Dostlar dün Osmanlı Devleti’nin 34’ncü padişahı olan Sultan II. Abdülhamit’in ölümünün 101’nci yıldönümüydü. Dün gerek sosyal medya gerek ise çeşitli medya organlarında kendisinin ölüm yıldönümü ve Osmanlı Devleti için neler yaptığı anlatıldı. Bildiğiniz gibi Sultan II. Abdülhamit Osmanlı padişahları içinde en çok konuşulan ve bir kesimin çok sevdiği bir kesimin ise nefretle baktığı bir padişahtır. Fakat onunla ilgili daha önce kaleme aldığım Kızıl Sultan lakabı ile alakalı yazıda da belirttiğim gibi tarihi şahsiyetler hakkında o devri tam bilmeden anlamadan aşırı nefret yada aşırı mübalağa yapmak doğru değildir. Zira geleneğimizde şöyle bir düstur vardır. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
Kendisi bu devlet için yaptıkları ile tarihe kazınmış bir şahsiyet olmuştur ve yıllar geçse de onun yaptıkları unutulacak gibi değildir. Bu yüzden Sultan II. Abdülhamit Han hakkında da bilip bilmeden hakaret yapılması ve kendisini anlamadan ve tam tanımadan çeşitli ideolojik fikirler ışığında hareket edilmesi doğru değildir. Zira tanıdıktan sonra sevmeseniz bile hakaret etmek ve yanlış bir tutum içinde de bulunmak doğru değildir. Bize düşen ecdadımızı yanlışı ve doğrusu ile kabul edip onların doğrularını yapmak ve yanlışlarına da düşmemektir. Her ne olurlarsa olsunlar kendileri tarihe mal olmuş müstesna şahsiyetlerdir ve bu yüzden saygıyı hak ettiklerini düşünüyorum.
Dostlar bu yazıyı aslında dün yazacaktım ama bazı nedenlerden dolayı gecikme yaşadım. Bu yüzden sizlerden özür diliyorum. Ben bu yazımda Osmanlı Devleti’nin en önemli padişahlarından olan Sultan II.Abdülhamit Han’ın ömrünün son zamanlarından bahsetmek istiyorum. Onun ölümü olan 1918 yılı Osmanlı Devleti’nin zor zamanlarıydı.
Birinci Dünya Savaşı’nın sonu ve yurtta işgallerin başladığı yıldır. Fakat Allah ona düşman gemilerinin bayraklarının Dolmabahçe önünde dalgalandığı günleri göstermeyecektir. Kendisi o elim günleri görmeden bu dünya diyarından göç edecektir. Kendisi bitmekte olan devletin ömrünü uzatmak için çok uğraşmış ve hayatını devletin ve milletin yolunda harcamıştır.
Her ne kadar kendisini karalayanlar olsa da tarih her zaman gerçek olanı zannedilenden ayırır. Bu tarihin değişmez bir kaidesidir. Nasıl ki milyonlarca yıl önce olan bir olay eninde sonunda ortaya çıkıyorsa ve tarih onun ne olduğunu ortaya koyuyorsa bu tarihi şahsiyetler içinde geçerlidir. Yıllar geçse de tarih her insanın gerçeğini zannedilenden ayırır ve tüm çıplaklığı ile ortaya koyar.
Fakat Sultan II. Abdülhamid’i diğer Osmanlı padişahlarından ayıran en önemli ayrıntı ise zor zamanda gelmiş olması ve devleti ayakta tutması için çok çaba harcamasıdır. İşler iyi olduğunda zaferler gelir adın tarihe kazınır. Fakat bir de işlerin kötü gittiği anlar vardır. Asıl maharet o anlarda dirayet gösterip milleti ayakta tutabilmektir.
II. Abdülhamit devleti belki yıkılmaktan kurtaramamış ve ömrü buna yetmemiştir. Ama yaptığı siyaset ile ve dirayeti ile devletin ömrünü arttırmış ve belki de Türk tarihinin 1880’lerde tarihin engin sularında akıp kaybolmasına mani olmuştur. Eğer onun zekası ve yaptığı işler olmasaydı belki de bugünleri bu Anadolu topraklarında göremeyecektik. O yüzden onun ortaya koydukları bu millet için değerlidir, içimizde onu sevmeyenler olsa da.
İşte o günlerde 77 yaşında olan ve artık iyice yaşlanan II. Abdülhamit Han’da bazı hastalıklar baş göstermeye başlar. Kendisinde derin bir halsizlik, kırıklık ve üşüme hissi ortaya çıkmıştır. Fakat adet üzere her sabah yaptığı banyoları bırakmıyor ve ayaklarının üşüdüğünden bahsetmektedir. Şubat ayı başlangıcı sırtından beline doğru inen bir ağrıdan şikayet eder. O günlerde midesi de fazla gaz yapmaya başlamıştır…
Hususi doktoru Atıf Bey kendisi ile yakından ilgilenmekte ve geceleri Beylerbeyi Sarayı’nda geçirmektedir. Yine o günlerde Sultan Abdülhamit Atıf Bey’e kalmamasını ve evine gitmesini istirham eder. Sultan o gece yemeği fazla kaçırınca rahatsızlanır ve Atıf Bey bulunamayınca iki Rum doktor bulunur ve onlar padişahı muayene ederler. Sonra Atıf Bey geliyor ve Sultan Abdülhamit ona çok rahatsız olduğunu mırıldanır. Atıf Bey muayene ederken kendisinde bir ümitsizlik hali belirir. Rum doktorların verdiği reçeteye bakar. Yazılan ilaçları kontrol eder ve uygun olduğunu söyler. Gece yarısına doğru Sultan Mehmet Reşat’tan bir irade gelir.
‘Biraderimin rahatsızlığından çok üzgünüm. Hangi doktorları ve ne gibi şeyleri istiyorlarsa bildirsinler, hemen göndereyim.‘
Sultan Abdülhamit bu iradeye teşekkür ettikten sonra kendi doktorlarının kendisine yettiğini söyleyerek karşılık vermiştir. O gece Sultan Abdülhamit sabaha kadar hastalıktan kıvranıyor ve doktorlar başında sabaha kadar nöbet tutarlar. Sabahleyin yine banyosunu ihmal etmez tabii.
Sultan Abdülhamit istemese de Sultan Reşat iki doktorunu yollar. Sultan Abdülhamit doktorları kabul etmek mecburiyetinde kalır. Doktorlar yapılan tedavilerin yerinde olduğunu tespit ederler. Fakat vaziyet cidden sıkıntılıdır. Soğuk algınlığı ve mide ağrısı en tehlikeli noktaya gelmiştir. Bunun üzerine Sultan Reşat dünya gözüyle çocuklarını ve torunlarını bir kere daha görsün ister. Tabii ki o vakitler yakınlarının onunla teması yasaktı. O günü yakınları saraya davet edilir.
Sultan Abdülhamit Han çocuklarını ve torunlarını son kez dünya gözüyle görür. Fakat dalgın ve sessiz bir hali vardır. Doktoru Atıf Bey Şehzade Selim Efendi ile konuşurken bir ara kapı açılıyor ve harem ağası Sultan Abdülhamit Han’ın bayıldığını haber verir. Odaya girdiklerinde ise onu ölmüş halde bulurlar. Abdülhamit Han Hakkın rahmetine kavuşmuştur. Odadan fırlayan harem ağasının verdiği bilgiye göre ise Sultan Abdülhamit Han’ın son anında dudaklarından tek bir kelime dökülmüştür. ALLAH…
Dostlar işte ömrünü vefa ettiğinde devletine milletine adamış bu koca çınar bu şekilde ebedi aleme gitmiştir. O hakkında her ne konuşulursa konuşulsun hiçbir zaman unutulmayacaktır. Kendisi bir kesim sevmese de bu milletin sinesinde yer etmiştir.
Bizlere düşen ise ona gerekli saygıyı göstermek ve kendimiz fert olarak bu vatan ve millet için neler yapabiliriz bunun gayesinde olmaktır. Zira düşmanlar çoktur bu düşmanlara karşı ise birliğimizi muhafaza ederek tarihten dersler alarak emin adımlarla mukabele etmek gerekir. Yoksa ölüm elbette hepimize gelecektir ama vatansız başka bayraklar altında değil kendi öz yurdumda öz vatanımda gelsin….
Sağlıcakla kalın dostlar…
Mesut BULDU