Kentsel dönüşüm uygulamaları ilk kez, 19 yy.da İngiltere ve Fransa’da kendini göstermiş ve bazı bölgelerin yıkılıp yeniden yapılanması şeklinde ortaya çıkmıştır. Ülkemizde ise tam olarak 1980’lerde özellikle 24 Ocak Kararları doğrultusunda bir takım yabancı yatırımcıların önü açılarak  kentleşme olgusu üzerinden oluşmaya başlamıştır.

Tabii kentsel dönüşüm, kentleşmenin ayrılmaz bir sonucudur. Kentleşme, ekonomik, kültürel, siyasi ve birçok alanı kapsarken kentsel dönüşümde özellikle ticaret ve konut alanında bir yapılaşmanın oluştuğunu söyleyebiliriz. Nitekim kentsel dönüşümün  hemen hemen konut ihtiyacı ve rant doğrultusunda yapılması, kendisinde bir takım somut ve soyut etkiler yaratmaya neden olmuştur.

Kentsel dönüşümün üzerinde uzlaşılmış, bazı nedenlerine bakacak olursak bunlar;

1- Rantabilitesi yüksek bölgelerde biriken sermayenin yeniden dağılmasını sağlamak,

2- Ekonomik yaşamı canlandırmak,

3- Fiziksel çöküşü durdurmak, depreme dayanıklı konutlar üretmek,

4- Konut kalitesini ve kentsel yaşam kalitesini artırmak,

5- Kültürel dinamikleri harekete geçirmek,

gibi ve daha farklı ve pek çok nedenler sıralamak mümkündür.

Buradaki nedenlere baktığımız zaman bunların dışında kentsel dönüşümde ‘rant‘ unsuru artık kaçınılmaz bir unsur olmuştur. İster özel olsun isterse kamu alanında olsun rant unsuru kendine yer bulacaktır. Bugün yapılan TOKİ konutlarına baktığımız da bile şehrin en uç noktalarında inşa edilmesi rantın önemli bir temelini  oluşturmaktadır. Belirli taksit imkanları ile ödeme kolaylığı sağlaması da bu ranta insanları çeken bir sebep olarak gösterilebilir.

Tabii bu oluşan yeni konutlar şehrin dışında bir noktada ve işgale uğramamış temiz araziler üzerinde  inşa edildiğinde, oluşacak soyut etkiler biraz geride kalabiliyor. Yani insanların bu konutlara kendi istekleri doğrultusunda girmesi onları mekansal bir ayrışmaya veya dışlanmaya ittiğini söyleyemeyiz. Veya soylulaştırma kapsamına girdiğini de. Yalnız şehrin merkezlerinde veya merkezine yakın bölgelerde meydana gelen, kent içi çöküntü alanlarında veya gecekondulaşma ile oluşmuş yapıların bulunduğu iç mekanlarda bu durum çok fazla etkiler, zorlu süreçler meydana getirmektedir.

Nitekim bu gibi bölgeler de öncelikle işgal ile yerleşen insanların oradan bir şekilde tahliye edilmesi gerekmektedir. Bu konu da belediye ya da özel inşa ediciler her türlü imkana sahiptirler. Özel mülkiyet ile yapılaşan alanlarda ise daha zorlu ve uzun bir süreç gerekmektedir. Tabii bu zorlu ve uzun süreçte planlar ve hesaplamalar son derece temkinli, sağlam ve alanında uzman kişiler tarafından yapılmalıdır. Burada yaratılan temel somut etkiye örnek bir tabir ise ‘yerinden edilme‘ olarak verebiliriz.

Özel mülkiyet kapsamındaki yerler de kentleşmeyi sağlamak, rant sağlamak, depreme dayanıklı yeni konutlar üretmek, yeni ticaret ve iş merkezleri sağlamak, veya tarihi dokuyu sürdürmek ve korumak gibi  birçok nedenlerin oluşma sürecinde, başlığımız da da bahsettiğimiz soyut ve somut etkiler kendini harfiyen göstermektedir.

Soylulaştırma, sınıfsal açıdan sosyo-ekonomik bir farklılık meydana gelmektedir. Mekansal açıdan ise bir ayrışma ortamı yaratmaktadır. Soyut bir etki yaratır. Ve sonuçla bu etkinin de baskısıyla özel mülkiyet kendisini içinde bulunduğu ortama bırakmak zorunda kalır. İstanbul’da Kuzguncuk semti soylulaştırmanın ilk örneklerini taşır. Kuzguncuk, zamanla bir çekim merkezi haline gelir ve bu sayede semtte oluşan alt kültür kimliği yerini üst kimliğe bırakarak bir soylulaştırma sürecine girmiştir.

Mekansal olarak dışlanma ise; soylulaştırmanın fiziksel boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Kentlerde yaşayan insanların bir dizi nedenlerden dolayı mekanlarından ayrılmaları ve sorunlar yaşamları durumu olarak söyleyebiliriz.Bu da soyut bir etki diyebiliriz. Son zamanlarda özellikle, Suriyeli göçmenlerin, romanların, ‘çingene‘ olarak ifade edilen kesimlerin, mekansal olarak dışlanması söz konusu olmaktadır.

Yerinden edilmeler ise daha çok somut bir etki yaratmakta olup, o bölgedeki tüm insanları kapsayacak şekilde oluşan bir kavramdır. Müstakil tarzlı konuta sahip olup gelişen kentleşme olgusuyla 2 veya daha yüksek bir imar uygulaması sonucunda buradaki insanların yerinden edilmeleri söz konusu olmaktadır. Aynı semt üzerinde ama alışılagelmiş bir hayat düzenlerinin yerine kendileri lüx siteler, apartmanlarda bulmaları da bir takık soyut etkileri beraberinde getirmektedir.

Yasal dayanaklar açısından baktığımız zaman ise mevzuatların çoğunda yaşanan bu soyut ve somut etkilerin göz ardı edildiği veya yeterince bu etkiler üzerinde durulmadığı görülmektedir. Kültürel, sosyal yönden de geliştirmeyi hedef alan yasal bir düzenlemeye de ihtiyaç duyulmaktadır. Yapılan konutların o bölgedeki insanlar üzerindeki sorunları en aza indiren bir yasallığın da var olması gerekmektedir. Ayrıca mevcut düzenlemelerin birden çok idareyi yetkili kılması, şehrin bütüncül bir yapısını da bozmaktadır.

Kentsel dönüşüm projelerinin bütüncül bir yaklaşım sergileyerek sadece elit kesimleri değil, tüm insanları mutlu edecek mekanlar sunması gerekmektedir. Bu bakımdan bireylerin her birinin kararları ayrı ayrı dinlenmeli ve faydalarının maksimize edilmesi gerekmektedir.

Muhammed DUYMAZ