Bir şeyler yapmak kaderimiz bizim. (Unsere Bestimmung ist die Thätigkeit.) İnsan sahip olduklarıyla hiç bir zaman yetinmez, tatmin olmaz ve hep başka bir şeyin peşinden koşar. (Der Mensch ist niemals ganz mit dem zufrieden, was er besitzt, und strebt immer nach etwas aderem.) Da, ölüm bizi henüz daha arzularımızın hedefine ulaşmadan yolda yakalar. (Der Tod trifft uns noch auf dem Wege nach dem Ziele unsere Wünsche.) İnsana istediği her şeyi verin, tam da o her şeye sahip olduğu o anda o Herşey’in o her şey olmadığı hissine kapılır. (Man gebe dem Menschen alles, wonach er sich sehnt, und in dem Augenblick, da er es erlangt, wird er empfinden, daß dieses Alles nicht alles sei.) Dolayısıyla, buradaki koşuşturmalarımızda bir hedef ve bir son göremediğimiz için, orada bu düğümün çözülmesi gereken bir gelecek var kabul ederiz; ve bu düşünce insan için burada mutluluk ve acı, tad ve eksiklik arasındaki orantı bozuldukça daha da huzur verici olur. (Da wir nun hier kein Ziel und Ende unsers Streben sehen, so nehmen wir eine Zukunft an, wo sich der Knoten lösen muß; und dieser Gedanke ist dem Menschen umso angenehmer, je weiniger Verhältnis hieniden zwischen Freude und Schmerz, zwischen Genüssen und Entbehrungen, statt findet.) Ben kendi adıma, artık altmış yaşını geçmiş ve hayatının sonuna yaklaşmış biri olmaktan mutluluk duyuyorum ve sonrasında daha iyi bir hayata kavuşmayı umuyorum. (Ich für meine Person erheitre mich damit, daß ich schon über sechzig Jahre alt bin, und  daß das Ende meines Lebens nicht mehr fern ist, wo ich in ein besseres zu kommen hoffe.) Bugün, hayatım boyunca tattığım zevkleri hatırlayınca, herhangi bir haz duymuyorum; fakat kalbime yazılı ahlak yasasına göre davrandığım durumları düşünüce, safi bir mutluluk hissediyorum. (Wenn ich mich jetzt an die Freuden erinnre, die ich während meines Lebens genossen habe, so empfind’ ich kein Vergnügen; denk’ ich aber an die Gelegenheiten, wo ich nach dem Moralgesetz handelte, das in mein Herz geschrieben ist, so fühl’ ich die reinste Freude.) Ben ahlak yasası diyorum, başkaları vicdan diyor; adalet ve zulmü hissedebilmek yani, ki ne derseniz deyin; o var. (Ich nenne es das Moralgesetz; andere das Gewissen, die Empfindung von Recht und Unrecht – man nenne es wie man will; aber es ist.) Yalan söyledim; kimse bilmiyor, ama yine de utanıyorum. (Ich habe gelogen; kein Mensch weiß es, und ich schäme mich doch.) Haliyle, gelecek bir hayatın ihtimali bir kesinlik arzetmez buna rağmen, de her şeyi bir araya toplarsak akıl ona inanmayı yine de zorunlu kılar. (Freylich ist die Wahrscheinlichkeit des künftigen Lebens noch immer keine Gewißheit; aber wenn man alles zusammennimmt, so gebietet die Vernunft, daran zu glauben.Yani, bir nevi gözümüzle şahid olacak olsaydık, ne hale gelirdik ki biz? (Was würde auch aus uns werden, wenn wir es so zu sagen mit den Augen sähen?) Onun cazibesiyle, bunun, şimdikinin yani, gerektiği gibi kullanılmasından el eyak çekmezmiydik? (Würden wir dann nicht vielleicht durch den Reiz desselben von dem rechten Gebrauche des Gegenwärtigen abgezogen werden?) Kaderden bahsediyorsak ama ve gelecek bir hayattan, bununla halihazırda her şeyi bir şey, ama iyi bir şey, için yaratan ebedi ve yaratıcı bir aklın varlığını da ön koşarız. Ne? Nasıl? – Bu noktada en bilgin olanın dahi bilgisizliğini kabul edip bunu itiraf etmesi gerekir. (Reden wir aber von Bestimmung, von einem zukünftigen Leben, so setzen wir dadurch schon das Daseyn eines ewigen und schöpferischen Verstandes voraus, der alles zu irgend etwas, und zwar zu etwas Gutem schuf. Was? Wie? – Hier muß auch der erste Weise seine Unwissenheit bekennen.) Akıl bu noktada meşaleyi söndürür ve biz karanlıkta buluruz kendimizi. (Die Vernunft löscht hier das Fackel aus, und wir bleiben im Dunkeln.) Ve sadece hayal gücü bu karanlıkta şaşkın şaşkın dolaşıp hayaletler yaratabilir. (Nur die Einbildungskraft kann in diesem Dunkel herumirren und Phantome schaffen.)

Yok, Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yeni yıl veya farklı bir vesileyle Türkiyedeki kişi başına düşen yaklaşık 0,001 camii için hazırlanan Cuma Hutbesi’nin bir örneği değil bu, ki aslında cezb edici bir düşünce değil de değil yani (Ein verführerischer Gedanke.); neden olmasın? Immanuel Kant’ın kendisini, ihtilalden kısa bir süre önce, 1789 bahar sonu veya yaz başlarında, Königsberg’te, evinde yani, ziyaret eden Rus şair Nikolaj Micailovic Karamzin’le yaptığı ve söz konusu şair tarafından kayıt altına alınmış olan özel bir konuşmanın bir bölümü sadece. Yakında, pandemi vesilesiyle tıkandığımız evlerin, şehirlerin ve hatta ülkelerin kapıları açılır açılmaz yani, önce Danzig, ki Königsberg’e direk uçuş yok bildiğim kadarıyla, oradan da Königsberg’e geçmek, ardından Röcken’e dönerek Arthur Schopenhauer’ın doğduğu evi görüp (Danzig), Kant’ın türbesine uğrayıp (Königsberg) ve sonrasında Şeyh-ul Ekber Friedrich Nietzsche’nin (Lützen) mübarek kabirlerini de ziyaret edip kendisinden izin aldıktan sonra, Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş ve Avrupa’nın bağrında yatan diğer bazı meslektaşlarımı ziyaret etmek için yollara düşmek istiyorum. Tabii ki; alemlerin ve rahmetin sahibinin, alemlerin ve rahmetin efendisine ve rahmete muhtaç bizlere öğrettiği gibi; İnşallah. Ve biraz önce aktardığım sözlerinden sonra Kant’ın türbesinde, dolayısıyla kabri başında, umduklarına kavuşması için dua etmenin, Kant’ın ruhuna bir fatiha okumanın yani, boynuma bir borç olduğunu düşünüyorum… dermişim de, yapmam tabii ki; canı cehenneme iki yüzlü yaşlı bunağın, en dibine hem de.

Jürgen Habermas’a göre Immanuel Kant’ın din felsefesi, aklın teolojinin, dolayısıyla da tanrının suratına haykırdığı onurlu bir başkaldırı, bir bağımsızlık beyannamesidir (eine stolze Unabhängigkeitserklärung). Kant: »Özgür ve tam da bu nedenden dolayı kendi kendisini aklı aracılığı ile kayıtsız şartsız yasalarla bağımlı kılabilen bir varlık olan insan kavramı üzerinde yükseldiği sürece ahlakın, ne insanın üzerinde başka bir varlık düşüncesine, ne de yasanın kendisinden başka bir itici güce ihtiyacı vardır.« (Die Moral, so fern sie auf dem Begriff des Menschen, als eines freien, eben darum aber auch sich selbst durch seine Vernunft an unbedingte Gesetze bindenden Wesens gegründet ist, bedarf weder der Idee eines anderen Wesens über ihm […] noch einer anderen Triebfeder als den Gesetz selbst.). Siz Türklerin kullandığı yeni moda tabirle; nokta, hem de en kalın ve en okkalısından. Nitekim, devam eder Kant, »insanın ahlaki anlamda ne olduğu ya da ne olacağı, iyi ya da kötü, bunu kendisi başarmalı, dolayısıyla başarmış olmalı« (Was der Mensch im moralischen Sinne ist, oder werden soll, gut oder böse, dazu muß er sich selbst machen, oder gemacht haben.). Toparlarsak; aklı başında olan bir insanın ne kendisine iyi olmak için nasıl davranması gerektiğini söyleyen, yani iyinin ne ve neyin iyi olduğunu öğreten, ne de öğretileni yapması, dolayısıyla iyi olması durumunda elde edeceği bir mükafatla, mutlulukla yani, kendisini motive eden bir Tanrıya ihtiyacı vardır. İyinin ne olduğunu ve iyi olmak için nasıl davranması gerektiğini insan bizzat aklı aracılığı ile kendisi bulmalı, bulabilir çünkü, ve bulduğunu uygulamalı. Bu şekil davranmakla birlikte söz konusu davranışın kendisi, yani iyi olmak dışında haddizatında, başka hiç bir amaç gütmeyerek üstelik. Neyse. Diyelim ki Kant arabesk seviyor ve Küçük Emrah dinliyor; ein Sakrileg. Ya da benim gibi Çukur dizisini izliyor; und gleich noch eins hinterher. »Tanrım kötü kullarını sen affetsen ben affetmem, bütün zalim olanları sen affetsen ben affetmem. Sen Tanrısın affedersin, bağışlarsın kulum dersin…« ve işte tam bu noktada Kant müdahele ederek Emrah’ı, ya da şarkıyı söyleyen her kimse artık onu, susturur ve hayır o bile edemez derdi. Çünkü Kant’ın üçüncü sorusunun cevabı, bu demek was darf ich hoffen?, sadece iyi olanlar için geçerlidir; kötülerin bu soruyu sormaya hakları dahi yoktur; nitekim kötüleri, öyle istemesi durumunda, affedebilecek bir Tanrı yoktur. Aslında hiç yoktur da, Kant bu, neyi açıkça söyledi ki sanki? Dolayısıyla iyilerin bile sadece umut edebilecekleri bir yerde kötülere sadece … düşer. Öyleyse, diyebiliriz ki, iyi olmak hiçbir şeyi garanti etmez, sadece umudun kapısını aralar ve açık tutar, hepsi o (Sittlichkeit soll den Rechtschaffenen glückswürdig, nicht glückselig machen.) Kötüyü affedebilen yoksa, iyiyi affedemeyen de yoktur hâliyle. E geri kalanı ne işe yarar o zaman? Tanrının karşısına, muhtemelen, Kant’tan daha zeki bir düşman çıkmamıştır bu güne değin. Tanrı olmak günahları, bu demek günahkarı affetme yetkisine sahip olmak, öyle istemesi durumunda aynı şekilde ve hesap vermeden iyiyi de cehenneme atabilmek demektir. Ki dinin temeli tam olarak budur, ki bu temeli çekin alın gerisi masal, en iyi ihtimalle, hadi bilemedin, hikaye olur. Dolayısıyla mülkün temeli adalet değil, merhamettir; simetri değil, a-simetri o halde. Bunu kabul etmek zor, çok zor … da, yine siz Türklerin son derece yerinde bir ifadesiyle, teklif var, ısrar yok ama. İnsan tek başına bu yükün, kendisinin yani, pace Kant, altından kalkamaz çünkü, kanatlanamaz. 

Umut kelimesine oldukça yabancı ve varını yoğunu inat’a oynamış olanların en önde gelenlerinden ve en önde gelenlerin en önde duranlarından biri olan Franz Kafka, Kant’ın söylediğini, umutsuzluğu yani, bana göre insanların konuşmaya, düşünmeye ve yazmaya başladıklarından bugüne ve bugünden artık konuşamaya-, düşünemeye- ve yazamayacakları ana kadar düşünülmüş ve yazılmış, düşünülecek ve yazılacak olanların en güzeli olan bir ufak yazı parçasının son cümlesinde şu güzellikte anlatmış;

Niemand dringt hier durch und gar mit der Botschaft eines Toten. – Du aber sitzt an deinem Fenster und erträumst sie dir, wenn der Abend kommt.

Hiç kimse burdan gelip geçemez, hele de bir ölünün haberiyle. – Ama sen oturmuş pencerende onu hayal ediyorsun akşam yaklaşırken.

Başka bir ufak yazı parçasında da hakeza inadı, aynı güzellikte;

Findest du also nichts hier auf den Gängen, öffne die Türen, findest du nichts hinter diesen Türen, gibt es neue Stockwerke, findest du oben nichts, es ist keine Not, schwinge dich neue Treppen hinauf. Solange du nicht zu steigen aufhörst, hören die Stufen nicht auf, unter deinen steigenden Füßen wachsen sie aufwärts.

Diyelim ki burada, koridorlarda bir şey bulamadın, olsun, kapıları aç, kapıların arkasında da mı bir şey yok, üst katlara çık, oralarda da mı bulamadın bir şey, önemli değil, yukarıya, boşluğa kıvrıl. Sen çıkmakta inat ettiğin ve vazgeçmediğin sürece, basamaklar da vazgeçmez, çıkan ayaklarının altında yukarıya doğru uzaar giderler.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİNOĞLU