Özdeşlik düşüncesi tarih boyunca ölümcül, her şeyi yiyip yutan bir şey olagelmişti.

Adorno

Kendiyle hep aynı kalmak, katıksız özdeşlik, kötücüllüktür. Zamanın ötesinde mitolojik felakettir.

Adorno

Temsilci batı metafiziğinde fark özdeş olanın ötekisidir. Öteki aynının karşısında yer alır. Aynı olan özdeşlik olumlu, özdeş olmayan ise olumsuzdur. Aşkınlıktan, özdeşlikten ve kutupsal karşıtlıklardan, özlerden ve sabitliklerden oluşan batı düşüncesi, aynı olmayana karşı şiddet uygular ve şiddeti meşrulaştırır. Kendini merkezleyen ve farklılıkları bir tahakküm mantığı temelinle aynılaştıran  batı metafiziği, homojen yapılar inşa ederek farklılıkları aynının bakışında öz‘e indirger, sabitler, ötekileştirir.

Özdeşlik düşüncesi temelinde oluşturulmuş kişi, ulus ya da bir grubun söylemleri bir karşıtlık ilkesi üzerinden oluşturulur. Burada özne ötekinden farkını dil yoluyla kurar ve dünyasını dil yoluyla farklılaştırarak anlamlandırır ve yaratır. Bu bağlamda bir kavram veya şeyin olabileceği şey olabilmesi için bir öz’ü olduğu varsayılır ve bu öz üzerinden temelle kavranır ve açıklanır. Böylece özdeş bir grubun aynılığı, ötekinden farklılığı üzerinden inşa edilerek oluşturulur ve kimliği bu karşıtlık üzerinden tanımlanır. Böylece farklı olan olumsuzlanır; çünkü kurgulanan aşkın öz’ün, özdeş olanın hakikatinin karşıtlığı üzerinden özdeşliğini tanımlaya çalışan temsilci düşünce bu sebeple önceden varsayılan özler ve özdeşlikler üzerinden düşünür ve aşkın-düalist bir düşünce modeliyle öncelikli olanla olmayan arasında yaptığı ontolojik ayrımla kendini merkezileştirmek suretiyle bir güç hiyerarşisi inşa ederek şiddet üretir ve meşrulaştırır. Örneğin modern özne, öteki olarak ötekini kurarken, aslında tersinden kendisine bakar ve bu kurgulanmış karşıtlık üzerinden ötekini kendi konumu üzerinden ötekileştirerek kendi kimliğini kurar. İktidar-bilgi söylemiyle de bağlantılı olan ötekileştirme, ötekini olumsuzlarken ötekinin karşısında kendi farkını yüceltir. Öteki ben olanla öteki olan arasında kurulan iki kutuplu özcülüğün bir tezahürü olarak ötekine ne olduğundan ziyade, ne olmadığıyla bakar. Böylece ötekini kendi merkezi benliğinin sahip olduğu her şeyin eksikliğini gösteren bir nesne olarak görür ve doğanın ve ötekinin hakimiyetini arzular.

Farklılığın özdeşlik düşüncesi üzerinden kavranması batı metafiziğinin temsilci düşüncesinin düzen arayışının sonucudur. Çünkü fark düzeni tehdit eder. Sistematik felsefelerinin totalite inşa etmeyi amaçlayan bütünleştirici özdeşliğe ihtiyaç duymalarının sebebi, özdeşlik ilkesinin kurgulanan düzeni meşrulaştırmasıdır. Bu özdeşlik sarsıldığında meşruiyeti sağlayan zemin ortadan kalkacağı için sistematik felsefeler özdeşsizliği genelin söylemi içinde eriterek baskılarlar.

Batı düşüncesi aşkın olanı temsil eder: Tanrı, töz, akıl, birey, özne, nesne, vb. Böylece her şey temel bir ilkenin değişmez ve kendi kendisiyle özdeş, aşkın, bir‘e ait öz’ü (hakikati) ile açıklanır ve görünenin arkasında değişmeden kalan, sabit, aşkın özdeşlik varsayılır, fark negatif olarak olumsuzlar. Bu bağlamda post-yapısalcı ve post-modern felsefeler dinin ve metafiziğin farklılıkları aşkın bir gösteren ile baskılayan dikey düşünce yapısına ve lineer/ilerlemeci tarihsici felsefelerin özneyi kollektif olanın içinde eritmelerine karşı bir tepkidir. Varlık bir öz sorunu değil, bir anlam sorunudur. Anlam görünenin ötesinde aşkın bir öz’de ve karşıtlıklarda değil, bu dünyanın içkinliğindedir. Amaç bir inşa edimi olarak felsefenin ve modern bilimin eleştirisidir. Modern bir inşa faliyeti olarak tasarlanan, kurgulanan, Modernliğin taşyıyıcısı olan Büyük Anlatılar‘a duyulan kuşudur, logosentirik dilsel kurguların yapıbozumudur.

Aydınlanma Projesi‘nin hümanist Kartezyen öznesinin bedeninden ayırdığı ruh, toplumsal mekanda nensel ve kesin bilgi temelinde, kültürel, politik ve ekonomik ilişkilerin merkezi olarak kurgulanır. Akılla, kesin ve nesnel bilgiyle kimlikleneceği ve özgürleşeceği varsayılan özne aslında çok ince bir tahakkümün nesnesi olur. Böylece bilgi-iktidar dolayımıyla beden disiplin ve denetim antına alınır, bedenin dışarısı akılla inşa edilen normlar (normal-anormal) yoluyla toplumsal mekanlar yoluyla kurgulanır. Böylece normlara uygun mekansal yapılarla bağlantılı olarak hakikat rejimleri üreten ve toplumun kılcal damarlarına kadar yayılan bir bio-iktidar ile karşılaşılır. Burada istenen toplumsal yapıyı oluşturan öznelerin imalatıdır, hem verimlilik hem de kontrol amaçlanır.

Panoptican tarzı tahakküm altına almayı sağlayan unsur doğruyu inşa eden bilgi rejimlerdir. Burada sorun bilgi-iktidar yoluyla kapitalizmin sürekli gelişme ve genişleme dinamiğinin panoptican türü baskısının evrenselleşmesidir. Bilgi güç ve iktidarla ilişkisi bağlamında disipline edici bir form alır ve akılla, kesin ve nesnel bilgi ile kendini meşrulaştırır. Batı-Avrupa’da başlayan modernleşme ve aydınlanmanın kapitalist toplumun ihtiyacıyla bilginin yeniden inşası modern epistemenin de oluşmasına neden olur. Akıl merkezli, logocentrism, ikili karşıtlıklar temelinde bilgi üretilir ve aslında bu genel olarak tüm batı metafiziğinin özüdür.

Akıl-merkezli paradigma, bir episteme, bir algılama ve görme biçimidir. Bu tip bir görme, kendi merkezinden hareketle bir durumu diğer durumla tanımlar, bunu yaparken de birini diğerinden yapay-keyfi olarak ayırır ve ayrılıklar arasında hiyerarşik bir ilişki kurar. Öz-biçim, varlık-yokluk, akıl-madde, doğu-batı, kadın-erkek vb gibi ikili karşıtlıklardan hareketle kendi ayrıcalığını bütünsel bir akıl ve bütünsel doğru temelinde kurar. Böylece bir kavramı bir kavrama üstün kılarak üstün kavrama da bir amaç yükler.

Sonuç itibariyle modernlik ve kapitalizm batı toplumlarını özgürleştirici yani gelenekselliğin modernleşmesi sürecini sağlayarak  bir denetim, bütünleşme ve baskı aracına dönüştü. İlerleme kavramı ve modernleşme kavramları mitleşti ve batılı bilinç  kendi gelişmişliğini öteki olarak tanımladığı az gelişmişlik üzerinden kurguladı. Kendisi ileri olan, gelişmiş, kendisinden farklı olan ise ilkel vb olarak kodladı. Goethe’nin yücelttiği Faust karakteri, gelişmek için öteki olana yaşam alanı bırakmayan Kafka’nın böceğine (yabancılaşma) dönüştü ve Hegel, Kütleler ilerliyor, diyor, modern sosyolojinin kurucusu Auguste Comte, adeta resmi bir bildiri ile görüşünü ilan ediyordu. Cemiyeti nüfuzu altına alacak yeni bir ruhi akım yaratılmazsa, ihtilalci olan çağımız bir felaket yaratacak. Bu arada filozof Nietzsche de sesini şöyle yükseltiyordu: Nihilizm dalgasının yükseldiğini görüyorum. Nihilizm dalgası, yani, cemiyetin dini ve ahlaki değerlerini, kanunlarını, geleneklerini reddeden insanlardan oluşmuş bir dalga!¹

Sözün özü; özdeşlik politik ontoloji bağlamında bir ‘hizaya sokma’ pratiğidir. Bu sebeple özdeşsizlik-farklılık için evi-yurdu sorun etmek gerekir, ev tehlikeli bir mensubiyettir, dikeyliktir, çağırmadır ama fark bozar, yapısını söker, meşruiyetini sarsar. Meşruiyetini yitirmiş bir dünyanın içinden meşru bir anlam çıkamaz. Adorno’nun geçen asır söylediği gibi Auschwitz’den sonra şiir yazmak barbarcadır, Auschwitz saf özdeşliğin ölümle özdeş olduğunu ispatlamıştır. Bu sebeple özdeşlik eleştirisi, toplumdaki farklılıkları genelin içinde eriterek toplumun bir bütün haline getirilmesini totaliter bir tehdit olarak görür. Farkı baskılayan bir kültürün yaratıcı olması mümkün değildir. Bu sebeple farklılık düşüncesi öz‘ü kavramak ve sabitlemek değil, tekilliklerin akışlarını yakalamak ve yaşam alanı açmaktır. Burada hedef özdeşliğin ve zıtlığın ötesinde, birliktelik içinde yaşayan akışları sağlamaktır. Kendimizi “onlar”ın özdeşleşmemizi istediği yerde, evimizde hissetmemek ahlâkın bir parçasıdır.

Onur FENCİOĞLU


¹Kütlelerin İsyanı, Jose Ortega Y Gasset