I keep dancing on my own

Öyle tek başıma dans etmeye devam ediyorum işte

Robyn [Geist]

 

… uzun yıllar yalçın kayalıklarda kartallarla yuva kurmuş ve temiz dağ havasını ciğerlerine çekmeye alışmış olan ben, şimdi ölmüş düşünce leşlerinden ya da (modern) ölü doğmuş olanlardan beslenmesini ve boş gevezeliğin kurşuni havasında ot gibi yaşayıp gitmesini öğrenmeliymişim […] Allah’ım aklıma mukayyet ol.

… der ich viele Jahre lang auf dem freien Felsen bei dem Adler nistete und reine Gebirgsluft zu atmen gewohnt war, sollte jetzt lernen, von den Leichnamen verstorbener oder (der modernen) totgeborener Gedanken zehren und in der Bleiluft des leeren Geschwaetzes vegetieren […] Herr! Gib, dass dieser Kelch vorüber gehe.

Friedrich Hegel

   

Hegel ölü Olmak’ın karşıtı canlı hareketin öğretmenidir. Onun meselesi idrake ulaşan Kendi’ydi, diyalektik bir süreç üzerinden kendi içerisinden nesneyi geçiren özne ve kendi içerisinden özneyi geçiren nesne yani, dolayısıyla etkin olan hakikat. Ve hakikat sessiz ve yerinde duran, bitmiş tamamlanmış belirlenmiş bir veri değildir, aynen Hegel’in kendisi gibi. Etkin olarak hakikat daha çok bir sürecin sonucudur; bu süreç açıklığa kavuşturulup kazanılmalıdır. Hegel bunun için şimdiye kadarki en önemli görgü şahitlerden biridir; hem diyalektik açısından hem de söylediklerinin kapsamı doğrultusunda. He[r]gel[e]cilik uzak olsun […] Hegel geleceği inkâr ediyordu, fakat hiçbir gelecek Hegel’i inkâr edemeyecek.

Hegel ist ein Lehrer der lebendigen Bewegung im Gegensatz zum toten Sein. Sein Thema war das Selbst, das zur Erkenntnis kommt, das Subjekt, das mit dem Objekt, das Objekt, das mit dem Subjekt sich dialektisch durchdringt, das Wahre, das das Wirkliche ist. Und das Wahre ist kein stillstehendes oder ausgemachtes Faktum, so wenig wie Hegel selbst. Das Wahre als wirkliches ist vielmehr Resultat eines Prozesses; dieser muss geklaert und gewonnen werden. Hegel ist dazu einer der wichtigsten bisherigen Zeugen, sowohl was Dialektik wie Umfang seiner Aussagen angeht. Hegelei sei ferne […] Hegel leugnete die Zukunft, keine Zukunft wird aber Hegel verleugnen.

Ernst Bloch

 

Hakikat, o her neyse artık, Friedrich Hegel için kendisini ancak ve dışlayıcı olarak bir sistem içerisinde gösterebilir. Dolayısıyla hakikatin kendisini göstermesini istiyorsak eğer ona bu imkânı sağlamalı, onun kendisini içerisinde gösterebileceği bu sistemi oluşturmalıyız. Söz konusu sistemin taşıyıcı, ya da belirleyici unsuru Hegel’e göre diyalektiktir. Diyalektiğin ne olduğunu hemen hemen herkes biliyor zaten, en azından öyle sanıyor, dolayısıyla hiç girmeyeceğim, geçiyorum. Fakat ne sistem düşüncesi ne de diyalektik Hegel’in geliştirdiği, dolayısıyla felsefi terminolojiye kazandırdığı kavramlar değiller. Her ikisini de gelenekten devraldı kendisi. De devraldığı şeyler o denli pespaye bir durumdadır ki ona göre, o denli iş görmez haldedirler ki yani, aynılarını gözden geçirip onları kendilerine, dolayısıyla yeniden iş görür hale getirmek elzemdir artık. Hegel hemen işe koyulur. Karşısında ilk etapta Immanuel Kant vardır. Kant’a göre insan aklı tuhaf bir durumla karşı karşıyadır. Bazı sorular onu sürekli rahatsız ederler, aklın doğası gereği, bu da her ne demekse artık, onu sürekli kendilerine bir cevap aramaya zorlarlar. Akıl bu sorulara cevap bulamaz ama, nitekim aynıları onun sınırlarını aşarlar da aynı zamanda. Dolayısıyla akıl kendi kendisini altından kalkamayacağı bir yükün altına sokar bu şekilde. Hegel’in amacı öncelikle aklı bu yükten kurtarmaktır aslında, onu bu kısır döngüden azat etmek yani. 1812’yle 1816 yılları arasında Nürnberg’te bu maksada yönelik çabaları sonuçlanır en nihayetinde ve Die Wissenschaft der Logik, Mantık Bilimi, ortaya çıkar. Farklı bir mantık olarak tezahür eder aynısı, kendisinden öncekilerden çok farklı. Fakat Hegel gerçek, haddizatında hakiki mantığı oluşturduğundan emindir. Hegel’i eski mantıkta rahatsız eden tam olarak nedir? Ne için iş göremez hale gelmiştir aynısı, ne için aynısının sonuçları bir işe yaramazdır ona göre? Burası ilginç, haddizatında ironik belki de daha doğrusunu söylemek gerekirse. Nitekim Hegel’e göre eskisinin eksikliği tam olarak aynısının kendisini en güçlü, haddizatında alamet-i farikası olarak gördüğü ve belirlediği noktadadır. Eski mantığın özelliği içeriği göz ardı ederek şekilsel doğruluğa yoğunlaşmasındaydı bilindiği gibi, doğru düşünmeyi öne çıkarması yani. Hatta bununla övünmesi aslında, ki hala daha öyle büyük ölçüde. Bu mantığın temeli bir taraftan şekil ve içerik ayrımına, diğer taraftan özne nesne karşıtlığına kadar geri gider. Aynısı büyük ölçüde Aristoteles’e dayanır ve yeni zamanda Kant tarafından yeniden ve güçlü bir şekilde desteklenerek sağlamlaştırılır. Da Hegel’e göre burada bilme süreci bilinene, yani şeyin kendisine dokunmadan yüzeyde sadece öteye beriye gider gelir, ama şeye inmez, öyleyse son tahlilde ne şeyi düşünür ne de onu kavrar. Dolayısıyla ancak şeyin kedisini mantıki sürecin içerisine dahil edersek eğer, yani onu harekete geçirirsek, onu düşüne- ve kavrayabiliriz. Düşünmek bu şekilde ayaklarının altında yer kazanır son tahlilde, patinaj son bulur, dolayısıyla ilerleme kaydedilir. Hegel Fenomenolojide sulandırmaktan söz eder, Verflüssigung, sıvılaştırmak daha doğru olur, ama en doğrusu eritmek. Dolayısıyla düşünülene akışkanlık kazandırmak, onu harekete geçirmek gerekir:

Tanınan/bilinen sadece tanındığı/bilindiği için idrak edilmiş değildir. Kendini ve diğerlerini aldatma türünün en alışagelmiş şeklidir idrak ederken bir şeyi tanınan/bilinen olarak ön koşmak ve dışlayıcı olarak bununla yetinmek: bu tarz bir bilme her tür konuşarak öteye beriye gidip gelmelerle birlikte yerinden dahi oynamaz aslında. Özne ve nesne ve diğerleri, Tanrı, Doğa, Akıl, Duyumsallık ve diğerleri gözden geçirilmeden tanınan/bilinen olarak ileri sürülerek geçerli kabul edilir ve çıkışın ve geri dönüşün sağlam ve sabit noktaları olarak belirlenir. Hareket kendileri hareket etmeyen bu ikisi arasında, dolayısıyla bu şekilde sadece yüzeyde gider gelir. Son tahlilde kavramak ve sınamak sadece herkesin söylediğini kendi tasavvurunda bulup bulmadığını, kendisine öyle gelip gelmediğini ve tanınan/bilinen olup olmadığını görmesinden ibarettir. 

Das Bekannte überhaupt ist darum, weil es bekannt ist, nicht erkannt. Es ist die gewöhnlichste Selbsttäuschung wie Täuschung anderer, beim Erkennen etwas als bekannt vorauszusetzen und es sich ebenso gefallen zu lassen; mit allem Hin- und Herreden kommt solches Wissen, ohne zu wissen wie ihm geschieht, nicht von der Stelle. Das Subjekt und Objekt usf., Gott, Natur, der Verstand, die Sinnlichkeit usf. werden unbesehen als bekannt und als etwas Gültiges zugrunde gelegt und machen feste Punkte sowohl des Ausgangs als der Rückkehr aus. Die Bewegung geht zwischen ihnen, die unbewegt bleiben, hin und her und somit nur auf ihrer Oberfläche vor. So besteht auch das Auffassen und Prüfen darin, zu sehen, ob Jeder das von ihnen Gesagte auch in seiner Vorstellung findet, ob es ihm so scheint und bekannt ist oder nicht.

Hegel için ancak bu hareket vasıtasıyla saf düşünceler ne iseler o olurlar, kendi kendine hareket eden nesneler, haddizatında ve daha çok söz konusu hareketin bizzat kendisi, nesne yok yani, dolayısıyla hareket ve hareket arasındaki fark kalkar ve dışlayıcı olarak hareket kalır. Ve Hegel’e göre bilimselliğin özünü teşkil eden de tam olarak bu harekettir işte. Şekilsel mantığın bilimselliği ise, bilindiği gibi, açık ve seçik kavramlara dayanır. Hermetik, dolayısıyla geçişken olmayan söz konusu kavramlar değişmezler ve en küçük bir çok-anlamlılığın kaymasıyla birlikte içlerine çökerler. Hegel’in ölü doğan düşünceler olarak bahsettikleridir bunlar, yaşamazlar çünkü, hareket etmezler nitekim, dolayısıyla onları gömme vakti gelmiştir artık. Ve bu işi görmek için geliştirir haddizatında kendi mantığını Hegel. O söz konusu mantığın girişinde diyalektiğin genellikle dışsal ve menfi bir şey olarak düşünüldüğünü söylerken, dolayısıyla onun şeyin kendisine olan aidiyetinin inkâr edilip sadece ve dışlayıcı olarak sağlam ve sabit olanın ve doğrunun harekete geçirilmesine, bu demek ve son tahlilde menfi anlamda çözülmesine yönelik öznel bir obsesyon olarak anlaşıldığını vurgularken, muhtemelen Popper gibi palyaçoları getirmişti aklına. Nitekim Popper’ya göre Hegel diyalektiği sadece Fransız İhtilalinin kazanımlarını ortadan kaldırmak için icat etmiştir. Ne diyorsunuz siz Türkler, çüşCharles Taylor daha kibar:

Epistemolojiye atfedilen önem Karl Popper gibi bir fenomeni açıklıyor [aslında]. [Nitekim o,] bilimsel bilgi kuramcısı olarak sahip olduğu şöhrete dayanarak geleneğin önemli filozofları hakkında ileri sürdüğü doğru olmaktan çok uzak ve dengesiz görüşleri için dinleyici bulmakta hiç zorlanmadı. 

The preeminence of epistemology explains a phenomenon like Karl Popper. On the strength of his reputation as a theorist of scientific knowledge, he could obtain a hearing for his intemperate views about famous philosophers of the tradition, which bore a rather distant relation to true.

Odo Marquard‘ın ifadesiyle felsefe tarihinin en önemli ampiristlerinden biri olan Hegel son derece başarılı bir gözlemciydi, dolayısıyla içinde yaşadığı dünyanın geçirdiği değişimin farkındaydı, ki Modernite’nin en önemli, haddizatında öncüsü olarak kabul edilmesi bunun bir göstergesidir. Dolayısıyla kendisini hiçbir zaman içinde yaşadığı dünyadan ayrı görmedi. O da söz konusu değişimin bir parçasıydı, hakeza diyalektik de öyle. Hegel için gerçek ve tek yöntem dışlayıcı olarak diyalektiktir, nitekim sadece o kendisini şeyden uzaklaştırmaz ve ayrı kılmaz, dolayısıyla o iddia edildiği gibi düşüncenin belirli içeriklere aynılarını çözmek ve re-organize etmek için dışardan uyguladığı bir mekanizma değil, söz konusu içeriğin kendisinin kendisi olarak hareketidir:

Buna göre mantık saf aklın sistemi, saf düşüncenin dünyası olarak ele alınmalıdır. Bu dünya hakikatin kendisidir, kabuksuz/örtüsüz ve kendisi için kendisi olarak kendinde nasılsa o şekilde. Dolayısıyla ve öyleyse bu içeriği Tanrının ebedi özünde, henüz daha doğanın ve sonlu tinin yaratılmasından önce nasılsa o haliyle görünmesi olarak düşünebiliriz.

Die Logik ist sonach als das System der reinen Vernunft, als das Reich des reinen Gedankens zu fassen. Dieses Reich ist die Wahrheit, wie sie ohne Hülle an und für sich selbst ist. Man kann sich deswegen ausdrücken, daß dieser Inhalt die Darstellung Gottes ist, wie er in seinem ewigen Wesen vor der Erschaffung der Natur und eines endlichen Geistes ist.

Hegel klasik mantıkla ilgili olarak onun Aristoteles’ten bu tarafa hiçbir değişiklik geçirmediğini, dolayısıyla Kant tarafından ayrıca bir de güçlendirildiğini düşünüyor ve yeni mantığın, dolayısıyla kendi mantığının görevini bu tıkanıklığı aşmak olarak belirliyorsa, bununla birlikte bir önceki mantığın tine, dolayısıyla Tanrıya vurduğu prangaları kırmaktan başka hiçbir şeyden söz etmiyor aslında. İnsan özgür olmak istiyorsa dolayısıyla, önce Tanrının özgürleşmesi gerekir.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN