Birbirine eklenen günler yaşıyoruz. Hatta, yenisi diğerini eskitmekle kalmayıp onu silen günler. Bilimsel tanımlamalar ve yakıştırmaların dışında söylemek mümkünse ‘zaman‘ ile bir şekilde irtibat halindeyiz. Bu kavramın neliğine dair tartışmalar şöyle dursun biz onun anlaşılan anlamından hareketle konuşalım.

Nesnel kabullerin, onları doğuran kitle düşüncesi ve kabullerinden meydana geldiği söylenebilir. Böylesi bir anlayışı esas alırsak, bireyin içinde erimesine hazır bir zeminin varoluşunu da söylememiz gerekir. Kişinin isteklerinin, düşünce ve planlarının, o cemiyetin sınırlarını belirlediği alanın dışında yer alması yadırganmasına yol açacaktır. Bununla kalmayıp o kişi dışlanma tehlikesiyle de karşı karşıya gelebilir. Neticede olan şey, belli süreçlerin sonucunda oluşan dogmatik hükümlerle bu dogmatik hükümlere ayak uyduramayan kişinin çatışmasıdır.

Sanat bahsinde, işlediğimiz temaya ilişkin söz söylemenin güç olduğunun farkındayım. Ancak reel yaşamda olduğu gibi sanat platformunda da doğru ve yanlış ayrımının yapılması gerekir. Konuyu biraz daha açalım. Genel geçer sözlü kaidelerin bireye dayattığı herhangi bir olgu toplumun sırtını yasladığı unsurlardan birine dönüşebilir. Bu da zamanla, mukavim olduğunu ileri süren ferdin toplum yaşamıyla uyuşmazlığının kaynağını oluşturur. Buraya dek soyut olan durum bundan sonra somut karşılığını bulmakta gecikmeyecektir. Örneğin; dindar olarak bilinen bir şairin şiirlerini okuyan biri Tom Waits‘i dinlemeye kalkarsa – Türkiye’deki mevcut şartlar altında– bazı insanlar ve hatta zümreler tarafından verilen tepkilerle karşılaşabilir. Fakat buradaki tutum ve anlayış toplumu besleyen değer yargılarıyla temelde zıtlık içinde değilse işler değişir m? Zannetmem. İşte burada konumu belirlenecek bir duruşa sahip olmak gerek. Çünki -cür’etimi bağışlayın- sanat birilerini memnun etmek veya rahatsız etmek kasdıyla gerçekleştirilecek bir faaliyet alanında bulunmuyor. O, bir üretim ve yaratım alanında bulunuyor. Mecrasını bulması beklenen bir resmin, müziğin veya filmin onun sadık takipçileri tarafından talep edilmesi anlaşılır bir durum iken, bunu yalnızca kendi doğru bildiklerini tasdik etsin diye beklemek anlaşılır olamaz.

Evet, alanına dair şartları tespit edilmiş sayılan bir eser, o şartları yerine getirdiği takdirde makbul sayılıyor. Büyük ölçüde bu böyle. Fakat o alanın parametrelerini yok saymamak kaydıyla yeni öneriler sunan çalışmaların takdirini teslim etmemiz gerekir diye düşünüyorum. Sözgelimi şiirde, şiir düzeyine kavuşabilen metinler biçim itibariyle nesir de olsa biz ona şiir deriz. Onun muhtevasını, biçemini tartışmak ayrı bir konu.

Bu açıdan biz şiiri, varoluşu ikmale erdirici bir gayret olarak algılıyoruz. Bir nevi şairin varoluşu, bireyin varoluşu. Sonra merkezden çevreye veya olgun şartların gerekli gördüğü alana doğru sirayet eden gayret. Onun, ontik kaygılar eşliğinde anlaşılması yetkinliğini gösterecektir. Bu vasfa ulaşıp ulaşmaması onu meydana getirenin hüneri ile hitap ettiklerinin beğeni ölçüsü arasında salınacaktır.

Tüm dallarıyla sanat, icra edildiği devrin yansıması veya reddiyesi olabilir. Üçüncü bir imkan olarak müstakil kimliğiyle belirebilir. Her halükarda içinden çıktığı topluma ve zamana dair nitelikler barındıracağından kuşku duyulmaz. Bununla birlikte mevcuta yönelmeyen, onun aks-i sedası niteliğinde olmayan eserler yok değil. Burada dikkate şayan olan okuduğumuzdan, gördüğümüzden, izlediğimizden ne anladığımızdır. Diğer bir deyişle onu neye hamlettiğimizdir. Yüklendiğimiz duyuş ne anlayacağımızın ve nasıl yorumlayacağımızın öncülüdür.

Anlatma girişimi elbette bir ihtiyaç. Bu ihtiyacı formüle eden disiplin ve anlayışlar ruhumuzun sesini duyuran vasıtalardır. Kalbimizin, vicdanımızın vasıtası. Bu veçheden bakılınca içten içe yaşanan duyguların, düşüncelerin aktarılması gayesine matuf bir çerçeveden söz etmenin önü açılıyor. Aliya’nın deyişiyle “anlatılmaz olanı” anlatmayı başarmak diyebiliriz ona.

Şimdi bizim görüşümüze gelirsek; çağın telakkisine, yaygın kanaatine, hakim kudretine, sanat kanonlarına bel bağlamadığımız bilinmeli. İtibar ettiğimiz yer güncelin kaygısını taşımayan yerdir. Zamanı aşkın pınarların buluştuğu kaynaktan gelen her ses çevik bir hamle gibi üstümüzdedir. Bizim için emel o sesi işitme ve ona mukabele edebilmektir. Cilalanmış, pudralanmış, günlük alıcısını bekleyen ve bir meselesi olmayan, öneri sunmayan anlayışlardan uzak kalmak niyetindeyiz.

Ölçeğini vermeye çalıştığım anlayışımız, bu yazıyla, dış şartları konuk eden yönünü göstermiş oldu. En azından bunu umud ediyorum.

Yusuf Aydın