İnsan Onuru dokunulmazdır. Onu kollamak ve korumak her tür devlet erkinin sorumluluğu ve görevidir.

Die Würde des Menschen ist unantastbar. Sie zu achten und zu schützen ist Verpflichtung aller staatlichen Gewalt.


Almanya Anayasası 1. Madde

Öyle davran ki, insanlığı hem kendi şahsında hem de her diğer birinin şahsında her zaman aynı zamanda amaç olarak kullan, hiçbir zaman sadece araç olarak değil.

Handle so, daß du die Menschheit sowohl in deiner
Person, als in der Person eines jeden andern, jederzeit
zugleich als Zweck, niemals bloß als Mittel brauchst.


Immanuel Kant

1

Yoldan geçen bir taksiyi durdurarak kullandığınız anda aynı taksinin şoförünü de kullanmış olursunuz zorunlu olarak. Onu araçsallaştırırsınız yani. Ücretini vererek sizi -x- noktasından -y- noktasına aktarmasını istersiniz çünkü. Fakat muhatabınızın onur sahibi bir insan olduğunu göz ardı etmez ona gereken saygıyı gösterirseniz, söz konusu kullanımdan dolayı Kant’ın girişte verdiğim belirlemesinin dışına düşmezsiniz yine de. Nitekim söz konusu formülde insanın sadece bir amaç olarak hedef alınmasının gereği değil, sadece bir araç olarak hedef alınmamasının gereği vurgulanıyor. Onur sahibi bir insan tabirini ise bu bağlamda bilinçli olarak kullandım. Çünkü Kant için her insan, dolayısıyla homo sapiens sadece homo sapiens olduğu için, onur sahibi olmaz. Onur sahibi ve saygıyı hak eden aslında insan, dolayısıyla homo sapiens değil, aynısının içinde taşıdığı belirli bir özelliktir: Akıl. Ve insanın görevi, ödevi değil, kendi şahsında ve diğer her başka birinin şahsında bu özelliği korumak, kollamak ve haddizatında kutsamaktır. Dolayısıyla sadece başkalarına karşı değil, kendinize karşı da sınırsız bir kullanım hak ve yetkisine sahip değilsiniz. 

2

On pourrait montrer que tous les noms du fondement, du principe ou du centre ont toujours désigné l’invariant d’une présence (eidos, archè, telos, energeia, ousia (essence, existence, substance, sujet) aletheia, transcendantalité, conscience, Dieu, homme, etc.).

Temellendirme, prensip ya da merkez için kullanılan bütün isimlerin her zaman [aynı] değişmez sabiteye işaret ettikleri gösterilebilir (eidos, archè, telos, energeia, ousia (öz, varoluş, töz, özne) aletheia, Transzendentalität (Alm.), bilinç, Tanrı, insan, vb.).


Jacques Derrida

Alman İdare Mahkemesi’nin verdiği bir karar var. Mahkeme kararında izleyicisini ya da izleyicilerini görmeden dans edip soyunarak gösteri yapmak olarak bilinen Peepshow‘un söz konusu show’u icra eden kadının ya da erkeğin, zorunlu olarak insan onurunu zedeleyeceğini söylüyor. Ve aynı kadın ya da erkeğin bu işi özgür iradesiyle yapıyor olmalarının bu durumu değiştirmeyeceğini belirtiyor. Mahkemenin bu kararı alırken temelde Kant’ın onur kavramından yola çıktığını düşünebiliriz. Nitekim bu durumda mesele aslında söz konusu kadın ya da erkeğin o kadın ya da o erkek olarak onuru değil, o kişinin içinde mahfuz olan insanın onurudur. Dolayısıyla ve o halde mesele kadının ya da erkeğin onurundan çok kadının ve erkeğin içinde mahfuz olan insanın onurunu, haddizatında ve bir başka ifadeyle, insandaki insanı ve son tahlilde aklı insanın kendisinden korumaktır. Mahkemenin bu kararını temellendirirken yaptığı bazı açıklamalar meselenin daha iyi anlaşılmasını sağlıyor. Söz konusu açıklamalarında mahkeme bir fark dışında aynı şekilde gerçekleşen diğer bir gösteri tarzı olan Streptease için aynı değerlendirmeyi yapmıyor. Bu şekil bir icranın icracının insan onurunu zorunlu olarak zedelemeyeceğini belirtiyor. Aynı şekilde belirli bir ücret karşılığında müşterisiyle yatan bir kadının ya da erkeğin de insan onurunun zorunlu olarak zedelenmeyeceğini söylüyor. Haliyle, bu noktada akla ilk gelen şey para kazanmak zorunda olup da bir şekilde iki seçenek arasında kalan bir kadın ya da erkeğin tanımadığı fakat görmediği bir insanın ya da insanların iştahlı bakışları önünde soyunup dans etmeyi, tanımadığı fakat gördüğü bir erkek ya da kadınla yatağa girmeye tercih edeceğidir. Nitekim ilki ikincisine göre daha kolay ve daha katlanılır, dolayısıyla ve en azından benim anladığım anlamda, daha az onur kırcıdır. Fakat Alman İdare Mahkemesi öyle düşünmüyor anlaşılan. Nitekim onun meselesi, bi bana kalırsa Kant’ı da rahatlıkla buraya dahil edebiliriz, öyle anlaşılıyor ki, biraz önce de söylediğim gibi, bizzat o kadın veya o erkek değil, ne idüğü bilinmeyen ve bugüne kadar kimsenin arayıp da bulamadığı büyük harfle yazılmış olan İnsan, İnsanlıktır. Ne demişti Carl Schmitt, dikkat!!! wer ”Menschheit” sagt will betrügen, ”insanlık”tan söz eden aldatmak ister. Bireyi aşan her tür değerden, telos‘dan, ya da bizim anlayacağımız şekilde söylersek, davadan, amaç‘dan bahseden herkes aldatmak ister. Dolayısıyla biz küçük harfle yazılı insanların onuru, o şey her neyse artık, büyük harfle yazılı İnsanı taşıdığımız, taşıyabildiğimiz sürece vardır, onu taşıyamadığımız, onu taşımaktan aciz kaldığımız noktada ise … Mesela komada bulunan ve geri dönüşümü (TDK) mümkün olmayan bir hasta, bu benim çocuğum olabilir, ottur artık. Zaten diyorsunuz ya siz Türkler, ki ben bu terkibi Rabbim’den af ve bu durumda bir hasta yakını olan ve olmuş olanlardan özür dileyerek kullanıyorum, bitkisel hayat. TDK klinik durum olarak tanımlamış söz konusu hayatı. Kant’ı iyi anlamışsınız; bu noktada diye düzeltelim isterseniz. Öküz ölüp harç bittiğinde, hem ortaklık bitiyor hem de inşaat. Rezil ve ahlaksız bir metafizik. 

3

…im Tausch der Blicke […] und wenn man sich beobachtet fühlt, sozusagen zu einem Objekt erniedrigt […] und nicht der Partner im Tausch von Ich und Du ist…

…bakışların alınıp verildiği- ve kişinin kendisinin gözlemlendiğini, yani bir nevi bir nesneye aşağılanarak sen ve ben alış-verişinin bir tarafı olmaktan çıktığını hissettiğinde… 


Hans-Georg Gadamer

Peepshow ve Streptease arasındaki fark tam olarak bu işte: Face to face. Dolayısıyla bana bakana ben de bakabiliyorsam ancak onurumu koruyabilirim, bir şekilde bu eşitlik üzerinden, durum ne olursa olsun, şahsi öznellik konumumu (personale Subjektsituation) muhafaza edebilirim. Bu ilk bakışta anlaşılıyor belki, fakat neden diye sorduğunuzda ve temellendirmeye çalıştığınızda o kadar da anlaşılmadığı anlaşılıyor haddizatında. Nitekim burada bakışan, ben öyle anlıyorum, ben ve o olmaktan çok, bende ve onda olanın –Geist???’ın, Tanrı???’nın– kendisine bakmasıdır, kendisiyle bakışmasıdır. Dolayısıyla bu bakışın muhafaza edilmesi, diri tutulması, önünün kesilmemesidir söz konusu olan; muhtemelen. Fakat bu konuyu sürdürmek istemiyorum. Friedrich Nietzsche‘nin Übermensch dediği içimizde olduğu varsayılan ve içerisine hapsedildiğimiz bu insandan kurtularak kendisi olabilen insandır işte; olduğu kadar, az olsun benim olsun. Yoksa başka da bir şey değil.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN