Nous sommes des spécialistes […] du texte, de toutes sortes de textes.

Biz [filozoflar] metin uzmanıyız, her tür metnin [uzmanı].

Jacques Derrida

 

1

Metin ne kadar az söylerse (susarsa) okur o kadar çok anlar (konuşur) diye başlayabiliriz. Metin okur ilişkisinin diğer her tür ikili sosyal ilişkide olduğu gibi bir yüz yüze ilişki olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla bir metin kendisini söz konusu ikili ilişkilerde alışılagelmiş olduğu gibi hiçbir zaman aktüel okura göre yeniden konumlandırmaz. Yüz yüze ilişkilerde muhataplar karşılıklı sorularla var olan olumsallığı, dolayısıyla birinin bir diğerinin tecrübesini tecrübe edebilme imkansızlığının yol açtığı tasavvurun uygun olup olmadığını kontrol altında tutabilir-, bu demek işleyen bir iletişimde birlikte yürüyebilirken, okur metin tarafından hiçbir destek görmez, o ona sıklıkla köstek olur aslında, olması gerekir, dolayısıyla bir başına ilerlemek zorundadır okur. Bunun ötesinde yüz yüze ilişkiler her zaman belirli bir ortak hedefe matuf hayat bulurlar, bu çerçevede kurulan iletişim bir bağlam içerisine gömülüdür yani, ki aynısı aynısını bir ufuk misali sarar sarmalar, haddizatında üçüncü bir taraf olarak (tertium comparationis) tıkanıklıkların giderilmesi bağlamında başvurulan bir merci olarak işler. Bütün bunlar okur metin ilişkisi için geçerli değildir. Sadece metin gassalın elindeki meyyit gibi korumasız değildir ama bu noktada, okur da yedi mühürlü kitap önünde bulur kendisini. Okur metne rağmen okur, okumak metne rağmen okumaktır haddizatında. Öncelikle bir şekilde metinle bir ilişki kurmak zorundadır okur, sıfırdan, okumak, bu da söylenebilir, bulduğunla, önünde duranla bir şekilde başa çıkabilmek demektir o halde. Bir nevi dağ tırmanıcılarının buldukları en küçük çıkığa tutunarak kendilerini yukarı çekmeleri gibi, hatta ellerindeki çekiçle dağ duvarını kırarak parmak uçlarıyla tutunabilecekleri kadar yer açmaları gibi. Yoksa önceden bilinen şifreleri, metnin açtığı alanları, yine önceden bilinen şekilde çözümlemek, metne dahil olmak, müdahil olmak, duhul etmek değildir okumak. Ona muhafazakarlık denir, yani metin üzerinden belirli bir tarz ve türü, belirli kural ve yasaları aktualize etmek. Nitekim muhafazakarlık tekrar ederek hayatta tutar, muhafazakarlık haddizatında tekrar etmektir, bu böyle olur, böyle olmazsa böyle olur demektir. Bunun aksi ama başı boşluk değildir, de meselemiz, en azından şimdi, o değil. Metin alan açmayarak alan açar, başta da söylediğim gibi, susarak konuşturur. Okumak kendini, metni de, metinle birlikte yeniden yaratmaktır, yoktan var etmektir, her cümlede, her kelimede, her harfte, her virgül, her noktada, yoksa eldeki Ben‘i büyütmek, geliştirmek, iyileştirmek, güzelleştirmek, semizletmek değil. 

2

Bu kısa yazıyı ben yazdım, yukarıda söylediklerimin bir açıklaması olarak:

Hava soğuktu, karanlık daha soğuk, korktu, ellerini cebine soktu, yukarıya baktı. Sonra tekrar yere, hafifçe arkasına döndü, arkasında duran bankı gördü, oturdu. Elleri ceplerindeydi hala daha, omuzlarını kaldırdı, başını ceketinin içine çekti, kollarını gövdesine dayadı, ayaklarını birleştirdi, topuklarını kaldırdı, yere vurdu, yere tükürdü, tekrar yukarıya baktı. Derin bir nefes aldı, verdi. Otobüsün gelmesine yirmi dakika daha vardı, etrafına baktı. Hemen bankın sol tarafında, yerde duran bir taşa takıldı gözleri. Eğildi taşı eline aldı. Uzun uzun baktı taşa.

Baktı, baktı, baktı.

Oturabilir miyim …

… diye sordu biri, başını çevirdi, baktı, topladı kendisini, hafifçe gülümsedi, kenara çekildi …

… özür dilerim, tabii ki, buyurun…

… dedi.

Taşa baktı yeniden, uzun uzun. Sağa döndü, yanında oturan genç kadına baktı, kadın gülümsedi, o da gülümsedi, ardından gözleri taşa gitti yine, sonra kadına, sonra taşa, sonra kadına, bütün gücünü topladı ardından, taşı elinde sıktı, sol kolunu sol elinde taşla uzattı, sonra geriye gerdi, bütün gücünü tek anda, tek noktada bir araya topladı, taşı yanında oturan kadının kafasına vurdu. Taak diye bir ses çıktı, kadın bankın arkasından yere düştü. Duraklardaki bankların arkaları olmuyor. Ayağa kalktı, etrafına baktı önce, sonra yerde yatan kadına. Herhangi bir hareket göremedi. Kadının nabzını kontrol etti sağ eliyle. Kadın ölmüştü. Kadının çantası geldi aklına. Akla gelmeyecek şeyler olur kadınların çantalarında diye geçirdi aklından. Merak etti, aldı çantayı açtı. Yarısı içilmiş yarım litrelik plastik su şişesi, bir elma, sakız, naneli, birkaç şeker, tarak, bir dergi, gözlük, anahtarlar, bir telefon, cüzdan. Gözlük hoşuna gitti, aldı sağ iç cebine koydu. Elmayı aldı, elinde oyana buyana çevirdi, beğenmedi, hoşuna gitmedi, yere bıraktı. Telefonu aldı, hiç bakmadan arka cebine soktu. Sonra cüzdanı açtı. Yirmi beş yaşındaydı, Avusturyalı, Viyana da doğmuştu. 138 Euro vardı cüzdanda, parayı aldı cebine attı. Saate baktı, on dakika daha vardı otobüsün gelmesine. Hava soğuktu, karanlık daha soğuk. Korktu. Ellerini cebine soktu, yürümeye başladı. Ayakları üşüyordu. Bir an önce eve gitmek istiyordu. Acıkmıştı. Yürüdü. Saat oldukça geç olmuştu. Yollarda neredeyse araba yoktu. Yürüdü. Otobüs durağına geldiğinde otobüsün gelmesine iki dakika kalmıştı. Beklemeye başladı. Sonra otobüs geldi, otobüse bindi, en arkaya geçti, sol cam kenarına oturdu. Kadını öldürdüğü durakta kimse beklemiyordu. Kadını gördü, bankın arkasında, düştüğü yerde yatıyordu. Sonra çevirdi başını, öbür tarafa baktı.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN