Şehirlerinde dili var mıdır? Onların da kaderi var mıdır? Onlarda gözyaşı döküyorlar mı? Nefes alıp verebiliyorlar mı? Sorsak söylerler mi acaba? Bizimle konuşurlar mı? İyi düşünelim ki öyle olsun…

Mesela dile gelse Kudüs. Ah bir anlatsa ne çektiğini, neler gördüğünü, nelere haykırdığını, zalime karşı meydan okuyan bir çare anneye nasıl şahitlik ettiğini anlatsın bize! “Siz devam edin savaşınıza, köşe başım da babasının ölümüne şahit olan küçük bir kız çocuğu ağlıyor…” desin. Şikâyet ederler mi şehirler bizden? Mizan kurulunca Hak belirince o şehirlerde bizden şikâyetçi olur mu? “Gücünüz yettiği halde gelmediniz” derler mi bize? Dili var mı bilmiyorum. İnsanlara benzerler elbet, içinde barındırdıkları insanlara benzerler elbet…

Şehirleri insanlara benzeten ilk kişi değilim. İbn-i Haldun bundan asırlar evvel, “Şehirler de insanlar gibi doğarlar, büyürler ve ölürler.” der. Bizim şehirlerimizin kaderi hep birbirlerine benziyor. Bizim kaderimize benziyor onların kaderi de. Önce minarelere düşüyor zalimin bombaları; bizim gönlümüze, vicdanımıza, inancımıza düştüğü gibi. Biz nasıl Batılılara benzemeye çalışıyorsak elbette şehirlerimizi de benzetiyoruz.

Gülmeyi unutmuş şehirler var. Gülmeyi unutmuş, tebessüme hasret çeken şehirler var. Mevsimleri unutan, yaraları kabuk bağlamayan şehirler var! Kaç yıldır bahar uğramamıştır Filistin’e. Orada ki çocuklar gülü hiç koklamamıştır. Belki de hiç gülememişlerdir. Bizim kahkahalarımızın arşa yükseldiği vakit onların hıçkırıkları duyulmamıştır hiç! Elbet Sem’i sıfatına sahip olan Allah işitmiştir kahkahalar arasında duyulmamış olanI…

Minareler gözleridir şehirlerin, âlemi minareden seyrederler. İşte o sebeple yıkar zalimler minareleri ve gözleri kör olur şehirlerin… Minaresi olamayan şehir ama olmuş âdeme benzer. Yokluk bir eksiklikse en büyük yokluk görememektir!

Bir kendime bakıyorum bir şehrime! Şehirler masumdur biliyorum. Bize benziyorlar. “Suçlu kimdir?” diye soramadan mahcup oluyorum ve suçumu anlıyorum.

Ve benim zihnim hala, kucağındaki bebeğinin dudaklarına parmağını bastıran kederli ananın gözlerinde. Yavrucağız susuyor lakin ben ağlayamayan tüm bebekler adına ağlıyorum…

Bir yıl daha geçiyor ömrümüzden. Bir yıl daha eksiliyoruz. Bir yıl daha yaklaşıyoruz. Ülkem ahh ülkem…

Ülkem bugünlerde noel hazırlığında… Cazibesi çok noel. Cahit zarifoğlu günlüğüne başlarken ne çok acı var demiş. Ne iyi demiş değil mi? Müslüman toplumumuza bu bir acı aslında. Doğu Türkistanda hala zulüm devam ediyor, Filistinli çocuklar namlunun ucunda.. Müslümanlar noel hazırlığında! Bu en büyük acı. Yüzümüz kalmadı. Kimi kime şikayet edeceğiz ki? Kendimizi kime şikayet edeceğiz?

Bu konuları duyunca evi yanan bey amcamız gibi apar topar uzaklaşıyoruz.. Kendimizden apar topar uzaklaşıyoruz…

Biz Kudüs’üz,
Biz Doğu Türkistan’ız,
Biz İdlib’iz,
Biz Doğu Guta’yız,
Biz Suriye’yiz,
Biz hakikate sırtını çeviren acizleriz. Biz, biz olamayanlarız. Bir arada olamayanlarız. Menfaatlerimiz uğruna Filistini çocuğa namlu uzatan zalim ABD’nin yanındayız; Doğu Türkistandaki bizi unuttuk ve zalim Çin’e sarıldık. Soframızdaki dört çeşit yemeğin yanında üç cümle söyleyemedik; Doğu Türkistan’a…

Kahrolsun İsrail demekten başka bir şey yapamadık! Futbol yorumlarına saatlerce vakit ayırdık ama bize vakit ayıramadık. Suçu hep başkalarına attık. Kendimizi hiç suçlu hissedemedik…

Allah’ım bizleri Biz olma şuuruna erdir.
Allah’ım bizleri Senin rızandan geri koyma.
Amin..

Muhammed OCAK