olmayan kişileri iyileştirme gibi bir misyonu da yok. Ayrıca beklentilerin çok olması kişiyi olumsuz manada nasıl etkiliyor bu da ayrı bir sorun. Verilen eğitim yaşamaktan ziyade işin felsefesini yapmaya yönelik bu da başka bir sorunu beraberinde getiriyor. Kaldı ki gelen insanların yüzde kaçı kendi isteği ile buraya geliyor? İsteyerek gelenlerin yüzde kaçının isteme sebebi sağlıklı bir zemine oturuyor? Zaten eğitim veren hocaların örnekliği de tartışılır.O zaman hangi ilahiyatçıdan bahsediyoruz ki?