–Tanrısız dünyanın dünyasız çocukları–
Eines ist es, die Erde nur zu nutzen, ein anderes, den Segen der Erde zu empfangen und im Gesetz dieser Empfängnis heimisch zu werden, um das Geheimnis des Seins zu hüten und über die Unverletzlichkeit des Möglichen zu wachen.
Yerküreden sadece faydalanmak bir başka, Olmak’ın sırrını muhafaza etmek ve mümkünün mahremiyeti önünde nöbet tutmak için yerkürenin rahmetine mazhar olup söz konusu mazhariyetin yasası içerisinde yuva bulmak daha bir başkadır.
Martin Heidegger (ÜdM, S.97.)
A. İnsan ve Dünya
Slavoj Zizek bir söyleşide, metinlerinde «mizah veya insafsız ironiye neredeyse rastlanmayan tek filozof Martin Heidegger’dır» der ve şimdiye değin söz konusu metinlerde adı geçenleri, i.e. mizah ve insafsız ironi, yaklaşık olarak andıran sadece tek bir noktanın tespit edilebildiğinden söz eder; «Jacques Lacan’ı hedef alan [bir ifade]. Fransızın kendisinde gerçekleştirdiği bir ziyaret sonrasında Lacan’ın bizzat bir psikiyatriste ihtiyacı olan bir psikiyatrist olduğunu [söylemişti] Heidegger.» (Treichler 2015.) Bunu, alıntının ilk bölümünü yani, bu şekilde bırakamayız tabii ki, nitekim Zizek’in Heidegger’nın metinlerini Almanca okuduğunu düşünürsek, ki her zaman öyle olmayabilir de haddizatında, bahse konu metinlerde kendisini açıkça dışa vuran ironiyi ve mizahı, ki komedi dahi diyebiliriz zaman zaman belki de, görmemesi mümkün değil. Dolayısıyla ve mesela das Ding dingt (DD, S.175.), die Welt weltet (DD, S.181.) ve die Nähe nähert (DD, S.179.) gibi ve benzeri terkipleri (Bknz: Scheier 1993) okurken Heidegger’nın dalgasına maruz kalıp hafif de olsa tebessüm etmemek mümkün gözükmüyor. Tabii ki maksat sadece muhatabı tebessüm ettirmekle hâsıl olmuyor Heidegger açısından ki her ne kadar öyle olduğunu düşünenler olsa da (Richardson 2006, S. 222.) bir komedyen değil bir filozoftur kendisi; en azından öncelikle.
Almancada bir fiilin önüne das tanımlığı getirilerek söz konusu fiil isimleştirilebilir; lesen olarak fiil olan ‘okumak’ mesela, das Lesen olarak fiilden isme dönüştürülür. Hakeza sıfatlar için de sonlarına bir ‘e’ ekleyerek geçerlidir aynısı; schön, ‘güzel’, das Schöne, ‘güzel olan’. Heidegger, anladığım kadarıyla, biraz önce verdiğim örneklerde ve örneklerle birlikte bu süreci tersine çevirmek istiyor. Das Ding ‘şey’, die Welt ‘dünya’ ve die Nähe ‘yakınlık’ anlamına gelir. Dünya örneğinden yola çıkarak ne söylemek istediğimi kısaca açıklamak istiyorum. İsim olan die Welt‘ten, dolayısıyla ‘dünya”dan, welten, ‘dünyalaştırmak’, ‘dünyalamak’ ya da ‘dünya olmak/eylemek’ adında bir fiil türetiyor ve öyle anlaşılıyor ki bu şekilde isimlerden oluşan sabit ve durağan, haddizatında bitmiş ve tamamlanmış ve dışa kapalı bir yapıya, dile, dolayısıyla düşünceye yani, hareketlilik ve süreklilik ve dışa, aslında öteye, açıklık kazandırmaya çalışıyor. Ve bu durumda, mesela, dünya (Welt) sadece tek bir kere değil, sürekli ve her an ve her seferinde yeniden ve tekrar tekrar dünya olmak/eylemek (welten) ve kendisini olduğu şey (Ding) oldurana/eyleyene (Sein), dolayısıyla olduğu şeyi şeylemesine (welten/dingen) (Trawny 2018, S.166.)[1] imkân tanıyana açılarak ve açık (offen) durarak onun yakınında (Nähe) eğlenmek (verweilen) zorunda kalıyor. (G, S.15-16.)[2] Bir ağacın o ağaç olabilmesi ve kalabilmesi, ağaçlayabilmesi için yani, kökleri üzerinden yerin en deriniyle sürekli bir ilişki içerisinde olması gibi bir şey bu. (G, S.16.)[3] İnsan da öyle.
Heidegger için, kesinlikle ama, taş yerinde ağırdır diyebiliriz o halde. Her şey ve tabii ki herkes, durduğu, ya da olduğu, yerle özel bir ilişki içerisindedir. Bastığı topraktan alır oluşunu ve sürdürür onu. Bitkiler gibi aynen o da. Kökleri yerin derinliklerine inen o ağaç gibi mesela. Ve o derinliklerden çekilen sularla beslenir gövde ve dallar ve yapraklar ve yeşerir tomurcuklar; sonra meyve verir. Dünya küçülüyor diyorlar, küçük bir köy (McLuhan 1962, S.31.)[4] halini alıyor; mesafeler (Entfernungen) yok oluyor. (DD, S.167.)[5] Aynı anda birçok yerde, belki de neredeyse her yerde, olmak mümkün artık. Sadece yerinden olmuyor (DD, S.168.)[6] insan bu şekilde fakat, sadece kendisini kaybetmiyor, ait olmadığı yerlere savruluyor, bünyesine, gövdesine çok yabancı sularla besleniyor, beslenmek zorunda kalıyor; değişiyor, başkalaşıyor. Yabancılaşıyor, uzaklaşıyor kendisine/den uzaklara yaklaştıkça. (DD, S.167.)[7] En sonunda kuruyor; bitiyor ve tükeniyor. Küllerinden doğan Anka kuşu misali modern birey olarak yeniden doğuyor ardından. Dünyanın içinden çıkıp onu karşısına alıyor (vergegenständlichen), karşısına dikiliyor yani; aynen çıktığı kabuğu beğenmeyen arsız bir evlat gibi. Güneş değişiyor sonra; yağmur, rüzgâr, hatta su ekmek başka bir hal alıyor. (G, S.17.)[8] Bu bakış açısı bana göre Heidegger’nın bilim ve teknik anlayışının ve eleştirisinin değil sadece, bir bütün olarak düşüncesinin temelinde yatan saik’i de açık eder ve anlaşılır kılar. Haddizatında bir şekilde görünmezliğe kayan söz konusu ilişkiyi yeniden görünür kılmak ve görünür bırakmak onun en başından beri bütün meselesidir denilebilir.
B. Süje ve Obje/Şey
Phänomenologie und Theologie‘de Heidegger şu şekilde dile getiriyor bu yaklaşımı: «Konuşurken -açıkça ya da öyle değil- her yerde ‘…dır’ (ist) dediğimiz sürece ve fakat olmak (Sein) Anwesenheit anlamına geldiği halde yeni zamanda (neuzeitlich) karşıda duruşluk/nesnellik (Gegenständlichkeit) ve karşıda duruşluk/nesnellik (Objektivität) olarak yorumlanıyor ise, tasavvur (Vorstellen) olarak düşünce ve seslendirme (Verlautbarung) olarak dil kaçınılmaz bir şekilde kendi içerisinde akan ‘yaşam pınarının’ (Lebensstrom) sabitlenmesini (Verfestigung) ve böylece saptırılmasını getirir beraberinde.» (PuT, S.71.)[9] Bu saptırmaya rağmen ve Friedrich Nietzsche’den yaptığı bir alıntıyla[10] destekleyerek iddiasını bu sabitlemenin insan yaşamı için zorunlu olduğunu kabul ediyor yine de: «Dilin dışa vurum araçları ‘oluşmak”ı (werden) dışa vurmak için yetersizdir: vazgeçilmez muhafaza (Erhaltung) ihtiyacımızdan kaynaklanır, sürekli (beständig) duranlardan (Bleibendem), şeyler ve benzerlerinden [, nesnelerden yani,] oluşan daha kaba bir dünya (gröbere Welt) belirlemek.» (PuT, S.72.)[11] Bu noktada, meselenin yakınlaşabilmesi için aslında, verdiğim alıntılarda kullanılan bazı kelimeler hakkında kısa bazı açıklamalar yapmam gerekiyor.
Öncelikle Heidegger düşüncesi için temel teşkil eden Sein ve Seiende (SuZ.) kelimelerini, pace Kaan H. Ökten (VvZ.), ‘olmak’ ve ‘olmakta-olan’ şeklinde çevirmeyi tercih ettiğimi söylemek isterim. Nitekim benim anladığım şekilde ve kadarıyla ‘varlık’, ya da içinde herhangi bir şekilde ‘var’ geçen hiçbir kelime ve terkip, Sein kelimesinde içsel olan hareketliliği ve devamlılığı tam olarak karşılamıyor. Seiende‘yi ‘olmakta-olan’ olarak vermekle üç noktayı, söz konusu terkibi oluşturan her iki kelimeyi peşi sıra ve tek tek ve ayrı ayrı ve bir arada vurgulayarak, öne çıkartmak istiyorum: nerede, ne, dolayısıyla nasıl? Seiende derken ‘olmakta-olan’ın «hepsi»nden (SuZ, S.9.)[12] söz ediyoruz ve ‘olmakta-olan’ın hepsini oldurana da Sein diyoruz. (SuZ, S.12., SuZ, S.8.)[13] Dasein olarak insan ‘olmakta-olan’ın hepsinin arasında olsa da (WiM, S.105.)[14] aslında, diğer ‘olmakta-olan”ın hepsinden farklı olarak o bir Da‘ya sahiptir (SuZ, § 28.) ve bu Da onu, Sein‘a açılan mümkün tek kapı olarak (SuZ, S.19-20.), en azından Sein und Zeit‘da kendisine yüklenen işlev açısından (SuZ, S.18.)[15], diğer ‘olmakta-olan”ın hepsinden farklı ve özel bir ‘olmakta-olan’ kılar. (SuZ, S.16., S.18.)[16]
Almancada Türkçedeki ‘şey’ kelimesini karşılamak için temelde dört farklı kelime kullanılır. Öncelikle ‘şey’ kelimesinin tam karşılığı olan Ding, sonra bu kelimeden, duruma göre, biraz daha geniş ve kapsayıcı olabilen Sache ve daha sonra Türkçede de benzer bir anlamı taşıyan Objekt (Lat: obiectum = ob/karşı + iacere/atmak = karşıya atılan/konulan) kelimesi. Bunların yanı sıra Objekt kelimesinin Almanca birebir karşılığı olarak kullanılan ve Heidegger için son derece önemli olan Gegenstand kelimesi var bir de. Gegenstand kelimesi de Latince muadili gibi iki farklı, haddizatında neredeyse aynı iki kelimeden bir araya gelir; ‘karşı’ anlamına gelen gegen öneki ve bu bağlamda en uygun ‘duruş’ olarak çevirebileceğimiz Stand kelimesi. Dolayısıyla Gegenstand kelimesinin Türkçeye, kelimenin tam anlamıyla, aktarımı ‘karşıda duran/duruş’, yukarıdaki alıntıda kullanıldığı şekliyle, yani Gegenständlichkeit olarak ise, ‘karşıda duranlık/duruşluk’ olabilir. Bu açıklamalar büyük ölçüde Vorstellung, dolayısıyla vorstellen kelimeleri için de geçerlidir. Bir farkla ki, bu bağlamda süjenin aktif olarak her hangi bir objeyi kendi önüne (vor-), karşısına koyması, karşısında durdurması (stellen), ya da ve dolayısıyla zihinsel açıdan gözünün önüne getirip sabitlemesi (sich etwas vorstellen), yani tasavvur etmesi söz konusudur her zaman. (DD, S. 168.)[17] Söylenilenler, görüldüğü gibi, Heidegger’nın eleştirisinin istikametini açıkça ortaya koyuyor ve «neuzeitlich» (PuT, S.71.), yani ‘yeni zamansal’ sıfatıyla birlikte aslında ve özellikle Rene Descaretes’tan itibaren gelişen ve sonrasında tevarüs eden süreci kastettiği anlaşılıyor. (Heimsoeth 1967, S.37.)[18] Bu noktada Heidegger eleştirisinin muhatabının temelde Richard Rorty’nin, ifadenin en geniş anlamıyla, «modern epistemolojinin temeli» (Rorty 1979, S.45.)[19] olarak tanımladığı ‘süje-obje dualitesi’ olduğunu söyleyebiliriz. Ki söz konusu bu dualite kendisi olarak ve sonuçlarıyla birlikte aynı zamanda Heidegger’nın bilim (Wissenschaft) derken kastettiği ve eleştirdiği fenomenin de dayanağını oluşturur. Heidegger’nın kullandığı nev’i şahsına münhasır dile değinmem gerekiyor bu noktada kısaca.
C. Gramatik ve İdrak
Ernst Bloch «Hegel’in dili[nin] okurun kendine has terminolojinin içine girebildiği her noktada Luther Almanca’sının tınısına ses ver[diğini]» söyler (Bloch 1962, S.19.)[20] ve söz konusu dilin «alışılagelmiş gramatiği sadece söz konusu gramatiğin dışa vurmaktan aciz olduğu ve henüz duyul(a)mamış şeyleri duyurmak istediği için kırdığını» (Bloch 1962, S.19.)[21] belirtir. Gramatiğin kırılması önemli bir düşünce. Aynı şekilde ve bu düşünceyle birebir ilintili olan önemli diğer bir düşünce henüz duyulmamış olan (Un-er-hörtes) şeylerin duyurulmak istenmesi. Fakat bu şeylerin henüz duyurulamamış olmaları o şeylerin söylenmemiş, o anlamda söylenmemiş, dolaysıyla duyulmamış, o anlamda duyulmamış, olmalarıyla değil, söylenmiş fakat duyulamamış, haddizatında idrak edilememiş olmalarıyla alakalıdır. Dolayısıyla gramatiği kırarak tıkanan kanalları ve hatta gözenekleri açmak ve söz konusu sese ulaşmak, onun ulaşmasına yol açmak aslında sadece ve onu idrak etmek gerekir.
Hegel Phänomenologie des Geistes‘ın önsözünde (Vorrede), «tanınan/bilinen sadece tanındığı/bilindiği için idrak edilmiş değildir» (Hegel 1979, III, S.35.) [22] der. Nitekim herhangi bir şeyi tanıyor olmak, sadece onu tanıyor olmaktan ötürü, onu idrak etmiş olmak anlamına gelmiyor. Ve bazen de bizzat tanıyor olmak bir şeyi, aynı şeyi idrak etmenin önünde engel teşkil edebiliyor; hepsi bu işte, gördüğün kadar diyor ve gördüğünün ötesine geçemiyor, orada takılıp kalıyor insan. İdrak etmek Almancada er– önekiyle ifade edilir. Örneğin bir demirci ustasını düşünün. Örs üzerinde yatan demire indirdiği her çekiç darbesiyle birlikte, aynı darbede, farklı farklı şeyler yapar. Öncelikle genel olarak ve anlamda çalışmış olur tabii ki: ge-arbeitet. Aynı zamanda demiri işgal etmiş ve işlemiş olur: be-arbeitet. Ve tabii ki demiri belirli bir hedefe doğru dönüştürmüş de olur, ver-arbeitet, ve bütün bunlarla birlikte son noktada bir ürün ve bir de bir ücret elde etmiş, dolayısıyla idrak etmiş (tedarik) olur: er-arbeitet. Bu bağlamda değişmeyen çalışmak (arbeiten) fiili aynı ve tek edimi, değişen önek ise (ge-, be-, ver-, er-) söz konusu edimin farklı yönelimselliklerini ifade eder. Heidegger gramatiği kırma, dolayısıyla kanal ve gözenekleri açma görevini düşünceye (Denken), dolayısıyla düşünene (Denker), ve şiire (Dichtung), dolayısıyla şiirleyene (Dichter), verir. (BüH, S.314.)[23] Nietzsche söz konusu sesin ulaşmasına engel olarak «dildeki akıl (Gott)…» dan söz eder ve «…gramatiğe olan inancımızdan dolayı» (Nietzsche 1959, II, S.959.) [24] ondan kurtulamayacağımızı ileri sürer. Bu bağlamda gramatik (die Grammatik) ve bilimi, dolayısıyla tekniği (die Wissenschaft, die Technik), Heidegger’nın bu konudaki yaklaşımı açısından aynı şeyin farklı tezahürleri olarak anlayabiliriz kanımca.
D. Anwesenheit
Almanya’da okul hatta Kindergarten’a giden çocuklar, Alman olsun olmasın, Hegel’i tanımadan çok önce Geist kelimesini tanır ve bilirler. Üzerine beyaz çarşaf geçirmiş, gözlerinin yerinde iki siyah boşluk ve ayakları olmayan, dolayısıyla geceleri onlar uyurken odanın bir üst köşesinden diğer üst köşesine uçuşan ve en son durduğu üst köşeden uyuyan çocukları izleyen bir şey; bildiğimiz hayalet yani. Ve aynı çocuklar aynı şekilde Heidegger’yı tanımadan çok önce Anwesenheit kelimesini tanır ve bilirler. Özellikle de okula gidenler; Anwesenheitskontrolle (yoklama), dolayısıyla Anwesenheitsliste (yoklama listesi) olarak her şeyden önce. Anwesenheit kelimesi iki kelimeden oluşur; an öneki ve Wesen ismi. An önekinin karşısına ab önekini koyarsak, en geniş ve bütün çağrışımlarıyla birlikte, ilkini yakınlaşmak/berileşmek, ikincisini ise, doğal olarak ve dolayısıyla, uzaklaşmak/öteleşmek olarak çevirebiliriz belki. Wesen ismini çevirmek bu kadar kolay değil fakat; maalesef. En genel anlamıyla ve bir ilk adımda öz diyebilir ve temelde Yunanca οὐσία ve/veya Latince essentia‘ya (quidditas/ne’lik) tekabül ettiğini söyleyebiliriz ama. Mesela, was macht das Wesen des Menschen aus? diye sorduğumuz zaman, ki böyle bir şeyin var- ya da yokluğunu tartışmıyorum bu noktada, insanın özünü teşkil eden nedir? sorusunu sormuş oluruz. Haliyle; günlük kullanımda çok farklı uygulamaları da vardır tabii ki bu ismin, fakat bizim bağlamımızda bu kadar açıklama kâfi, kifayet etmeli haddizatında. Dolayısıyla, söz konusu öneklerle söz konusu ismi bir araya taşıyarak oluşturacağımız fiil, yani an-wesen/ab-wesen, özün-yakınlaşması ve yakın durması/özün-uzaklaşması ve uzak durması, dolayısıyla özü-yakınlaştırma/özü-yakın tutma olarak ve vice versa karşılık bulabilir ve bu fiillerden yola çıkarak hayat bulan sıfat, dolayısıyla sıfatlar, ki günlük kullanımda sıklıkla uygulanır aynıları, yani anwesend/abwesend, öz-yakınlaştırılmakta, yakın tutulmakta, yakın tutularak/öz-uzaklaştırılmakta, uzak tutulmakta, uzak tutularak olarak dışa vurulabilir; belki de kısaca öz-lemek/öz-lememek demek gerekir. Sürekli tutmazsan kayıp gidecek olan bir şeyin çaba sarfederek burada tutulmaya çalışılması gibi bir şey ve tersi. Dolayısıyla bu noktada yakınlaştırma/uzaklaştırma fiilini bir kerelik değil, sürekli gerçekleşen, bir nevi koşu bandı üzerinde koşan birinin bandın üzerinde, yani olduğu yerde, kalabilmesi için durmadan koşması gibi bir edim olarak anlamak gerekir.
Veli toplantısında çocuğunun öğretmenine çocuğunun derse katılma başarısıyla ilgili soru soran bir veliye söz konusu öğretmenin verebileceği cevaplardan bir cevap, Sein, Dasein, Geist ve Anwesenheit kelimelerinin bizim bağlamımızda açıklayıcı olabilecek bir birlikte kullanımına iyi bir örnek teşkil edebilir; ihr Kind ist zwar körperlich immer anwesend, doch geistig oft nicht da (çocuğunuz bedensel olarak her zaman sınıfta gerçi, fakat zihinsel olarak sıklıkla burada değil). Son olarak biraz önce Heidegger’dan yaptığım alıntıyı tekrar hatırlatarak bitirmek istiyorum: «… olmak (Sein) Anwesenheit anlamına geldiği halde yeni zamanda (neuzeitlich) karşıda duruşluk/şeylik (Gegenständlichkeit) ve karşıda duruşluk/nesnellik (Objektivität) olarak yorumlanıyor…». (Dipnot 11)
E- Sonuç
Son tahlilde her türlü bilimin işi zorunlu olarak insanın halihazırda bildiğini (Habermas 2019, S.62.), içinde mahfuz olanı, nitekim o dünya ile sürekli bir karşılıklı etkileşim içerisinde olup onun ile bir şekilde başa çıkabilir durumdadır, ki hiç de fena değil aslında, somutlaştırarak görünür kılmaktır; dışarıya taşımaktır yani. Yani bir nevi farkında olmasak da zaten bildiklerimizi, bize en yakın olanı, bize öğretmek, en uzağımıza atmak gibi tuhaf bir durumla karşı karşıyayız bu noktada. Dünya ile aramızda açılan, dünya ile aramıza kazılan bir gap, kapanması teknik, aslında analitik olarak -ki hiçbir ara kapanmaz haddizatında- mümkün olmayan bir ara söz konusudur. Fakat söz konusu olan sadece bizim bu şekilde dünyadan, aslında kendimizden, uzaklaşmamız, ara/yı açmamız değil, aynı zamanda -Heidegger’ın söz konusu kelimeyle ne kastettiğini bilmeden fakat Allah’ı kastetmediğini bilerek- Tanrının da bizimle birlikte dünyadan uzaklaşması, mesafe kazanmasıdır. Oturduğumuz dalı kesmek gibi bir şey bu. Tanrısız bir dünyanın dünyasız çocukları. İki arada bir derede, hiçbir yerde. Tek çare, Heidegger’ya göre, Yunan’a geri dönmektir. (Habermas 2019, S.62.).[25]
Mustafa Küçükhüseyin
Sarıyer/Rumeli Kavağı
Not: Metindeki tüm çeviriler bana (Mustafa Küçükhüseyin) aittir.
Kaynakça
Martin Heidegger
G – Gelassenheit (1960), Neske, Tübingen.
WiM – Was ist Metaphysik?, In: Wegmarken – GA 9 (1976), Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main.
PuT – Phänomenologie und Theologie, In: Wegmarken – GA 9 (1976), Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main.
BüH – Brief über den Humanismus, In: Wegmarken – GA 9 (1976), Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main.
SuZ – Sein und Zeit – GA 2 (1977), Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main.
ÜdM – Überwindung der Metaphysik, In: Vorträge und Aufsätze – GA 7 (2000), Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main.
DD – Das Ding, In: Vorträge und Aufsätze – GA 7 (2000), Vittorio Klostermann, Frankfurt am Main.
VvZ – Varlık ve Zaman (2018), Alfa (Çev: Kaan H. Ökten), İstanbul.
İkincil Kaynaklar
- Bloch, Ernst (1962), Subjekt – Objekt – Erklärungen zu Hegel, Suhrkamp, Frankfurt am Main.
- Habermas, Jürgen (2019), Auch eine Geschichte der Philosophie – Bd.I, Suhrkamp, Frankfurt am Main.
- Hegel, Georg Wilhelm Friedrich (1979), Werke in 20 Bänden, Suhrkamp, Frankfurt am Main.
- Heimsoeth, Heinz (1967), Metaphysik der Neuzeit, Wissenschaftliche Buchgesellschaft, Darmstadt.
- McLuhan, Marshall (1962), The Gutenberg Galaxy, University of Toronto Press, Totonto.
- Nietzsche, Friedrich (1959), Werke in drei Bänden, Hanser, München.
- Pleger, Wolfgang H. (1989), Heideggers Kritik der neuzeitlichen Wissenschaft und Technik, In: Zeitschrift für philosophische Forschung 43/4.
- Richardson, Alan (2006), Tractatus Comedo-Philosophicus, In: Gary Hardcastle and George Reisch (Ed.), Monty Python and Philosophy, The Open Court, Chicago, S.217-229.
- Rorty, Richard (1979), Philosophy and the Mirror of Nature, Princeton University Press, Princeton.
- Scheier, Claus-Arthur (1993), Die Sprache spricht, In: Zeitschrift für philosophische Forschung 47/1.
- Treichler, Robert (2015), Sloweniens Philosophie-“Enfant terrible” Slavoj Žižek im Gespräch | profil.at, accessed 15.04.2021.
- Trawny, Peter (2018), Heidegger-Fragmente – Eine philosophische Biographie, Fischer, Frankfurt am Main.
[1] «Die Welt weltet» — das ist kein Ding mehr, das ist Wind, Strömung, Freiheit. // «Dünya dünyalıyor» – bu bir şey değil artık, bu rüzgâr, bu cereyan, özgürlük.».
[2] «[Es genüngt, wenn wir] [als] das denkende, d.h. sinnende Wesen [beim Naheliegenden verweilen]. // Düşünen, yani her şeyin içinde mahfuz olan anlamın peşinden giden olan olarak en yakın olanda eğlenmemiz yeter.»
[3] Heidegger’nın bu bağlamda Johann Peter Hebel’den yaptığı bir alıntı şöyle: «Wir sind Pflanzen, die -wir mögen’s uns germe gestehen oder nicht- mit den Wurzeln aus der Erde steigen müssen, um im Aether blühen und Früchte tragen zu können. // Biz -bunu ister kabul edelim ya da etmeyelim- havada açmak ve meyve verebilmek için, topraktaki kökleri üzerinde yükselmek zorunda olan bitkiler gibiyiz.»
[4] McLuhan ilk kez «global village», yani «küresel köy» kavramını kullanıyor.
[5] «Alle Entfernungen in der Zeit und Raum schrumpfen ein. // Mekan ve zamandaki bütün mesafeler küçülüyor.»
[6] «Das Entsetzende ist jenes, das alles, was ist, aus seinem vormaligen Wesen heraussetzt. // Yerinden olduran, olan her şeyi önceki özünden dışarıya çıkartıp oturtandır.»
[7] «Was geht da vor sich, wenn durch das Beseitigen der großen Entfernungen alles gleich fern und gleich nahe steht? Was ist diese Gleichförmige, worin alles weder fern noch nahe [ist]. // Ne oluyor burada, eğer büyük mesafelerin ortadan kaldırılmalarıyla birlikte her şey aynı şekilde uzak ve yakın duruyorsa? Nedir bu aynı şekillilik, her şeyin onun içinde ne uzak ne de yakın olduğu?»
[8] «Viele deutsche Menschen haben ihre Heimat verloren, mussten ihre Dörfer und Staedte verlassen, sind vom heimatlichen Boden vertrieben […] Und die in der Heimat Gebliebenen? Vielfach sind sie noch heimatloser als die Heimatvertriebenen. Stündlich und taeglich sind sie an den Hör- und Fernsehfunk gebannt. Wöchentlich holt sie der Film weg in ungewohnte, oft nur gewöhnliche Vortsellungsbezirke, die eine Welt vortaeuschen, die keine Welt ist. // Birçok Alman insanı vatanlarını kaybettiler, köylerini şehirlerini terketmek zorunda kaldılar, memleket toprağından sürüldüler […] Peki ya vatanda kalanlar? Onlar sıklıkla vatanlarından sürülenlerden daha da vatansızdırlar. Her saat ve her gün radyo ve televizyona kilitlidirler. Film onları her hafta alıp alışık olmadıkları, bir dünya hayal ettiren, fakat dünya olmayan alışılagelmiş tasavvur alanlarına taşır götürür.»
[9] «Insofern wir im Sprechen -ausdrücklich oder nicht- überall ”ist” sagen, Sein jedoch Anwesenheit bedeutet und diese neuzeitlich als Gegeständlichkeit und Objektivität ausgelegt wird, bringen Denken als Vor-stellen und Sprechen als Verlatbarung unvermeidlich eine Verfestigung des in sich fließenden ”Lebensstromes” und dadurch eine Verfälschung desselben mit sich.»
[10] Heidegger’nın kendi metinlerinde yaptığı tüm aktarımları, söz konusu metinlerden ve söz konusu metinlerde aktarıldığı gibi aktaracağım.
[11] «Die Ausdrucksmittel der Sprache sind unbrauchbar, um das ‘Werden’ auszudrücken: es gehört zu unserem unablösbaren Bedürfnis der Erhaltung, beständig eine gröbere Welt von Bleibendem , von Dingen u.s.w. [d.h. von Objekten zu setzen.»
[12] «Seiend is alles, wovon wir reden, was wir meinen, wozu wir uns so und so verhalten… // Üzerinde konuştuğumuz, ne demek istediğimiz, ona karşı söyle ya da böyle tavır alabildiğimiz her şey olmakta-olan’dır.»
[13] «Sein ist jeweils das Sein eines Seienden. // Olmak bir olmakta-olan’ın olmak’ıdır her zaman.»; «Sein, das, was Seiendes als Seiendes bestimmt. // Olmak, olmakta-olan’ı olmakta-olan olarak belirleyen.»
[14] «Der Mensch -ein Seiendes unter anderem-. // İnsan -olmakta-olan’lar arasında bir olmakta-olan-.»
[15] «Das Dasein hat sich so als das vor allem anderen Seienden […] primär zu Befragende erwiesen. // Dasein kendisini bu şekilde diğer bütün olmakta-olan’lar arasında soruya birincil muhatap kanıtladı.»
[16] «Das Dasein […] ist […] vor anderem Seienden ausgezeichnet. // Dasein diğer olmakta-olan’lardan özeldir.»; «Das Dasein hat […] Vorrang vor allem anderen Seienden. // Dasein diğer olmakta-olan’ların tümüne göre önceliğe sahiptir.»
[17] «Ein Selbständiges kann Gegenstand werden, wenn wir es vor uns stellen, sei es im unmittelbaren Wahrnehmen, sei es in der erinnernden Vergegenwärtigung. // Bir kendi başına duran bir karşıda duran haline gelebilir, eğer onu önümüze koyarsak, ister birebir algıda, ister hatırlayarak şimdiye taşımakla (errinernde Vergegenwärtigung) olsun.»
[18] Felsefi anlamda yeni zaman (Neuzeit) Descartes’la başlatılır genellikle. Birçok örnekten sadece biri olarak Heimsoeth’ün belirlemesini verebiliriz bu iddiayı destekleyci olarak: «Descartes ist der erste Philosoph der Neuzeit. // Descartes yeni zamanın ilk filozofudur.»
[19] «Descartes’s conception -the one which became the basis modern for ”modern” epistemology-… // Descartes’ın kavramsallaştırması -”modern” epistemolojinin temeli haline gelen olan-…»
[20] «Hegels Sprache zeigt überall dort, wo der Leser die eigenwillige Terminologie druchdrungen hat, Musik aus Lutherdeutsch.»
[21] «Hegels Sprache bricht die übliche Grammatik nur deshaşb, weil sie Unerhörtes zu sagen hat, zu dem die bisherige Grammatik keine Handhabe bietet. »
[22] «Das Bekannte überhaupt ist darum, weil es bekannt ist, nicht erkannt.»
[23] «Die Befreiung der Sprache aus der Grammatik […] ist dem Denken und Dichten aufbehalten.»
[24] «Die ”Vernunft” in der Sprache:[…] Ich fürchte, wir werden Gott nicht los, weil wir noch an die Grammatik glauben.»
[25] «Für die Krise, von der uns allein die Rückkehr zu den Anfängen der griechischen Mythologie […] soll befreien können… // Ancak Yunan Mitolojisinin başlarına dönerek kendisinden kurtulabileceğimiz bu kriz için…»