İnsan bu su misali [büklüm büklüm] [çeker] ya, bir yanda [çeken] benim, diğer yanda[… orada da].
Necip Fazıl Kısakürek
Sezen Aksu
Friedrich Hegel (Mealen)
1
«Çekmek» Almancada «ziehen» fiiliyle karşılanır. Söz konusu fiilin başına ekleyeceğiniz bir önekle birlikte aynısını döndürür durursunuz. Üzerinize çektiğiniz (über-ziehen/to pull over) bir kazağı (Almanca, der Pullover) bedeninizden uzaklaştırırsanız onu «aus-ziehen» yapmış, yani çekip çıkartmış olursunuz. Ve yeni aldığınız akıllı telefonun ekranını korumak maksadıyla aynı ekran üzerine yerleştirilmiş ince şeffaf foliyoyu çeker çıkartırsanız onu «ab-ziehen» yapmış olursunuz. Aus– ve ab– arasındaki farkı belki içinden ve üzerinden çekip, dolayısıyla soyup çıkartmak, uzaklaştırmak olarak vermek mümkün olabilir. İlkinde şey ve şeyden uzaklaştırılan şey arasındaki ilişki, ikincisinde olduğu kadar yakın değildir. Nitekim yara bandını uzaklaştırma bağlamında da «ab-ziehen» fiili kullanılır. İsrailoğullarının Mısırdan çıkması, Exodus, «Aus-zug», «aus-ziehen», polisin olay mahalinden geri çekilmesi ise «Ab-zug»’tur, «ab-ziehen». Oturduğunuz daireden çıkar gider başka bir daireye taşınırsanız, çıktığınız daireden «aus-ziehen», girdiğinize ise «ein-ziehen» yapmış olursunuz. Yani ilkinin içinden (aus-) kendinizi dışarı çekip çıkartmış, ardından diğerinin içine (ein-) çekip sokmuş olursunuz. Ve bir bütün olarak bu kendinizi bir yerden çekip çıkartma ve çekip başka bir yere sokma, yani taşınma sürecine «um-ziehen» dersiniz. Fakat aynı zamanda aynı işlemle birlikte kendinizi bir yerden çekerek uzaklaştırmış da olursunuz tabii ki, «weg-ziehen», yani çekip başka bir yere, nereye?, oraya gitmiş de: «hin-ziehen». Bu gitmiş olmak sizi sevenler ve kayıtsız kalanlar için sadece çekip başka bir yere gitmiş olmanızdır, «fort-ziehen», sevmeyenler için ise başka bir yere çekip defolup gitmiş olmanız, «ver-ziehen». Her ne kadar sonuncu fiil her zaman negatif bir anlam taşımasa da, bu bağlamda en azından, söylemek istediğiniz gerçekten oysa, öyle söylersiniz. Konuşurken ve yazarken söylediklerinizi ve yazdıklarınızı temellendirmek istediğiniz durumlarda, ki buralarda öyle fazla gerekmiyor, kendinizi çeker bir referansa götürür, söz konusu referansı o an için kullanıma alır, işgal edersiniz: «be-ziehen». Çocuğunuzu yetiştirirken onu çeker belirli bir şekle sokar ve soktuğunuz bu şekilde onunla birlikte şekle sokulmuş bir ürün elde edersiniz: «er-ziehen». Başına er– önekini ekleyebildiğiniz her fiil, idrak ettiğiniz bir şeyi, o şey her neyse artık, hangi fiil üzerinden elde ettiğinizi gösterir. Mesela bir futbol takımı galibiyeti koşarak da elde etmiş olabilir, «er-laufen», oynayarak da, «er-spielen», kelimenin her anlamıyla çalım atarak da, yani saha ve saha dışında da, «er-fummeln», mücadele ederek de, bir önceki gibi yine, «er-kaempfen». Son tahlilde galibiyeti elde etmiştir, fakat nasıl elde ettiğini ifade edersiniz önekle birlikte. Aslında galibiyet bağlamında hangi fiilin özellikle sonuç getirici olduğunu vurgularsınız. Söz konusu takımın mağlup olması durumunda ise galibiyeti hayal etmektan başka bir şey kalmaz geriye, «er-traeumen». Bunu çok daha fazla uzatmak mümkündür ve ilk cümlede söylediğim gibi bir fiili çekip döndürür, siz de onunla birlikte çeker döner durusunuz.
Çekmek demişken, Martin Heidegger…
2
Martin Heidegger (2002), Was heisst Denken? – GA – Band 08, Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main, S.11-12.)
*
Was sich uns entzieht, zieht uns dabei gerade mit, ob wir es sogleich und überhaupt merken oder nicht.
Kendisini bizden çeken, çeker bizi de aynı anda, hemen ve genel olarak farkına varsak da varmasak da.
Wenn wir in den Zug des Entziehens gelangen, sind wir -nur ganz anders als die Zugvögel-auf dem Zug zu dem, was uns anzieht, indem es sich entzieht.
Çekilmenin çekimine girdiğimizde, biz –çekimdeki kuşlardan tamamen farklı olarak-kendisini çekerek bizi çekene doğru çekimde oluruz.
Sind wir als die so Angezogenen auf dem Zuge zu dem uns Ziehenden, dann ist unser Wesen schon durch dieses »auf dem Zuge zu…« geprägt.
[Ve] bu şekilde çekilmiş olanlar olarak biz bizi çekenin çekiminde isek, o zaman bizim özümüz halihazırda bu »…doğru çekimde«’nin damgasını taşır.
Auf dem Zuge zu dem Sichentziehenden weisen wir selber auf dieses Sichentziehende.
Kendisini-çekenin çekiminde biz kendimiz bu kendisini-çekene yönlendiririz.
Wir sind wir, indem wir dahin weisen; nicht nachträglich und nicht nebenbei, sondern: dieses »auf dem Zuge zu…« ist in sich ein wesenhaftes und darum ständiges Weisen auf da Sichentziehende.
Biz, oraya yönlendirerek biz’iz; sonradan ya da kıyısından köşesinden değil, aksine: bu »…doğru çekimde« kendi içinde bir özsel ve ondan dolayı da bir sürekli kendisini-çekene yönlendirmektir.
»Auf dem Zuge zu…« sagt schon: zeigend auf das Sichentziehende. Insofern der Mensch auf diesem Zug ist, zeigt er als der so Ziehende in das, was sich entzieht.
[Bu] »…doğru çekimde« şunu der halihazırda: kendisini-çekene göstererek. İnsan bu çekimde olduğu kadarıyla, bu şekilde çeken/çekilen olarak kendisini çekene işaret eder.
Als der dahin Zeigende ist der Mensch der Zeigende. Der Mensch ist hierbei jedoch nicht zunächst Mensch und dann noch außerdem und gelegentlich ein Zeigender, sondern: gezogen in das Sichentziehende, auf dem Zug in dieses und somit zeigend in den Entzug, ist der Mensch allererst Mensch.
Oraya işaret eden olarak insan işaret edendir. Fakat insan bu bağlamda ilk önce insan ve sonra bir de ayrıca ve ara sıra işaret eden değildir, aksine: kendisini-çekene çekilmiş, aynısına doğru çekimde ve dolayısıyla geri-çekime gösterir olarak insan insandır ilk olarak haddizatında.
Sein Wesen beruht darin, ein solcher Zeigender zu sein. Was in sich, seinem Wesen nach, ein Zeigendes ist, nennen wir ein Zeichen.
Onun özü bu şekil bir gösteren olmakta meskundur. Kendisi olarak, özü gereği, bir gösteren olana işaret deriz biz.
Auf dem Zug in das Sichentziehende ist der Mensch ein Zeichen. Weil dieses Zeichen jedoch in das Sichentziehende zeigt, deutet es nicht so sehr auf das, was sich da ent-zieht, als vielmehr in das Sichentziehen. Das Zeichen bleibt ohne Deutung.
Kendisini-çekenin içine doğru çekimde insan bir işarettir. Ve bu işaret kendisini-çekenin içine işaret ettiği için ama, burada kendisini-çekene işaret etmekten çok geri-çekmenin içine işaret eder. İşaret, işaret ettiği şeysiz kalır.
Hölderlin sagt in einem Entwurf zu einer Hymne:
Hölderlin bir şiir tasarımında şöyle der:
»Ein Zeichen sind wir, deutungslos.«
»İşaret ettiği şeysiz bir işaretiz biz.«
Der Dichter fährt mit den beiden Verszeilen fort:
Şair şu iki mısrayla devam eder:
»Schmerzlos sind wir und haben fast
Die Sprache in der Fremde verloren.«
»Sancısız’ız biz ve neredeyse
dil’i yaban elde kaybettik.«
Die Entwürfe zu der Hymne sind neben Titeln wie »Die Schlange«, »Das Zeichen«, »Die Nymphe« auch überschrieben mit »Mnemosyne«. Wir können das griechische Wort übersetzen durch: Gedächtnis.
Söz konusu şiir tasarımı »yılan«, »işaret«, »Nymphe« başlıkları yanı sıra ayrıca bir de »Mnemosyne« başlığıyla başlıklandırılmıştır. Yunanca olan son kelimeyi şu şekilde tercüme edebiliriz: hafıza.
Unsere Sprache sagt: »das Gedächtnis«; sie sagt aber auch: die Erkenntnis, die Befugnis und wieder: das Begräbnis, das Geschehnis. Kant z.B. sagt in seinem Sprachgebrauch bald: die Erkenntnis, bald: das Erkenntnis.
Dilimiz: »das hafıza (-nis)« der; fakat o aynı zamanda şunu da der: die idrak (-nis), die yetki(-nis) ve aynı şekilde: das defin (-nis), das olay (-nis). Kant, mesela, kendi dil kullanımında bazen: die (dişil) idrak (-nis), bazen: das (nötür) idrak (-nis) der.
Wir dürfen daher ohne Gewaltsamkeit dem griechischen Femininum entsprechend μνημοσῠ́νη übersetzen: »die Gedächtnis«.
Dolayısıyla biz her hangi bir şiddete baş vurmadan Yunanca dişile uygun olarak μνημοσῠ́νη’i: »die (dişil) hafıza (-nis)« olarak çevirebiliriz.
Hölderlin nennt nämlich das griechische Wort Μνημοσύνη als den Namen einer Titanide. Sie ist nach dem Mythos die Tochter von Himmel und Erde.
Nitekim Hölderlin Yunanca μνημοσῠ́νη kelimesini bir Titaniye ismi olarak zikreder. O (sie/dişil), mit’e göre, gökyüzü ve yeryüzünün kızıdır.
Mythos heißt: das sagende Wort. Sagen ist für die Griechen: offenbar machen, erscheinen lassen, nämlich das Scheinen und das im Scheinen, in seiner Epiphanie,Wesende.
Mit demek: Söyleyen kelam demek. Yunanlılar için söylemek şu demektir: açık etmek, görünürlüğe bırakmak, yani görünmek ve görünmede, tecellisinde, öz-vermek.
μῦθος ist das Wesende in seiner Sage: das Scheinende in der Unverborgenheit seines Anspruchs.
μῦθος bir söylemek’teki öz-verendir: kendi talebinin üstü-açıklığında kendisini gösteren.
Der μΰθος ist der alles Menschenwesen zuvor und von Grund aus angehende Anspruch, der an das Scheinende, an das Wesende denken läßt.
μῦθος insan özünün tümünü öncesinde ve temelden hedef alan ve kendisini göstereni, öz-vereni düşündüren taleptir.
λόγος sagt das Selbe; μΰθος und λόγος treten keineswegs, wie die landläufige Philosophiehistorie meint, durch die Philosophie als solche in einen Gegensatz, sondern gerade die frühen Denker der Griechen (Parmenides, Frgm. 8) gebrauchen μΰθος und λόγος in derselben Bedeutung; μΰθος und λόγος treten erst dort aus- und gegeneinander, wo weder μΰθος noch λόγος ihr anfängliches Wesen behalten können.
λόγος da aynı şeyi söyler: μΰθος ve λόγος genel geçer felsefe tarihinin düşündüğü gibi kendisi olarak felsefe aracılığı ile zıtlaştırılmazlar, aksine tam da Yunanların en erken düşünürleri (Parmenides, Fragman 8) μΰθος ve λόγος’u aynı anlamda kullanırlar: μΰθος ve λόγος ilk olarak ne μΰθος’un ve ne de λόγος’un en başta sahip oldukları öz’lerini koruyabildikleri noktada ayrışıp karşıtlaşırlar.
Dies ist bei Platon schon geschehen. Es ist ein auf dem Grunde des Platonismus vom neuzeitlichen Rationalismus übernommenes Vorurteil der Historie und der Philologie, zu meinen, der μΰθος sei durch den λόγος zerstört worden.
Bu Platon’da halihazırda gerçekleşmiştir. Yeni zaman rasyonalizminin Platonizm temelinde devraldığı bir tarihi ve filolojik önyargıdır μΰθος’un λόγος tarafından mahvedildiğini düşünmek.
Das Religiöse wird niemals durch die Logik zerstört, sondern immer nur da durch, daß der Gott sich entzieht.
Dini olan hiçbir zaman mantık aracılığı ile mahvedilmez, aksine her zaman ancak şöyle, ola ki Tanrı kendisini çeksin (entzieht).
(Çeviri: Mustafa Küçükhüseyin)
*
Çekip gitti… Allah’sız kaldık… En Allah’lımız, en Allah’sızımız…