Die Welt – ein Tor
zu tausend Wüsten stumm und kalt!
Wer das verlor,
was du verlorst, macht nirgends Halt.

Nun stehst du bleich,
zur Winter-Wanderschaft verflucht,
dem Rauche gleich,
der stets nach kältern Himmeln sucht.

Nietzsche

1

Bana kalsa Nietzsche‘yi çevirmeyi, dolayısıyla, ki aynı kapıya çıkar aslında, kirletmeyi tamamen yasaklardım. Yok yani, tercüme edilen Nietzsche okuyucusuna zaten bir şey kazandırmaz, ki bu durumda ortaya çıkan haddizatında Nietzsche olmaz. Bizzat Frédéric Chopin dinlemekle notaları okumak arasındaki fark gibi bir şey bu. Da bana kalmıyor işte. İyi ki de. Neyse. Kimsenin ilüzyonlarını da çalmak istemiyorum zaten. Herkes okuyabilir, okumalı da; kimi Nietzsche’yi, kimi Nietzsche sandığını. Allah, Peygamber ve Kutsal Kitap adına; bu memlekette senelerdir Also sprach Zarathustra, Böyle Buyurdu Zerdüşt diye alakasız ve dangalakça bir çeviriye maruz kaldı, kalıyor halihazırda, da kimse çıkıp ne oluyoruz, canınız mı sıkılıyor? diye sormuyor kimseye. Ne verirsen gidiyor. Yine, neyse, ya da, ki bu daha iyi, bana ne. Bir taraftan Nietzsche’yi tercüme etmeyi yasaklardım demek, sonra da dönüp Nietzsche’yi tercüme etmek de neyin nesi o halde? Nitekim aşağıda, kısa da olsa, girişteki metnin bana ait bir tercümesi var. Da bunun sebebi var. Bazen yapıyorum bu yanlışı. Bazen de yapmak zorunda kalıyorum işte. Bir metin nasıl katledilir, bir metnin içine nasıl edilir, bunun en güzel örneklerinden birini Behçet Necatigil‘e ait, aynı şekilde, girişteki metnin aşağıdaki tercümesinde görebilirsiniz. Mahvetmiş, berbat etmiş metni. İki yıldır Türkiye’deyim ve bu iki yıl içerisinde çok fazla tecrübe sahibi oldum. En çok duyduğum sözlerden biri: Devrik Cümle. Dolayısıyla şunu çok iyi öğrendiğimi söyleyebilirim artık; Türkler devrilmiş cümlelerden nefret ediyorlar. Ne söylediğinizin, dolayısıyla yazdığınızın önemi olmuyor genellikle, nasıl söylediğiniz, yani yazdığınız önem arzediyor. En azından öncelikle. Bu demek, ne söylerseniz söyleyin ama lütfen cümleleri devirmeden yapın bu işi diyorlar size. Dile yüklenmek yasak, dili yormak yasak, dili çekip bükmek, eğmek germek yasak. Türklerin en ilginç deyimlerinden biridir belki de. Çok sıkıştırırlarsa ne yani ayet mi var? der nefes alırsınız. Dil konusunda cevap, maalesef, ayet olmasa da en azından ayet kadar ciddi ve uyulması gereken emirler var oluyor. Ve bu emirlerin belki de en önemlisi; cümleleri devirmeyeceksin. Oysa Martin Heidegger tam olarak bu görevi veriyor düşünenlere ve şiirleyenlere. Cümleleri, haddizatında dilin kendisini, devirebildiğiniz her yerde ve devirebildiğiniz kadar devirin diyor, dolayısıyla onu, düşünmeyi yani, bir şekilde gramatiğin pençesinden kurtararak kendisiyle buluşturun. Pis Nazi, n’oolcak. 

2

Die Welt – ein Tor
zu tausend Wüsten stumm und kalt! 

Nietzsche

Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle
Açılan bir kapıdır dünya! 

Necatigil

İnsan hiçbir şeyin farkına varmasa da en azından orada, birinci satırda arada, ortada duran çizginin farkına varır, varması gerekir haddizatında. Fakat masa başında elinde sözlükle çeviri yapmaya çalışıyorsa o insan, sözkonusu metnin Nietzsche’ye ait olduğundan söz etmiyorum bile, bu kadarı bile olmuyor demek. Ki biri çıkıp da aptal aptal Nietzsche kimdir ya da nedir diye sorsa, en kısaca tam olarak işte orada, arada, ortada duran çizgidir dahi denilebilir … ve bu yanlış olmaz. Da bunu bilmek gerekir. O çizgiyi, Nietzsche’den özür dileyerek, oradan alalım ve oraya onun yerine dil bilgisi açısından uygun, dolayısıyla ve aslından mümkün olan tek kelimeyi koyalım ve bakalım ne oluyor. Die Welt [ist] ein Tor. İşte Necatigil tam olarak böyle okumuş; söz konusu çizgiyi görmüş, görmüş muhtemelen, nitekim kör değil hoş, fakat idrak edememiş, farkına varamamış. Üstelik Nietzsche’nin tek bir kez dahi kullanmaktan içtinap ettiği söz konusu kelimeyi o bir kez değil, aynı cümle içerisinde ve tamamen gereksiz yere ve ardı ardına ve sıkılmadan iki kez kullanmış; soğuk-tur, kapı-dır. Muhteşem bir devinimin çifte kavrulmuş bir şiddetle ve tek hamlede elini kolunu bağlayıp başına inmek gibi bir şey bu. Terbiye etmiş metni, ahlaksız bir terbiye. Nietzsche’nin devirdiği cümleleri ayağa kaldımak istemiştir belki de, kim bilir. Ya da Nietzsche’nin arkasını toplamak. Nitekim Nietzsche’nin dağıttığı ve dağınık bıraktığı her şeyi kendince ait olduğu yere koymuş. İçine sıçmış yani, berbat etmiş. Nietzsche üç isim, dünya, kapı, çöl ve iki sıfat kullanmış söz konusu cümlede, soğuk, sessiz ve hiçbir kelimeyi dışlayıcı olarak hiçbir yere ait kılmamış, kendisi gibi. Dolayısıyla söz konusu sıfatların hiçbirisini dışlayıcı olarak söz konusu isimlerin hiçbirisine kilitleyemezsiniz, yok öyle bir şey. Soğuk ve sessiz olan dünya da olabilir kapı da çöl de. Dünya kapı ya da çöl olabilir ikisi bir arada da, ikisi bir arada da olabilir kapı dünya ya da çöl de ve çöl hakeza. Necatigil için çok fazla hareket, bu demek bereket. Ki bereket bu değilse nedir ki başka? Dünyayı çakmış merkeze, binmiş bindirmiş sırtına. Daha fazla uzatmak istemiyorum, içinden çıkılacak gibi değil çünkü. Sanırım Necatigil’in çevirisinin yanına kendi çevirimi koyarak ne demek istediğimi anlatmak en kolay ve en iyisi olacak. Dedim ya, bu hatayı bazen yapmak zorunda kalıyorum. Nitekim ne demek istediğim bu şekilde daha kolay anlaşılacak.


Dilsiz ve soğuktur binlerce çöle
Açılan bir kapıdır dünya!
İnsan senin yitirdiğini yitirse
Bir yerlerde duramaz bir daha!
Sen şimdi solgun, sarı
Kış gurbetlerine lânetli,
Hep soğuk gök katlarını
Arayan bir duman gibi.
Behçet Necatigil

Dünya – bir kapı
sessiz ve soğuk binlerce çöle açılan!
Kaybeden senin kaybettiğini,
yürür, hiçbir yere varmadan.
Soldun, bak sarardın, 
lanetlendin kışa, yayan,
duman gibi,
hep daha soğuk gökler arayan.
Ben (Mustafa Küçükhüseyin)

3

Hepiniz aşağıya inin … Birbirinize düşman olun
… Sonra benim gönderdiğim yol göstericiye uyun
… Tekrar geri dönün, kurtulun.

Mushaf

Es gibt kein richtiges Leben im falschen, yanlış içinde doğru yaşayamazsın diyor Theodor W. Adorno. Biraz daha sertleştirelim: pislik içinde temiz kalamazsın. En azından kokusu siner üzerine, bok kokarsın. Suç ve Cezayı ilk okuduğumda kendimi Sankt Petersburg sokaklarında dolaşıyor hissediyordum her seferinde sokağa çıktığımda ve sanki her köşeden karşıma Rodion Romanowitsch Raskolnikow çıkacakmış gibi oluyordum. Gorgias Platon‘un en sevdiğim diyaloğu. Okuduğum ilk antik metin belki de, aynı adamın Politea‘sını saymazsak tabii ki. Nitekim ikincisini ilk okuduğumda ne yaşım ne de teknik alt yapım söz konusu metni, anlamayı geçtim, okumaya dahi müsait değildi henüz, dolayısıyla o sayılmaz. Favorim Κallikles. Milan Kundera Josef K.’yla (Franz Kafka) Raskolnikow (Fjodor Michailowitsch Dostojewski) arasında şöyle bir fark belirliyor. İkincisi suçunu biliyor cezasını arıyor, ilki çektiği cezanın farkında suçunu arıyor. Ve tabii ki Martin Heidegger‘nın Geworfenheit‘la başlayıp bizi artık ancak bir Tanrı kurtarabilir‘e uzanan back to the roots serüveni ve Jacques Derrida‘nın mutlak ve büsbütün öteki‘si ve gelmekte olan‘ı … Nietzsche’nin girişteki metni yanı sıra ilk aklıma gelenler bunlar. Hepsini bir şekilde Batı’nın, ki İslam kültürünü de işin içine katarak söylüyorum bunu, ki nitekim o da Batı, hem de kendisi olarak, en taşıyıcı metaforunun yansımaları olarak okuyabiliriz. Bu bölümün girişinde verdiğim Ayette kendisini dışa vuran ve Peter Sloterdijk‘ın telif hakkının Yahudilere ait olduğunu söylediği metafor. Bazı metaforların açıklama gücü üzerinden zaman geçse de azalmıyor, çoğalıyor hatta. Dönüp dolaşıp önünde buluyor insan kendisini. Ya da mesele, bir şekilde, gerçekten öyle. Suç işleyen, cennetten kovulan, fakat kovulduğu yere geri dönebilecek, suçunu temize çıkartacak güce sahip olmayan, sürekli arayan, bulamayan, hiçbir yerde duramayan, dolayısıyla da ve son tahlilde onu bu lanetten kurtaracak bir Tanrıya ihtiyaç duyan zavallı insanın hikayesi. İnsan kendisine yetmiyor bu hikâyede. Yahudiler diğerlerine göre nispeten daha rahat bir ilişki kurabilmişler söz konusu metaforla. Hristiyanlar, Augustinus sağ olsun, meseleyi neredeyse bir mazoşizme dönüştürmüşler. Müslüman olduğunu söyleyenler ise her zaman olduğu gibi son derece pragmatik bir şekilde ortada, iki arada bir derede, var yok, var ama yok arasında bir yerde yuva kurmuşlar. Nietzsche gibi, ama tersinden. O hiçbir şey olmamak için her şey olurken, onlar her şey olabilmek için hiçbir şey olmuşlar. Allah’a inanmış, ama dünyaya tapmışlar. Sentetik a priori gibi, iki yüzlü bir metafizik yani.

Mustafa Küçükhüseyin