Hakikate nispetle insanların durumu en iyi şu temsiller üzerinden anlaşılabilir diye düşünüyorum…

Birinci temsil: Birkaç insanın mesela beş kişinin bir odada oturduklarını varsayalım. Sonra bu insanlar şu anda dışarıda neler olup bitiyor diye tartışmaya başlasınlar. Haliyle herkes dışarda neler olup bittiğine dair bir tahminde bulunacaktır. Birinci kişi şu anda dışarıda yağmur yağıyor der. İkinci kişi şu anda dışarda hava güneşli olabilir der. Üçüncü kişi şu anda dışarıda miting düzenleniyor der. Dördüncü kişi şu anda dışarıda kavga var der ve beşinci kişi de şu anda dışarıda yangın var der. Bu tahminlerin hepsi de muhtemeldir ve dışarıda bunlardan birisi veya benzeri bir şey oluyor olabilir. Şimdi bu insanlar kimin haklı olduğuna nasıl karar verebilirler?

İlk aklımıza gelen şudur. Eğer bu insanların içinde bulunduğu odanın bir penceresi varsa oradan dışarı bakıp kimin haklı olup olmadığına rahatlıkla karar verebilirler. Dolayısıyla ortada bir sorun da kalmaz. Pencereden bakıp dışarıda gerçekten ne olduğunu gördüğü halde hala aksini iddia eden artık bilerek hakikate karşı çıkıyor demektir ki bu yüzden de hiçbir şekilde ona itibar edilmez. Peki ama ya dışarı bakmak için odada bir pencere yoksa?

İkinci temsil: Yine bir odanın içinde beş kişi olduğunu varsayalım. Ve bunlar yine dışarda neler olup bittiğine dair tartışmaya başlasınlar. Doğal olarak her birisi yine aklen muhtemel olan bir tahminde bulunacaktır. Ancak ilkinden farklı olarak bu odanın dışarıya bakmamızı mümkün kılacak bir penceresi olmasın. Bu durumda bu insanlar kimin haklı olup olmadığına nasıl karar verebilirler? Önlerinde bir pencere yok ve bu yüzden de dışarıya bakıp kimin haklı kimin de haksız olduğuna karar veremiyorlar. Bu durumda ne yapılabilir? Veya yapılabilecek bir şey var mı?

Yapılabilecek şeylerden birisi şu olabilir; bu insanlar aklen muhal olan ve olmayan ayrımı üzerinden içlerinden birisinin tahminini aklen muhal olduğu gerekçesiyle apriori olarak reddedebilirler. Ancak bu yolla seçenekleri hiçbir zaman teke indirgeyemezler ki aslında bu yol da pek işlevsel değildir. Zira bizim aklımız açısından muhal olan zorunlu olarak dış alem açısından da muhal olmak zorunda değildir. Bizim açımızdan muhal demek ben onun tahakkuk etmiş olmasını tasavvur edemiyorum demektir. Bundan ne daha fazla ne de daha az. Şu halde bu insanlar ne yapmalıdır? Bir şekilde dışarıya bakana kadar herkesin haklı olabileceğini kabul etmeleri gerekmez mi? Yapılabilecek bundan daha akli ve ahlaki bir yol var mı acaba?

Bu durumda bazı ihtimaller uçuk bile olsa onlar kesin bir şekilde reddedilemezler. Mesela diyelim ki odada bulunanlardan birisi dışarıda uzaylı istilası yaşandığını söylüyor olsun. Bu çok uzak bir ihtimal olacağından haliyle kimse buna itibar etmeyecektir ama bu kesinlikle bu ihtimalin mutlak anlamda yanlış olduğu anlamına gelmez. İşte bu yüzden dışarıya bakmanın bir yolunu bulana kadar, düşük de olsa bu ihtimalin de geçerli olabileceğini kabul etmek gerekir.

Şimdi bu iki temsilin hakikatle ne ilgisi var diye sorulabilir? İlişkisi şudur: Bizlerin bilmek isteyen özneler olarak varlık aleminde neler olup bittiğine dair durumumuz tam da bu odanın içinde bulunan beş insan gibidir. Birinci temsilde müsamahatan da olsa somut ve bilimsel konularda pencereden bakabildiğimizi varsaydık ve haliyle de muhtemel seçenekleri bire indirgeyebildik. Ancak buna müsamahatan dedik zira bu doğru olsa bilimsel alanda hiçbir şekilde ihtilaf olmaması gerekirdi ama biliyoruz ki çok ama çok ihtilaf var. Ancak somut meseleleri bir kenara bırakırsak. Soyut hiçbir meselede pencereden dışarıya bakma imkanımız yok. Haliyle en iyi ihtimalle dışarıda neler olup bittiğine dair şanslı tahminlere sahip olabiliriz. Ve bir pencere bulup dışarıya bakana kadar da kimin gerçekten haklı olup olmadığını asla bilemeyiz. Şimdi şöyle bir durum varsayalım ve buna da temsil üç diyelim.

Üçüncü temsil: Penceresi olmayan bir odanın içinde beş kişi dışarıda neler olup olmadığına dair tartışıyor. Her birisi kendince makul bir tahminde bulunuyor. Sonra odanın kapısı açılıyor ve dışarıdan birisi içeri geliyor. Diyor ki; ben dışarıdan geliyorum haliyle dışarıda neler olup bittiğini doğrudan bizzat gördüm ve bu yüzden de sizin tahminlerinizden hangisinin doğru hangisinin yanlış olduğunu söyleyebilirim. Şimdi odanın içinde olan bizlerin bu adama karşı tavrı nasıl olmalı veya olur? Bu kişinin gerçekten dışarıdan geldiğini varsayarsak, onun dışarıda ne olup bittiğine dair ilm-i yakînî ve kesin olacaktır. Ancak onun bu yakînî acaba bizim için ne ifade edebilir? İşte bu dışarıdan geldiğini iddia eden kişiye Peygamber deniyor. Bizim bu tür bir iddia sahibi olan bir insana karşı tavrımız nasıl olmalı?

Haliyle odanın içindeki insanlar olarak dışarıda gerçekten de neler olup bittiğini merak ediyor ve bilmek istiyoruz. Bu yüzden de bu tarz bir bilgiye sahip olduğunu iddia eden birisini ciddiye alıp onu dinlememiz gerekir. Ancak bu kişinin kendisi de artık odanın içinde olduğundan onun yakînî sadece kendisi açısından bir yakîn olacaktır. Ama bu yakîn bizim için zandan başka bir şey olmayacaktır. Ki bu da ona inanmayı yani güvenmeyi seçersek geçerli olabilecek bir durumdur. Eğer inanmazsak haliyle onun bu iddiası da salt bir tahminden ibaret olacaktır bizim için. Yani ihtimaller listesine yeni bir ihtimal daha eklenmiş olacaktır.

Peki dışarıdan geldiğini iddia eden bu adama inananlar, bu inançlarına dayanarak odada bulunan diğer insanların dışarda neler olup bittiğine dair tahminlerini toptan yok sayabilirler mi veya bunların mutlak anlamda batıl olduklarını iddia edebilirler mi? Açıktır ki bu sorunun cevabı hayırdır. Zira bu insanların imanı yakine değil dışardan gelen adama duyulan güvene dayalıdır. Haliyle de aslında kendileri zan içerisindedirler. Bu yüzden de zanna dayanarak diğer tahminlerin geçersiz olduğunu kesin olarak iddia edemezler. İşte dini çoğulculuğun gerekçesi tam olarak budur.

Gerçi dışarıdan geldiğini iddia eden bu kişi her zaman Peygamber olarak adlandırılmaz. Bazen filozoflar mağaranın dışına çıkıp geri geldiklerini (Eflatun) bazen de arifler dışarıdan geldiklerini iddia ederler. Ancak ister dışarıdan geliyor olsunlar isterse onlara dışarıdan bir haber geliyor olsun yine de onlar da bizim gibi odanın içerisindedirler ve bu odanın da dışarıya bakılmasını mümkün kılacak bir penceresi yoktur.

Dolayısıyla hakikat konusunda neden insanlar bu kadar ihtilaf ediyor diye düşünenler bence bu temsilleri dikkate alsınlar. Zira buradaki oda bizim zihnimizdir. Zihnin dışarı açılan pencereleri ise duyulardır ve duyular da sadece somut şeyleri veya şeylerin maddi özelliklerini idrak edebilirler. Ama hiçbir soyut mesele duyular tarafından doğrudan veya dolaylı olarak idrak edilemez. Duyuların gerçekliği olduğu gibi idrak edip etmediği de zaten apayrı bir mesele ve bu işin içinden henüz kimse çıkabilmiş değil.

Düşünelim dostlar!

Abuzer DİŞKAYA