Star Medya grubunun hazırladığı Necip Fazıl Kısakürek ödülleri geçenlerde sahipleriyle buluştu. Çilesiz dava olmaz sloganıyla sunulan programda dava adamı Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in bestelenen iki şiiri de icra edildi.
Bu güzel ötesi nağmeleri dinlemenizi tavsiye ederim.
Başkanımız Üstadın hayatından kesitler anlatıp dava adamını yâd ederken bir noktaya özellikle dikkat çekti. Duygu yüklü konuşmasında insanın içini sızlatan geçmişteki kara lekeleri bir kez daha vurguladı.
Altını çizmek istediğim üstünde önemle duracağım Başkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın cümlesi: “Kaymağını yedikleri bu ülkeye adeta asalak gibi yapışan elitler.”
Kimdi bu elitler, nasıl olduda bu ülkenin baş köşesine yerleştiler?
Gelin tarihte kısa bir yolculuk yapalım. Sözde aydınların ortaya nasıl çıktığı, Türkiye’nin kaymağını nasıl parsellediklerini hatırlayalım. Hatırlayalım ki! Necip Fazıl Kısakürek gibi zatların değerini, verdikleri mücadeleyi, katlandıkları çileyi daha iyi kavrayalım.
Osmanlıda Sultan Abdülmecid döneminde (1839) ilan edilen Tanzimat fermanıyla batı tarzının startı verilmiş oldu. Nasıl mı? Tanzimat ile birlikte Avrupa’da eğitimin yolu açıldı. Görünüşte olumlu olan bu gelişme sonuçlarına bakıldığında hala ayağımıza dolanmakta.
Eğitime giden gençlerden beklenen Batının gelişmiş ilim ve teknoloji çarkından faydalanıp Türkiyeye aktarmaları ve Türkiye’nin Avrupa’yla olan açığını kapatmalarıydı. Lakin beklenen olmadığı gibi beklenmedik bir gelişme oldu. Jön Türkler diye isimlendirilen bu kişiler Batının ilminden çok yaşayışından etkilenip kendileri de öyle yaşamaya başladılar.
O da yetmedi, Türkiye’ye bu yaşam tarzını Meşrutiyet ile getirmeye çalıştılar. Kendilerine “seçilmiş, aydın diyen şimdinin beyaz yakalıları Meşrutiyet düzenini zorla getirdikleri gibi karşı çıkana da zarar vermekten çekinmediler.
Meşrutiyetin ilanıyla güzelim Türkiye’nin baş köşesine kuruldular.
Seçim ama Sopalı seçimlerle (1912) göz boyadılar. Neymiş; ‘halk cahilmiş, bilmezmiş, doğru karar veremezmiş!’ diyerek halka tepeden bakıp hakir gördüler. Bu ülkenin nimetlerinin en âlasını yiyip zenginleştiler.
Zenginleştikçe çirkefleştiler. Rahmetli Turgut Özal’ın dediği gibi; “Bu ülkenin pastasını beş kişi yiyor ben tüm halka paylaştıracağım.” (Bu yüzden istenmeyen lider oldu.) Pastanın dilimleri küçülmesin diye partilerini yalnız kutladılar.
Kendileri gibi düşünmeyeni, kendi ideolojilerinden olmayan herkesi dışladılar. Kendi batı taklidi fikirlerini halka zorla kabul ettirmeye çalıştılar. Onlara göre halk Doğulu onlar Batılıydı.
Batı gelişmiş Doğu geride kalmıştı. O yüzden batı üstündü, bu sebeple Batının yolundan gidilmeliydi. Batının sözüm ona “modern” yaşayışına tapan bu kesimin bağnazlıklarını kabul etmeyen, Batı tarzını benimsemeyen halkı küçümsediklerinden hiçbir zaman söz hakkı da tanımadılar.
Halk onları istemediğinde ise cahil, gerici diye adlandırıp aşağıladılar.
Bu yüzden de halkı hiçbir zaman tanıyıp anlayamadılar. Anlamakta istemediler. Halkın yüreğine hitap eden şair, yazar, sanatçı, devlet adamlarının önlerinde set gibi engel oldular. Halkın dilinden anlayanları aşağılayıp eserlerini yasakladılar.
Halkın sevdiği, desteklediği her şeyden, herkesten nefret ettiler. Halk, kendine yakın gördüğünü lider yapmaya görsün. İndirmek için darbeye kadar varan zemini hazırlayıp alkış tuttular.
Türkiye’nin yürüdüğü yolda, attığı her adımda ayağına pranga oldular, olmaya da devam ediyorlar.
Çiğdem CANDAN