Aslında başından sonuna kadar okumak istemiştim elimde tuttuğum kitabı, ama olmadı. Zeki Özcan’ın Fransızca’dan çevirdiği Ludwig Wittgenstein’a ait Über Gewissheit metninden söz ediyorum. Sorabilirsiniz tabii ki, Wittgenstein Almanca yazmıyor muydu? Evet öyle, de sanırım sayın Özcan Almanca konusunda Fransızca konusunda olduğu kadar mahir değil. Bizim işimiz bu zaten, yaptığımız her şeyi olması gerektiği gibi ve kadar değil, yapabildiğimiz gibi ve kadar yaparız. Sayın Özcan yaşını almış olmasına rağmen hala daha, adını koyamadığım, bir dürtüyle donatılmış. Konuşmak istiyor, söylediklerine kulak verilsin istiyor, harcadığı çabanın, mesaisinin kıymeti bilinsin istiyor, yakınıyor, görülmemekten, bilinmemekten yakınıyor. Da olmuyor sanırım. Olmayınca da Kemal Sunal misali siz kovmadınız ben istifa ettim diyerek trip atıyor. Ne demişti bir kere? Olmadığımız yer olmamamız gereken yerdir, ya da buna benzer bir şey. Oldukça büyük bir kitleye sahip değil değil aslında, var, etrafında kendisine itibar eden kocaman bir kitle var, da yetmiyor demek. Girişte de söylediğim gibi, aslında sabır gösterip, sebat edip sonuna kadar okuyacaktım söz konusu metni, fakat daha henüz dördüncü maddeye gelmiştim ki bütün hevesim kırıldı. Sonra öylesine karıştırmaya başladım, ki komik, çok komik. Söz konu dördüncü maddeye bakalım. Tamamına değil ama, sadece söylemek istediğimi söylemeye yetecek kadarına. 

Orjinali şöyle:

Ich weiß, daß ich ein Mensch bin.

İngilizcesi şu şekilde:

I know that I am a human being.

Ve Fransızcası böyle:

Je sais que je suis un être humain.

Bu da Türkçesi:

Bir insan olduğumu biliyorum.” 

Hadi biraz daha titiz olalım:

Ben (Ich) biliyorum (weiß) ki (daß) ben (ich) bir (ein) insan- (Mensch) -ım (bin).

Şimdi de sayın Özcan’ın çevirisine bakalım:

Bir insani varlık olduğumu biliyorum.”

Dikkat ettiyseniz, benim Türkçe çevirimle sayın Özcan’ın Türkçe çevirisi farklı. Tabii ki doğru olan benimkisi. Sayın Özcan ayrıca bir not düşmüş. Şimdi de söz konusu nota bakalım:

Metnin Fransızcasındaki un être humain ve İngilizcesindeki a human being ifadesini ‘insan’ diye çevirmeyi doğru bulmadık; çünkü insanla insani varlık arasındaki nüansı korumak için Wittgenstein’ın kullanımına bağlı kaldık.

Meseleye girmeden önce, ben olsaydım ‘doğru bulmadık’ ibaresinden sonra virgül kullanarak ‘çünkü’ değil, ‘dolayısıyla’ der cümleyi öyle tamamlardım, da Türkçe konusunda ahkam kesmek benim işim olmasa gerek. Neyse biz konumuza dönelim. Her şeyden önce şunu demek istiyorum ki hem un être humain hem de a human being’in Almancadaki karşılığı sadece ‘insan’dır, ‘insani varlık’ değil. Ha çok isterseniz ‘menschliches Wesen’ der susuzluğunuzu giderebilirsiniz, de gerek yok. Aradaki nüansı, o her neyse artık, şimdilik bir kenara bırakıyorum. İkincisi, az çok Wittgenstein’ı tanıyan birisi, onun ‘insani varlık’ şeklinde ne idüğü belirsiz bir ibare kullanmayacağını bilir, kaldı ki sayın Özcan’ın dediği gibi şayet Wittgenstein’ın kullanımına bağlı kalacaksak, ki kendisi Fransızca değil Almanca gerçekleştirdi söz konusu kullanımını, sadece ‘insan’ demek yeterli, haddizatında gerekli. Dedim ya: Bu noktadan sonra kitabı elimden bıraktım, okumadım. Sonra bir ara elime aldım ve karıştırdım. Bu karıştırmalarım esnasında da çok komik şeylerle karşılaştım. Onlarcasından sadece bir kaçını vermek istiyorum.

Mesela:

  1. Birinci maddede Wittgenstein Wenn du weißt, daß hier eine Hand ist diyor, dolayısıyla Şayet burada bir el olduğunu biliyorsan. Sayın Özcan bu cümleyi Bunun bir el olduğunu bilirsen diye çevirmiş. Yine birinci maddenin sonunda Wittgenstein’ın eine komische Bemerkung ifadesini, yani tuhaf bir not, Özcan çok dikkat çekici bir açıklama olarak vermiş.
  2. On dördüncü maddede Wittgenstein Es muß erst erwiesen werden, daß er’s weiß, dolayısıyla Önce onun onu bildiği kanıtlanmalıdır diyor. Zeki bey önce onu bildiği anlaşılmalıdır diye çevirmiş. Bunun çok önemli olmadığı söylenebilir. Fakat on beşinci maddeyle birlikte okunursa soru işaretleri beliriyor. Wittgenstein burada Daß kein Irrtum möglich war, muß erwiesen werden diyor, yani Bir hatanın mümkün olmadığı kanıtlanmalıdır. Sayın Özcan çok kötü bir çeviriyle bu cümleyi şöyle veriyor: Kanıtlanması gereken şey, mümkün hatanın olmadığıdır. Fakat benim dikkatimi çeken başka bir şey. Wittgenstein on dört ve on beşinci maddelerin her ikisinde de kanıtlamaktan, erweisen, söz ediyor. Oysa sayın Özcan on dörtde anlaşılmaktan on beşte ise kanıtlamaktan söz ediyor. Neredeyse peş peşe gelen aynı kelimeyi birinde başka diğerinde daha başka çeviriyor.
  3. Yirmi birinci maddede Wittgenstein Moore’nun görüşünden söz eder, Moores Ansicht, sayın Özcan ise, ne demekse artık, Moore’nun görme biçiminden.
  4. Madde kırkbirde ise cinayete yakın bir hata var. Ben sadece çevirileri vereceğim, hatanın ne olduğunu ise siz bulun: Ich weiß, wo ich den Schmerz empfinde, dolayısıyla Ağrıyı nerede hissettiğimi biliyorum der Wittgenstein. Sayın Özcan son derece, haddizatında bir Wittgenstein uzmanı olması hasebiyle bir cinayeti andıran büyük bir hata yaparak, Neremin ağrıdığını biliyorum der.

Neyse. Sanırım bu kadar yeter söz konusu kitabı bir kenara bırakarak unutmak için.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN