Max Scheler, ‘İnsanın Kosmostaki Yeri’ adlı kitabının başında insan hakkında üç görüşe sahip olduğumuzu söyler: Teolojik antropoloji, Felsefi antropoloji ve doğa bilimine dayanan antropoloji.

Teoloji’nin anlamı; dini inançlardan gelen ve insan fikrini bu biçim ile şekillendiren bir yapıdır. Adem ve Havva’nın yaratılması teolojik antropolojidir. Yani insanı teolojik kavramlarla açıklayan düşünce biçimine teolojik antropoloji deniyor. Doğa bilimine dayalı antropoloji dediğimiz zaman Darwin ilk olarak akla geliyor. İnsanın hayvandan evrimleşerek var olduğunu savunan bir insan görüşüdür. Felsefi antropoloji de insanı hayvandan ayıran özelliği; onun düşünüyor olmasıdır. Hem dil hem de akıl olarak baktığımız zaman insanı düşünen bir hayvan olarak tanımlıyor. Bu üç görüş birbirinden bağımsız insan tanımlarıdır. İnsan kavramı ona göre iki anlam barındırıyor. İlki; omurgalı memeliler sınıfına dahil olması; onun en üst örneği olması bakımından insanın bir hayvan oluşudur. İkincisi ise insanın hayvana karşıt bir konumda oluşu anlamındadır. Scheler, insanın özü diyebileceğimiz tarafı diğer tüm canlılardan farklı bir tarafa koyabileceğimiz, insanın özü üzerine bir deneme yapıyor. İnsanın diğer canlılardan ayıran özünün araştırmaya çalışıyor.

Antik Yunanda insanı hayvandan ayıran özellik akıldır ama scheler, zeka adı altında, özellikle pratik zekaya baktığımızda bu zekanın hayvanlarda da olduğunu iddia ediyor, yani scheler ayırıcı özelliğin zeka olmadığını söylüyor. Scheler belli basamaklara ayırarak inceleme yapıyor. Önce bir duygusal tepkiden bahsediyor; bu bir şeye yönelme, itilim, geri çekilme gibi belli bir etkiye tepki becerisidir. Ve bunun bitkilerde de olduğunu söylüyor, bu ortak bir özelliktir. Bir üst basamakta içgüdüden bahsediyor ve içgüdü bir merkezi sinir sistemi gerektiren bir davranış biçimi değildir.

Çağrışımsal bellek, alışkanlıklara dönüştürülmüş davranışlardır. Bu içgüdünün bir üst kademesidir. Bu ise belli deneyime ve alışkanlıklara dayanan bir davranış biçimidir.

Zekanın, çağrışımsal bellek ve içgüdüden farkı ise yepyeni bir probleme, yepyeni bir ortamda çözüm getirmektir. Yani biz zekada ne çağrışımsal zekaya başvurabiliyoruz, ne de içgüdülerimizi ortaya çıkarabiliyoruz. Scheler buna örnek olarak da daha önce yapılmamış deneyleri gösteriyor; bir şempanzeyi daha önce hiç bulunmadığı bir laboratuar ortamına koyarsak ve ona belli malzemeleri verirsek, o hedefte olan bir muzu daha önce hiç kullanmadığı bu araçlarla alabilir. Özellikler şempanzelerin belli yeni sorunlar karşısında çözüm üretmesi scheler için bir zeka göstergesidir; çünkü şempanze daha önceden yaşanmış bir tecrübeye, deneye başvurarak hareket etmiyor, hayvan yeni bir çözüm geliştiriyor. Bunlara bakarak söyleyecek olursak hayvanlarda zeka vardır demek mümkün hale geliyor.

Scheler’e göre zeka ve seçmenin aslında hayvanlarda da olduğunu düşünüyor. Ancak bahsettiğimiz zeka şu değildir; bir şekilde bir şeylerin hayvanlara öğretilmesi olarak tanımlamıyor. Aslında scheler, zekayı daha önce hiç görmediği ve karşılaşmadığı bir durum karşısındaki bir çözüm olarak tanımlıyor.

Modern bilim, insanı hayvandan ayıran yanı, bir yandan zeka ve seçme yeteneğidir diyor, ancak diğer taraftan Darwin’in ifadesi bundan bir derece farklıdır; zeka açısından insanın sadece gelişmiş bir hayvan türü olduğunu savunan görüştür. Scheler bu iki görüşü de savunmuyor; çünkü birincisinde zeka olarak yani zeka açısından bir ayrım yok, ikinci görüşte ise derece farkından başka bir şey yoktur diyor. Bu iki düşünce de Scheler için, insan metafiziğine yer bırakılmadığı düşüncesi var. Tüm bunların üstüne Scheler, insanın ne olduğu üzerine bir araştırmaya girişecek ve bunun adını “Geist” olarak ifade edecektir. Geist’in yani insanı insan yapan bu ilkenin de yaşamın karşısında ve dışında olduğundan bahsediyor. Bu konuda en önemli kavramlardan bir tanesi kişi kavramıdır. Geist’in yapabildiği bir şey var; dışarıdaki hatta buna kendi bedeni de dahil her şeyi bir obje gibi ele alıp bilimsel bir analizle anlıyor ve yorumlayabiliyor. Ancak diğer taraftan iyilik, sevgi gibi yani ahlaki alanlarda da göstermiş olduğu faaliyetlerde geist’i, geist yapan özelliklerdir, scheler’in bu geist kavramında, bir yandan bilgi edinebilme yeteneğimiz ve bir yandan da ahlaki olma yeteneğimiz vardır.

Scheler, hayvanın ve insanın farkını çevre ve dünya kavramlarıyla açmaya çalışıyor. Hayvanın bir çevresi olduğunu ve dünyası olmadığını ancak insanın çevresinden bağımsız bir dünyası olduğunu söyler. Hayvan çevre koşullarına adapte olmak zorundadır ama insan söz konusu olduğunda, bu çevreden bağımsız bir şekilde özgür olabilmekten bahsediyoruz. Bundan da aslında şunu kastediyoruz; Geist özgürdür, hiçbir yere bağlı değildir, çevreye bağlı değildir; çevrenin bağlarından kurtulmuştur. Biz buna dünyaya açık olmak diyoruz ve böyle bir varlığın dünyası vardır. Hayvan, araya mesafe koyarak ve adlandırarak çevresini dünyaya çeviremez, aynı şekilde duygu ve direnç merkezlerini de objeleştiremez. Bu çevre konusunda birçok şey söylenebilir ama scheler’in altını çizmek istediği nokta şöyle bir şey; hayvan çevreye adapte olabilen bir varlık ama çevreyi adlandırıp, onu obje haline getirip, onun bilgisine sahip değildir. Etkiye tepki şeklinde cevaplar veriyor ama insanın çevreye bakışı diyebileceğimiz şey; çevreyi anlamlandırıyor olmasıdır. Obje, nesne haline getirmek demek; bunları birer bilgi nesnesi haline getirmek demektir. Biz etrafımıza, çevremize girebilen varlıklarız ve girebildiğimiz ölçüde bir dünya yaratıyoruz, yani aslında bir derece anlam ve bilgi dünyasıdır.

Scheler için Geist’in özelliği bir “ben” bilincine sahip olmasıdır, hayvanda “ben” bilinci yoktur. zaman ve mekan kavramları geist’e özgüdür, hayvanda bir zaman ve mekan kavramı yoktur ve bunu paralelinde bir boşluk kavramı vardır.

Scheler için önemli olan ve ilginç diye bileceğimiz iki kavram vardır. Bu geist, Hegel’deki gibi insanın dışından bir ruh olan, insan belli hareketler yaptıran bir merkez olarak anlamıyor, onun yerine kişi dediğimiz şeyde yani kişide açığa çıkardığını söylüyor. Hegelde de geist kavaramı var ama geist insandan bağımsız bir varlıktır ve insan aracılığıyla, insana bazı edimler yaptırarak kendisini bu dünyada var ediyor ama Hegel de gücün kaynağı geist denilen ve insandan bağımsız varlıktır. İnsan burada bir araç haline dönüşüyor. Tarih dediğimiz süreçle beraber tanrı bu dünya üzerinde insanlar aracılığıyla kendini var ediyor. Ancak, Scheler’de bunun tam zıttı; İnsan aslında edimleriyle tanrının var olmasına ön ayak oluyor. Yukarıdan inme bir güç değil de aşağıdan yukarıya doğru insanın edimleriyle ortaya çıkan bir güçten bahsediyor. Scheler’in buradaki amacı kutsal olanı aşağıya çekmek değil de insanı kutsallaştırabilmektir. İnsan çevresindeki birçok şeyi objeleştirebiliyor; hem onu kullanıp dönüştürebilme hem de onu bilginin nesnesi yapma adına objeleştiriyor ama kişi dediğimiz geist’in merkezi objeleştirilemiyor. Bu anlamda yaşamın ötesinde olması ve objeleştirilememesi bağlamında metafizik alana giren bir konumda bulunuyor. İnsan bunun ayrımına vardığında ilk tepkilerinden bir tanesi bunun kaynağını, kendi başına var olan bir varlık olarak isimlendiriyor. Bu varlık tanrıdır. İnsan bu soruya direkt olarak cevap veremediği için din çercevesi içinde kendisine bir liman arıyor. Bu scheler’e göre doğru bir yaklaşım değildir ve bunun yerine bu geist’in kendi içindeki yaşam enerjisini dönüştürüp, edimleriyle beraber tanrısallaşıyor. Tanrı insanın edimleriyle hareket eden bir varlıktır. Yani hem insan tanrıya hem de tanrı insana muhtaçtır. Bir şekilde tanrının var oluşunum imkanı, insanın yaptığı, yücelttiği edimlerle mümkün oluyor. Scheler bu konuda tanrının, insanın diğer kalbi olduğunu söylüyor. Geist’e, kişinin kendi yaşama enerjisi – gücü olarak bakmamız gerekiyor. Geist’in yaşamla olan enerjisi konusunda, geist kendine ait varlığı olmasına rağmen kendine ait bir gücü yoktur. Geist, bir şekilde yaşamsal etkileri, yaşamsal enerjimizi baskılayıp, dönüştürüp, çevirerek ve yükselterek kendine enerji veriyor. Geist, bu bedenimizden gelen yaşamsal enerjiyi dönüştürme kapasitesine sahiptir, kendisinin ayrı bir enerjisi yoktur. Her şey yaşamdan çıkıyor. Biz bir şeye çok sinirlenip yumruk atmak varken, o öfkeyi dizginleyip onu bir sanat eserine dönüştürmek başka bir şey oluyor. Bunu sağlayan var oluşun adı Geist’tir. Sadece yaşamsal itkilerden ibaret olsaydık, hayvandan farkımız kalmazdı; çünkü hayvan var olan yaşam itkisini yaşar, çevreden gelen etkilere tepki veriyor. Biz çevreden gelen etkilere ani tepki vermek yerine o tepkimizi dizginleyip başka bir şeye dönüştürebiliyoruz. Kişiden bağımsız bir geist’ten söz etmekte pek mümkün olmuyor, insan kişi olduğu ölçüde geist’i harekete geçirebiliyor. Geist, dıştaki nesneleri, obje haline dönüştürüp bilgi nesnesi haline getirebiliyor, peki, “ bu kişi obje haline gelebilir mi?” sorusu hemen kendisini gösteriyor. Scheler kişiyi çevreden bağımsız, özgür bir varlık olarak gördüğü için onun aslında bir objeye dönüştürülemeyeceğini, bedenin dönüştürülebileceğini ama kişiliğin obje haline dönüştürülemeyeceğini, onun “bilinesel” bilgisine sahip olamayacağımızı söylüyor. Scheler’e göre kişiyi tanımanın tek yolu; o kişinin yapmış olduğu eylemleri onunla beraber yapmak, onunla beraber kendimizi özdeşleştirerek aslında onun nasıl bir şey olduğunu anlayabiliriz.

Scheler’in bir ifadesi var: “İnsan, hayvan değildir; ya hayvandan daha aşağıdır ya da daha yukarıdır.” Biz yukarı durumlarından bahsettik ancak bir de bunun diğer tarafı olan “aşağı olma” durumuna bakalım. Bir hayvan diğer bir hayvana durduk yere işkence etmek ama insan bunu yapabiliyor ve bu açıdan insan hayvandan daha aşağıdadır.

İdeleştirme Geist’in önemli özelliklerinden birisidir. Scheler bunu açıklamak için bir örnek veriyor: “Kolumun bir bölgesinde ağrı var” dediğim zaman, bunun nasıl giderileceğini ve “ bu nedir?” sorusuna cevap vermeye çalışan yapı tıp bilimidir. Peki soruyu şu şekilde sorarsak cevap ne olur: Acı nedir?

Schelerde ideleştirme, bize belli örnekler ve tümevarım yönteminden bağımsız olarak, dünyayı görsel ve a priori bir şekilde, özünü kavrama yetisi olarak algılama formunda verilidir. Yani kolumun ağrısı örneği üzerinden değil de ağrı nedir sorusu üzerinden bu ağrının özünde nasıl bir şey olduğu sorusuna cevap vermeye çalışmak; herhangi bir şeyin tümevarım yoluyla değil de apriori biçimde özünün anlaşılmasını sağlayan bilgiyi ehlileştirmedir.

Bizim istençlerimizin karşısına tepki koyabileceğimiz direnç merkezlerimizin var ve bu direnç merkezlerinin “susturabilme” becerisi vardır. Scheler’e göre geist canlı olmanın, yaşamın özüne geçebilen bir yerde duruyor ancak var olan yaşama enerjisini dönüştürüyor. Yani geist’ın kendi bir enerjisi yoktur. Scheler’e göre bizim bütün düşünsel, yaratıcı, sanatsal faaliyetler ve ahlaki olan faaliyetler bizim yaşam enerjimizi geist sayesinde yükseltmeyi sağlıyor. İnsan hayattan vazgeçebilen bir varlıktır; çünkü insan var olanla yetinmeyip ona karşı durabilen, onu dönüştürebilen, protesto edebilen bir varlıktır, yani biz yaşamın üstüne çıkabilmemizin bir göstergesi bizim o yaşamdan vazgeçebiliyor olmamızdır.

Dışarıdan gelen etkilere hayvanlar gibi öyle çok fazla yaşamsal tepkiler vermiyoruz. Bu yaşamsal etkilerin ötesine geçip, özümüze yönelik daha farklı bir biçimde tepki verebiliyoruz.

Basamaklara baktığımızda; bitki, hayvan, insan ve geist dediğimiz alanları görüyoruz. Bundan dolayı sanki en yüksek olanın en güçlü olması gerektiği inancı var. Geist’in kendisini en yukarıda belirginleştirdiği alan bir tanrıysa, bu aslında tanrının en güçlü varlık olması gerektiğini inancı gibi bir durumdur. Ancak; Scheler’e göre böyle bir şey söz konusu değildir. En güçlü olan varlık madde ile başlayan inorganik varlıktır. Bitki bazı minarelere bağlıdır, hayvan bitkiye bağımlı ve bundan dolayı bitki hayvandan daha güçlüdür. İnsan bu anlamda bitki ve hayvanlara bağımlı ve geist’ta en güçsüz, gücü olmayan ve yaşamdan güç alan bir konumda duruyor bundan dolayı en güçsüz olan en narin ve en kırılgandır. Yani Scheler, tanrıyı kudretli ve güçlü bir varlık yerine, güzel, naif ve kırılgan olarak canlandırıyor.

Scheler’deki geist metafizik alana biraz girdiği için yorumlanması farklılık gösterebilir ama bir yandan da geist yaşamdan da bağımsızlaşmamaya çalışıyor, yaşamın enerjisini dönüştürüp, kullanarak açığa çıkarma durumu olarak baktığı için Hegel’deki gibi tam metafizik bir varlık olarak da görmüyor. Scheler için geist’ten farklı olarak, metafizikteki gibi güçlü olan tanrı anlayışı dinin bir olgusu olarak ele alındığı için bizim korkularımızdan kaçmak için sığınmamız gereken bir liman değildir. Scheler ‘e göre aslında metafizik yürekli olmayı gerektirir ve bu güçlü tanrı anlayışının yanlış olduğunu söylüyor. Eğer bir tanrı varsa güzel, narin ve ince olmalıdır. Bu tanrı belli kişilerin yaptığı edimler, tanrısal ve tanrının bir parçası haline geliyor, yani tanrının kendi kendine oluşumu insanın yaptığı edimlerle mümkün oluyor.

Sonuç

Max Scheler’in bu görüşleri insan tanımı açısından çok önemli bilgiler içeriyor. Onun, türler arasındaki yaptığı ayrım ve basamaklara ayırışı; “insan” olanın ve diğer varlıkların sınırını çizmek konusunda önemli bir kaynak olmuştur. Ancak benim bu konuda Scheler’den ayrılan bazı düşüncelerim var. Özellikle geist’in insanda var olup onu bir bakıma hayvandan ayıran özelliği olması bence biraz problemlidir; çünkü bu geist’ın hem metafizik içermesi hem de sadece “insan” da var oluyor olması bir bakıma yanlıştır.

Biz bir şeye çok sinirlenip yumruk atmak varken, o öfkeyi dizginleyip onu bir sanat eserine dönüştürmek başka bir şey oluyor. Bunu sağlayan var oluşun adı Geist’tir. Sadece yaşamsal itkilerden ibaret olsaydık, hayvandan farkımız kalmazdı; çünkü hayvan var olan yaşam itkisini yaşar, çevreden gelen etkilere tepki veriyor. Geist’in sadece insan da görülmesindeki problem aslında yetersiz araştırmalardır. Bunu Scheler’e yöneltmiyorum; çünkü onun bu araştırmalardan haberi yoktu. Bu araştırmalardan bahsedecek olursam; bunlar hayvanlar üzerinde denenen araştırmalar ve biz bu araştırmalar sayesinde hayvan da tam olmasa da, yine de bir ölçü de geist bulabiliyoruz.

Yakın zamanda yapılan bir deneyde, bir tür olan kapuçin maymunlarına para kullanma öğretiliyor. Araştırmacılar, maymunların bu paralarla; öncelikle meyve ve şekeri hangi birimlerle alacaklarını gösteriyorlar. Deneyin ileri aşamalarında beklenmeyen bir şey oluyor; paranın önemini kavrayan maymunlar seks karşılığı para alışverişine girişiyorlar. Kazandıkları paralarla gelip meyve ve şeker satın alıyorlar.

Bu deneyde maymunlara “seks ile para kazanma” öğretilmiyor ancak maymunlar bunu kendileri yapıyor. Scheler, “Zeka”yı anlatırken bundan bahsediyor; ancak benim burada dikkat çekmek istediğim nokta şu; maymun var olan bir isteğini (para ile şeker veya meyve almak) şiddet yoluna başvurmadan (hırsızlık da yapabilirdi) başka bir şekilde dönüştürüyor ve bunu kullanıyor. Bu nokta da hayvan türlerinin hepsinde olmasa da, yine de bazı türlerde Geist’in bir kısmını görebileceğimizi düşünüyorum.

Hüseyin ÇEKİCİ