Yurttaşlığın kelime olarak anlamından ziyade pratikteki uygulamasına değineceğim. “Nereden esti bu yurttaşlık?” diye soracak olursanız. “Fiiliyatta uygulanmayan her şey unutulmuştur” tarzında bir cevabı hatırlatmak zorunda kalabilirim/kalırım.

Yazıyı açıklığa kavuşturmadan önce küçük bir istirhamım olacak. Kendi yaptığınız (yorumsal) yurttaşlık tanımınıza göre sizce ne derece yurttaşsınız? Önce sorduğum soru üzerine kısacık tefekkür etmenizi rica ediyorum. Peki, diyelim ki biz yurttaşız veya adayız yurdumuz buna elverişli mi? İçinde bulunduğumuz ortamla ne derece mümkün (her gün şehitler veriliyorken, yurdumun insanı ekonomik kavgayı iliklerine kadar hissetmekteyken. Bunun etkisiyle oluşan aile içi şiddet almış başını gidiyor)?

Yurttaşlık herkesin birbirine insan muamelesi yaptığı yerlerde olur. Torpilin dibe vurduğu, sonra yurttaşım demekle paçanın kurtarıldığı yerlerde olmaz/olamaz. “Elimde avucumda bir çorba parası olacak, bırakın da yapalım referansı. Zaten bu tercih olmazsa aç kalacağız. Aç mı kalalım yani, açlıktan mı ölelim?” dediğimiz vakit geçmiş olsun. Yurttaşlık iddiasına gerek bile yok, ağzınızdan çıkan sözler yeterlidir. Gönlünüzün GBT’sini açıklamışsınız, daha fazlasına gerek olmayacak.

Benim inancıma göre yurttaş dediğin mücadele eder, benim fikriyatımca o çorbaya tenezzül etmez. Aç kalmayı, sürgünü ve ölümü dahi göze alır. Ama yurttaş olur. Bizler yurttaş olmazsak memleketimiz memleket olmaz. Buna katiyen imkan yok. Bir yurttaşın birden fazla görevi vardır. Su içmek kadar elzem olan okumak. Yemek yeme ihtiyacından farksız olarak araştırmaktır. Bu ikisi bizleri insani ve adil, adilikten uzak bir yurttaş adayı yapar. Sadece bunlar yeterli değildir, ama zannımca en mühim olan iki husustur.

Peki bizler yurttaş olmazsak ne mi olur? Çevrenize bakın yeterli cevabı muhakkak görürsünüz. Olanlara hasbelkader diyorsanız, bence yazıyı okumanızın bir manası kalmamıştır. Önce yurttaş/insan olmayı öğrenmeliyiz, bunda biraz tevazu sahibi olmak hoş bir harekettir. Sizlerin bu davranışını alay konusu edenlere, sadece tebessüm edin. Bizler yurttaş olduğumuz zaman durum hâlâ aynıysa, o zaman Amin Maalouf’un şu cümlelerini kurmakta haklıyızdır: “Önce ülken sana karşı belli taahhütleri yerine getirecek. Orada tüm haklara sahip bir yurttaş olarak görüleceksin, baskıya, ayrımcılığa, hak etmediğin mahrumiyetlere maruz kalmayacaksın. Ülken ve yöneticileri sana bunları sağlamak zorunda, yoksa sen de onlara hiçbir şey borçlu olmazsın. Ne toprağa bağlılık, ne bayrağa saygı. Başın dik yaşaya bildiğin ülkeye her şeyini verirsin, her şeyi, hatta hayatını bile feda edersin…”

Yurttaş olduktan sonra hâlâ sıkıntılar giderilmemiş, taahhütler karşılanmamış tarzdaysa, söyleriz. Yalnız önce yurttaş olalım. Bu sözleri söylemek için yapmamız gerekeni yapmış olmalıyız. Kısacası bu sözler için gerekeni yaptıktan sonra, inancımız bitince söyleriz (belki çekip gideriz, ama bir yurttaş olmayı deneyelim). Bu sözler için erken, daha değil.

Yunus ÖZGÜÇ