Üniversite, lise çağındaki o coşkun ruh halinin denizlere varmasıdır bir nevi… Bu deniz, özgür düşünce sloganının temel alınmasıyla dev dalgalar oluşturulabilecek potansiyele sahip ve kullanılmaya açıktır. Bu sebepledir ki üniversiteler çeşitli yapılanmaların yuvası konumuna gelmiştir. Bu yapılanmalar; kulüpler, sosyal topluluklar etrafında fikirleri daha kolay şekillendirebilme şansı ile olmaktadır. Belli bir oluşuma sahip gençler üniversiteye geldiğinde etrafını farkındalıkla algılarken, belli bir birikimi olmayan öğrenciler er an her şey olmaya hazır bir haldedirler ve kolayca bir sürüye katılabilir, yontulabilirler bunu da; sosyalleşme var olma başlığında körü körüne bağlanmaya kadar vardırabilirler. İşte burada durum hem kendilerine hem topluma zararlı gurupların üyesi olmayı tanımlayan en safi tanım oluyor, söze buradan başlamak kökten yapraklara ulaştırabilir bizi…
Bilimsel bir açıdan sosyal toplumu ilgilendiren bu duruma sosyolojik yaklaşırsak ilk olarak; Birey, evren içerisinde yaşayan inancımız gereği Allah’ın en üstün kıldığı bir varlıktır. Toplu halde yaşayan insanlar arasında huzur, güven ve mutluluğun sağlanabilmesi için bireylerin hak ve sorumluluklarını bilmesi bunları yerine getirmesi gerekir.
Toplumun güven ve mutluluğunu tehdit eden unsurların başında terör gelmektedir.
Terör birçok açıdan açıklanabilir ve değerlendirebilir. Terörün amacı, cana alma, malı yakıp yıkma, eziyet etme gibi eylemlerle dehşete düşürerek korku havasını hakim kılmak, buna bağlı olarak sindirme yoluyla insanları eylemsizliğe itmektir. Çevresinde sürekli terör olayları olup biten kişi, başına geleceklerden habersiz, endişe ve korkuyla hayatını sürdürmeye çalışır. Bu açıdan baktığımızda teröre maruz kalmasa bile yarattığı psikolojik etki ile insanlar terör mağdurudur. Yaşanan, şahit olunan ve uzaktan da olsa paylaşılan terör yaşantıları kişilerde travma etkisi bırakır.
Bilinçli bir toplumun terörizme karşı top yekûn mücadele vermesi, huzur ve güven ortamının sağlanması açısından zorunludur. İstikbalde bir milletin geleceği sayılan yeni nesil aynı ülkede hürriyetin sunduğu güven ve huzurla yaşama arzusunda olmalı, bu da bilinç şuur ve birlik ile varılacak bir amaçtır.
Ülkemizde terör tanımlarına bakıldığında ise birçoğu terörün öncelikle devlete karşı yapıldığı noktasında buluşmaktadır. Aslıda olaya daha farklı bir perspektiften bakılmalı; terör eylemleri gerçekleştirilirken hedef alınan devlet olsa bile bundan en çok etkilenen halktır. Güncel olaylarından yola çıktığımızda Başkentte, İstanbul’da yapılan bombalı saldırılar insanların sokağa çıkmasını engelleyecek derecede korku salmaktadır, bir algı operasyonudur ve korku yayarak güç kanıtlama amacını güder ne yazık ki başarıya da ulaşıyor diyebiliriz. Bu korku salarak algıyı yönetme eylemini açar isek; şehir merkezlerinde özellikle kalabalık ortamlarda patlayan bombalar yapılan eylemler ki, etrafa esnafa devlet malına zarar verilerek girişilen hak arayışı olan eylemler kastım, bir huzursuzluk yaymakta güvensizlik oluşturmaktadır. Bu güvensizlik cana ve mala karşı duyulan telaşın temel olduğu bir korku halidir. Meydana gelen bu olaylar zaten bir korku tohumu atarken birde korkuyu elden ele dolaştırarak algı operasyonu zincirinin halkası olarak amaca kolayca ulaşılmaktadır. Bu nasıl olur der isek; ‘’dikkatli ol kalabalık yerlerde bulunma!’’ cümlesi günümüzde başta aile olmak üzere eş ve dostlarımızdan yani çevremizden sıklıkla duyduğumuz bir sözdür. İşte korku yayılır paralel olarak terör faktöründeki güç akıllarda büyür, tamamen bir algı meselesi, bu akıllardaki hezeyandır. Bir araba çarpması veya deprem yahut ani bir kalp krizi ile can kaybı mal kaybı olasılığı daha yüksek iken ve birbirimizi bu konuda pek sıklıkla uyarmaz iken herhangi bir terör olayına karşı endişemiz had safhada, yani günümüzün geldiği durum göründüğü gibi tam bir akıl oyunu, oyun kurucular zinciri bizimle tamamlıyor. ‘’Ne yapmalı, bu endişe gayet doğal’’ denilebilir; akıl muazzam bir işleyiştedir kullanılmalı bu kafidir. Bir saniye sonramıza emin değilken doğallıktan çıkıyor bu endişeler ve yerini düşünmeye bırakıyor biraz vicdan hassasiyeti olanlar için. İstenilen zaten hayatın normal akışının bozulması huzursuzluk oluşturmak korku yaymak güç gösterisi ve sonuç olarak istenilene varış. Öncelikle hayat akışını etkilediğini göstermemeli söz gelişi dik durmalıyız kan kusup kızılcık şerbeti içtim demeli derler ya atalarımız o misal devam etmeliyiz gündelik halimize korkmadan korku yaymadan ki bu hem bize güç verir hem terör tarafını etkisiz kılar güçsüz hissettirir. Psikolojik savaşların etkin olduğu çağımızda bu kaliteli bir taktiktir diyebiliriz, psikolojiye yönelik eylem geri çevrilmiş olur ve sonuç istenilen şekilde olmadığı taktirde bu tekrarlanmaya devam etmeyecektir benim kanaatimce. Bu eylemler aynen ağlayan çocuğu susturmak için istediğinin verilmesi, durumunun uyarlanmış halidir. Bir eylem, toplum düzeni alt üst ve devlet toplumun huzuru için masaya oturmak durumunda… Plan aynen bu şekilde ilerler ise her istek evvelinde bir korku operasyonu ile yapılmaya çalışılacak ve bu algı nihayetinde akıllarda karşı koyulamayacak bir terör örgütü varlığı yargısını köklendirecektir, vatandaşların memleketlerindeki huzursuzluğu terki diyara kadar varabilecek bir hal alabilir gerçi bizim tarihimiz mültecilik değil kalıp sahip çıktığımız şanlı anılar ile doludur ama bu süregelen huzursuzluğu değiştirmez ve dünya gözünü dikmiş teröristi mazlum çıkarmak için açık arar iken geçmişteki gibi müdafaa tekniklerimiz bizi haksız konuma düşürecektir. Her şeyden evvel tohumdan meseleye eğilmeliyiz. Meselenin tohumu ise akıldır, bedenimizin ve ruhumuzun birleşimindeki muazzam yapı taşı… Eğer ki akıl ile bakmayı bilir vicdan ile muhasebe eder isek ve tabi ki varlığımızın şuuru geçmişimizin vefası şimdimizin farkındalığı ile etrafı yorumlayabilir isek ne yönlendiriliriz ne de hedefte oluruz. Bu deyişle yine girişteki söyleme geliyoruz hedef olma ve yönlendirilme, işte dediğimiz gibi bunun için en uygun ortamı ise üniversiteler niyeti halisane olan kuruluş yapılarıyla aslında kullanılabilir ortamlar oluşturarak sağlıyor. Bu eylemleri gerçekleştirenlere bakıldığında büyük çoğunluğunun üniversite öğrencisi olduğunu görmekteyiz. Bu da ülkemizdeki terör sorunu ve çözümü için bizi başlangıç ve son, yani kök’e götürmektedir.
Söze girişimizi perçinlemek istersek eğer veriler dahilinde, güç alarak gerçeklerden; ülkemizde 2015 yılı Mayıs ayı itibariyle toplam üniversite sayısı 190’ı aşmıştır. Üniversiteler, sosyal konum itibari, aydın eğitmenleri ve başarılı öğrencileri ile ülkemizin ilimde ve fende ilerleyişinin sorumluluğunu taşıyan kurumlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Ancak ülkemizdeki, sayısı 190’ı aşkın üniversitede öğrenciler arası birliğin ve nizamın korunamadığına üzülerek şahit oluyoruz. İlim irfan yuvası olması gereken, geleceğin teminatlarını hem bilim hem yaşamın şartları konusunda yetiştirmeyi amaçlayan üniversitelerde çeşitli terör gruplarının varlığı geleceğe duyulması gereken büyük bir kaygı bu gün içinse rahatsızlık ötesi bir durumdur. Bu durumun aleniliğinde elbette ki terör sempatizanı öğrencilerin varlığının ve desteğinin yanı sıra; bu tür öğrenci gruplarına, kulüplerine ve toplantılarına yeterli resmi yaptırımların uygulanmayışının katkısı büyüktür. En acı tablo ise bu gurupların, özgür fikir gibi umman bir kelime öbeğinin altına sıkıştırılarak kurtarılmış doğallaştırılmış haklı çıkarılmış olma halidir. Ne yazık ki şu an ki tablo rahatsız edici toplum düzenini ahlakını birliğini bozucu terör guruplarını bu kelime öbeği altında sempatisel bir şekle sokarak sempatizanları arttırmış durumu çevre için vahim bir halden çıkarıp olağan bir hak arama şekli haline getirmiş aslında gören gözler için daha vahim bir hale getirmiştir.
Son yıllarda birden tırmanarak had safhada genç nesillerimiz için üstü kapatılmak istenen bir tehlike haline gelmiştir. Şimdi düşünelim; Bir ‘devlet’ üniversitesinde adlarına dev-sol dem-genç sosyalist gerilla radikal islam işid ve benzeri çeşitli adları bulunan ama esasları bu ülkeye göz dikmiş mihrakların besledikleri hainler olan, en baskınının ne istedikleri belli olmayan huzur bozarak hak aramaya çalışan yakan yıkan öldüren ihanet eden ve asla çekinmeden bu yönlerini açıkça belli eden aramızdaki ve dağlarımızdaki hain kesim çözüm süreciyle şımarmış, bunun sonucunda bu devlet üniversitesinin bahçesine daima düşman olarak gördükleri vatansever milliyetçi gençlere saldırmak üzere pala bıçak satır gömecek kadar yüz bulacak hale gelmiştir. Bir başka ‘devlet’ üniversitesinin duvarlarına kendilerine önder belirledikleri birçok bebek çocuk kadın katlini gerçekleştiren vatanın bölünmez bütünlüğüne kast eden Abdullah Öcalan’ın posterlerini asacak kadar hadsizleşmiştir. En canımızı yakan örneği daha geçen sene yine bir ‘devlet’ üniversitesinin kantininde pkk yandaşı haince bıçaklanan genç kardeşimiz İzmir Ege Üniversitesi Tarih Bölümü öğrencisi FIRAT YILMAZ ÇAKIROĞLU ‘dur. ÇAKIROĞLU alelade bir ailenin evladı, hain değil katil değil hırsız değil sadece vatan evladıydı ve son basın açıklamasında yaptığı gibi kolluk kuvvetlerinin görevlerini yerine getiremediğini bu sebeple huzuru sağlamak için orada bulunacağını ve elinden geleni arkadaşları ile yapacaklarını söyledi, yapmaya da çalıştı… Devlet üniversitesinde devletine vatanına milletine vefası olan bir gençti, gençliğin verdiği delikanlılığını yiğitliğini huzur bozmaya çalışan çeşitli örgütlere mensup üniversitede yuvalanan hainlere karşı sergiledi, dik durdu; Bu milletin tarihinde olduğu gibi geri adım atmadan, Öldürüldü. Ve daha pek çok buna benzer örnekler ile hedef gösterilen, saldırıya uğrayan vatan sever gençler… Diğer tarafta savunması özgür hak varlık gibi insani gereksinimlere bağlayan kendi fikirlerinin peşinden koşan ,ezilen halkları için savaştığını düşünen umutlarını dağlarda gerilla diye nitelendirdikleri şahıslara bağlayan bir kesim. Yıllardır bu gruplar arasında devam eden bu savaş bu boyutta kalmamış insanın kendi ayakları üzerinde durmasına bir adım kalan üniversitelere de taşınmıştır . Bu ayrım üniversitelerde artık aleni bir şekilde gözlemlenir hale gelmiş ki hatta üniversite adayı önceden işlenmiş ise savunduğu fikrin çoğunlukta olduğu yerleri tercih etme eğitim yerlerinde örgütlenmeye kadar gitmektedir, Boş gelip işlenmeye açık olmasının yanında tecrübelilerin yönelişi için de ortam seçimi yapacak kadar meşrudur. Üniversiteler insanı geleceğe hazırlayan bir mekan iken bazı dönemlerde yapılan eylemler bu kurumu kanlı olaylar ev sahibi haline getirmiştir . Birçok gence “ezilen halk” psikolojisi yüklenmiş. Bu doğrultuda hareket eden gençler üniversitelerde bile yine gençlerin can kaybına neden olmuştur . Üstelik bazı eğitimcilerinde eğitimden ziyade çeşitli fikirler aşıladığı gerçeği açıkça görülmüştür. Güvenliği sağlayamayan yöneticilerin aslında ön ayak olanlar oldukları da görülmüştür ve ya çok az bir kısım terör yanının saldığı korkunun esiri olmuş devlet makamını otoritesini vasıfsızlığı ile bitirmiştir. Halkın saygıyla baktığı eğitimci kesimin varlığı mağdur edebiyatçılarını cesaretlendirmiştir . Belki karanlığa giden yolda ışık olan üniversiteler de bile durum böyleyken, ezilen halk mağdur edebiyatı hikayeleri devam edecektir . Barış ortamının bu koşullarda sağlanamayacağı, kinin öfkenin durum buyken dinmeyeceği ve her türlü kaybın yaşanmaya devam edeceği aşikardır. Şu da bir gerçektir ki barış için savaş gerekir savaş için de iki devlet, bir bayrak altında hangi gerekçeyle olursa olsun kanın mağdur edebiyatını çıkartmaya çalışanlar teröristten öte bir sıfata hukuken layık görülemezler.
“Millete ihanet yalnız askeri sırları düşmana satmakla olmaz” demiş bir bilge; bir millet yalnız kuru bir toprak üzerine kurulmuş insan yığını değildir. Milleti millet yapan birliği, beraberliği ecdadının eserleri ve değerleri olduğunu tarihçiler kaleme almaktadır. Ecdatlarının alın teri iman gücü ile kazandıkları toprak parçasıdır. Çanakkale savaşında aynı toprak parçası içinde yaşayan farklı ırklara farklı meşreplere sahip olan insanları tarih kaynaklarında görülmektedir. Bu zaferin ırk köken olmadığını şiirlerde türkülerde söylendiği gibi birlik beraberlik ve iman gücü ile kazanıldığı bilinmektedir. Nene hatun der ki: “Türk çocuğu öksüz kalır yurtsuz kalamaz.” Bir millet için Vatan giderse namus gider, Namus giderse o millet yok olur. İnsanlarda tarih şuuru oluşturulmaması ve insanlarında geçmişlerini öğrenmemeleri sonucunda açık beyinler oynanacak oyunların zemini oluyor. Dış devletler tarafından binlerce yıldır bu topraklar üzerinde oynanan ve oynanmaya devam eden oyunlar için içteki beyinleri ele geçirme muhteşem bir fırsat elbette. Asırlar boyu bölmeye, parçalanmaya çalışılmış fakat dışarıdan saldırıların yetmediğini anlattıkları takdirde halk arasında huzursuzluk çıkarmaya başlanmıştır. Mezhep ayrımları, tarikat kavgaları gibi küçük azınlıklar halk arasında kışkırtılmaya, ayaklandırılmaya başlanmıştır. Bu gün dış ülkelere etrafımıza göz gezdirdiğimizde dahi oynanan oyunların çevremizde döndüğünü ve aynı politika ile yaklaşmaya çalıştıklarını görebiliriz hatta içimizde örgütlendiklerini dahi. En faal olan pkk terör örgütüne bakar isek; desteklerini dış ülkelerden aldıkları gören gözler önünde alenidir, savundukları tutarsız bir elde silah kan ve diğer elde kana bulanmış beyaz diye gösterilmeye çalışılan barış güvercini temsili… Ne yazıktır ki bir kısım insanlarımız da gözlerini görmezlikleri ile kapatarak farkında olmayarak sunulan zeytin dalının dikenli tel olduğunu anlamadan tutmakta taraf olmakta ve güç kaynağı sağlamaktadır, terör yanına sempati duyarak. Şu unutulmamalıdır ki insanlar nereden geldiklerini ve kökenlerini bilmelidir. Aksi takdirde geçmişini bilmeyen geleceğine ışık tutamaz. Her kavim her millet farkı ırklara mensup olduğu için ayrılırsa dünya yaşanmaz hale gelecektir. İslam filozofu olan Farabi ideal devletin ‘de: insanlar mutluluğu elde etmek için birbirine yardım eden toplum, erdemli mükemmel bir toplumdur” demiştir. Görüldüğü üzere farklı ırklara kökenlere mensup olunmada, birlik ve beraberliği sağladığımızda hem halkın refahı hem de devletin bekası devam edecektir. Bu topraklarda Alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği din geçmişten günümüze devam etmektedir. İslam dini sadece bir kavme değil tüm insanlığa gönderilmiştir. Anadolu da bu çeşitliliğe ev sahipliği yapmış ve bu çeşitliliğe rağmen onları bir arada tutan en büyük etken İslam dini olmuştur. İslam dinin kitabı olan Kuran-ı Kerimde hiç bir şekilde insanların tenlerine kökenlerine kavimlerine göre bir üstünlükten söz edilmemiş tavizde verilmemiştir. Hz. Muhammed(s.a.v) Veda hutbesinde diyor ki; “Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Atanız birdir. Hepiniz Ademdensiniz. Adem ise: topraktan yaratılmıştır. Allah katında en değerli olanız ona karşı gelmekten sakınanınızdır. Arabın Arab olmayana hiçbir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.’’ Farkı ırklara farklı kökenlere sahip olan insanları bir arada tutan en büyük etken inançlarıdır. İnancı zayıf olanın karakteri de zayıf olur. inandıkları da, merhameti de zayıf olur. İnanç insanın bel kemiği gibidir. İnsanı ayakta tutan inandıklarıdır. Karakteri zayıf olan insanlardan hemen her şeyi bekleyebilirsiniz. Bu insanlar kendilerine zarar verebilirler. Kendisine zarar veren aynı zamanda başkalarına da zarar verebilir. Karakteri zayıf olan insanlar bir ideali bir hedefi olmadığı için insanlara muhtaç ve onların yönlendirilmeleri ile hareket edebilirler. Ve bu insanlar bu şekilde kendilerini kullandırırlar. Türk milleti tarihinde düşmanları tarafından kaydolmuş nice zaferlere imza atmış, inancı ile bir çok şeyi başarmıştır. Bahsedilen şuur olduğu sürece yaradılışın şahaneliği iman gücü ve tarihin tuttuğu ışık ile kendi farkındalığımıza varırsak birlik beraberlik içerisinde bu vatan toprakları üstünde hiçbir hain emele arasa olmayız fırsat vermeyiz, huzur ve refah ile geleceğe ilerleriz.
Ve elbette ki vefa, geçmişe vefa duyar isek geleceğe farkındalık ile bakarız.
Düzeltme: Mine GÜLER
Ahmet Tahsin ERBİLEN
Harikulade bir bakış açısı.Gerçeklerin bu kadar net yazılmasından memnun oldum.
Orgun ogretim gormedim ama hayat universitesini bitirdim. Hayat universitesinde teror var malesef Allah belalarino versin.
Fırat’ın canına malolan bu terörü destekleyen,bu terörden beslenen herkesi Allah Kahhar ismiyle kahretsin
Doğru ama ne kadar etkili olur ki bunu yazmış olmak.Görmediler Görmeyecekler!