Değer bilene en iyi dost kitaplardır. Kitabın anatomisi çok farklıdır gerçekten. Kitabın kapağını kaldırdıktan sonra sanki başka bir evrende buluyor kendini insan. Kitaptaki karakterlerle birlikte başlıyor maceraya. Bazısını kendine yakın buluyor, bazısından hiç haz etmiyor. Kafasında ki dünyada bir film izler gibi kitabın o büyülü dünyasında yolculuk yapıyor. Kimi zaman üzülüyor, kimi zaman seviniyor. Kitabın yarısına gelince bitmesini istemiyor, yavaş yavaş okuyor kalanını. Kitap bitince uyanıyor bu rüyadan. Yine dönüyor gerçek, kirli, kötü dünyaya. Bırakmak istemiyor elinden önce ama okuyacak o kadar kitap var ki onları kafasının bir yerinde saklıyor.

İnsanlık tarihinde ilk çağlardan itibaren hep bir şeyleri yazma, resmetme isteği vardır. İlk yazılı eser olan Orhun Abideleri’nden itibaren başlayan yazılı eserler onca olanlara rağmen hiç terk etmiyor insanoğlunu. Belli süre sonra o kadar eser kayda geçiyor ki kütüphaneler kuruluyor. O dönemde bilim merkezleri haline geliyor kütüphaneler ancak günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte önemini kaybediyor. Zamanın Google’ı niteliğindeki bu yerler artık belli bir kısım dışında günlerini yalnız geçirmekte. Yıllar geçtikçe teknoloji ile birlikte hayatımıza birçok şey girerken belki farkında olmadan birçok değerli şeyi kaybediyoruz. Kütüphaneler bunlardan biri. Zamanında koca koca ansiklopediler içinde ödevi olan öğrencilerin kaybolduğu yerler artık mahsun.

Ancak bugün size anlatmak istediğim bir kişi var. O kişi Mehmet Güzelgöz namı diğer “Eşekli Kütüphaneci”. Sene 1943 yılı yer Ürgüp. Zamanın kaymakamı tarafından Tahsin Ağa Kütüphanesi memuriyeti teklif edilir kendisine. Mehmet Güzelgöz’ün ailesi onun Ürgüp kalmasını istemektedir. O da bu teklifi kabul eder. Eder etmesine de kütüphanenin durumu içler acısıdır. Önce işe bir düzen kurarak başlar. Diğer memurların aksine çok çalışır. Sonunda bir düzen kurar ama kütüphane hala boştur. Eşekli kütüphaneci bu duruma çok sıkılır. Halkı kitapla tanıştırması gerektiğini düşünür. Sonra aklına kitapları onların ayağına götürme fikri gelir. O dönemde en uygun araç olarak eşeği seçer. Daha sonra marangoza kitapları koymak için sandıkların çizimini verir, sandığı ona hazırlatır.

Köy köy gezer. Kitapları dağıtır. Tam 36 köye ulaştırır bu hizmeti. Ancak hala kütüphaneye beklediği ilgi yoktur. Sonra köylüleri kütüphaneye çekmek için gurbetçilerin yardımıyla kütüphaneye bir radyo alır. Köyün erkekleri yavaş yavaş kütüphaneye gelmeye başlar ama köyün kadınları hala yoktur. Yine gurbetçilerin yardımlarıyla bu sefer bir dikiş makinesi alır, masaya da dikiş, moda, yemek ile ilgili kitaplar koyar. Bunca çalışmanın faydasının görür. Kadınlar da beklenen ilgiyi gösterir. O saatten sonra o kütüphane bir eğitim merkezi haline gelir. Tabi bu çalışmalarla yetinmez; spor, sanat, ekonomi alanında birçok faaliyet düzenler. Ünü o kadar yayılır ki “Amerikan Barış Gönülleri” kuruluşu tarafından kendisine bir cip bile hediye edilir.

Tabi sonunda Türkiye’de bir klasik haline gelen “Hiçbir iyilik cezasız kalmaz.” sözü uygulanır. Kütüphaneye gerekli ilgiyi gösteremediği için önce maaşı düşürülür sonra emekliliği istenir. Ama önemli olan bu değildir. Mehmet Güzelgöz’ün insanın yapamayacağı şeyin olmadığını kanıtlamasıdır. İnsan kendini ne büyük ne de küçük görmeli. İnsan istediğinde yapabileceğinin sınır yok. Dünya işte bu güzel insanlar sayesinde dönüyor. Umut güzel şey, umudu kaybetmemeli sevgili okur.

Burak Muhammed Öner