Jürgen Habermas, Immanuel Kant // Metaphysik, Post-Metafizik
1
Dili çok zor olmakla birlikte insanı cezbeden bir tarafı vardır Jürgen Habermas’ın; her zaman. Okurken ya da dinlerken duyduğunuz ve okuduğunuz her şeyi anlamadığınızı, haddizatında anladıklarınızın anlamadıklarınıza nispeten oldukça kısıtlı kaldıklarını biliyorsunuz. Fakat bu sizi rahatsız etmiyor kesinlikle. Hoş bir melodiye kulak verircesine sadece kelimelerin zihninizde ya da kulaklarınızda yankılanan sesleri dahi sizi taşımaya yetiyor. Tabii ki, benim için, eskisi, bu demek 25 yıl öncesi kadar zor değil artık söz konusu metinleri okumak. Habermasın en son çıkan ve şu anda elimde bulunan Auch eine Geschichte der Philosophie adlı iki cilt ve yaklaşık 1700 sayfadan oluşan metnini okurken fark edebiliyorum bunu kolayca; yorulmuyorum artık. Ki söz konusu zorluk zamanla dilden içeriğe kayıyor aslında. Bu demek içeri girmek başlı başına zor olmakla birlikte içerde yolunu bulmak çok daha fazla zor ve oldukça ve çok uzun bir süre çaba gerektiren bir uğraş. Çok fazla damarların, kurum ve kuramların farklı ve ilginç bir şekilde bir araya taşınmaları sonucu ayağa kalkan bir bina Habermas nitekim. Demin de kısmen söylediğim gibi fakat; insan her şeye alışıyor; gereken çabayı göstermek şartıyla tabii ki. Dolayısıyla, mesela, Immanuel Kant, Friedrich Hegel, Martin Heidegger ve Habermas’ı yorulmadan okumak, okurken, on yıllarca, iki üç ve hatta dört etimoloji ve kavram sözlüğüyle birlikte odadan odaya taşınmamak, bazen sinirlenerek kitapları ve sözlükleri söz konusu odaların duvarlarına çarpmamak ve aynılarını öylece çarpıldıkları duvarlardan düşüp kaldıkları yerde bırakıp dışarıya kaçmamak mümkün değil ve olmayacak muhtemelen; alışana kadar.
2
Habermas için Metafizik, Totaliteyi (Bütünü), kelimenin her anlamıyla, totaliter (bütüncül) düşünen düşünce geleneklerinden biridir son tahlilde sadece. Bu bağlamda düşünce, idrak eden bir aklın akli olarak yapılanmış ve hazır olan (vorhanden/präsent) bir dış dünyada kendisine geldiğinden yola çıktığı ya da söz konusu dış dünyaya, dolayısıyla doğaya ve tarihe, söz konusu akli yapıyı bizzat kendisinin verdiğini, aslında giydirdiğini kabul ettiği ve var saydığı sürece metafiziksel gelenek içerisinde hareket eder. Bu geleneği, dolayısıyla Metafiziki öne çıkartan üç belirleyici özelliği dile getirir Habermas ardından. İlk olarak 1-özdeşlik düşüncesi (das Identitätsdenken), daha sonra 2-idealizm (der Idealismus) ve son olarak 3-güçlü teori kavramı (der starke Theoriebegriff). Özdeşlik düşüncesi kendisini birincil olarak Bütüne yönelen, dolayısıyla bütüncül bir bakış olarak gösterir. Habermasa göre bu bakışla kazanılan bakış açısı -ki biz bu bakışa Tanrısal Bakış ya da Thomas Nagel’la birlikte The view from nowhere de diyebiliriz- düşüncenin, bütün çokluk ve kalabalıklıklarıyla birlikte dünya içsel şey ve olaylara karşı mesafe kazanmasını getirir beraberinde. Ve bu mesafe söz konusu çokluk ve kalabalıklıkları somut entiteler olarak yapılandırmayı ve aynılarını Bütünün parçaları olarak belirlemeyi ve görmeyi sağlar. Bu demek düşünce bu noktada kendisini dünya ve dünyevi olandan uzaklaştırarak kelimenin tam anlamıyla mutlaklaşır. Fakat aynı zamanda Bütüne ilişiklenerek ve Bütünü idrak ederek, dolayısıyla kendisini Bütünde bularak ya da, Friedrich Hegel’e birlikte söylersek, Bütünde kendisine gelerek aynısıyla, bu demek Bütünle özdeşleşir. Habermas bu bağlamda ilk kez Parmenides‘de formulasyonunu bulan bir özdeşlikten, Olmak (Sein) ve Düşünmek (Denken) özdeşliğinden söz eder. Tabii ki Bütünün idrak edilmesi, ya da Bütünde müdrik olmak kolayca üstesinden gelinebilecek bir süreç değildir ve haddizatında düşüncenin zor ve zorlu bir mücadelesi sonucu ulaşılabilecek bir noktadır. Habermasa göre Platon buradan yola çıkarak Birlik sağlayan düzenin kavramsal olduğu yönünde bir belirlemede bulunur. Bu demek, aslında söz konusu düzenin İdeasıdır, yani dünyasal olanın ötesinde olan, kendi adına hakikati talep eden ve kendisiyle birlikte dünyevi olanda Bütünün Bir olarak idrak edilmesini sağlayan. Dolayısıyla düşünce Bütünü Bir olarak idrak edebilmek için İdealar seması üzerinden ilerlemek zorunda kalır, nitekim İdeanın idrak edilmesi ve ardından söz konusu idrakin dünyevi olana yansıtılmasıdır gerçek idrak. Bu şekilde Düşünmek, kavramsal çaba, bu demek düşünce aracılığıyla Bir de Bütün, dolayısıyla Düşünmekin ötekisi fakat aynı zamanda özdeşi olarak öne çıkan Olmaka karşı bir öncelik elde eder. Platonun idealizmi budur Habermasa göre, ki o aynısıyla birlikte Olmak ve Düşünmek özdeşliğini Düşünmek lehine hiyerarşize etmiş olur bu şekilde. Güçlü teori kavramı bu noktada, özdeşlik düşüncesiyle idealizm arasındaki ilişkiyi sağlayan unsur olarak öne çıkıyor. Nitekim ancak kontemplasyon (tefekkür???), dolayısıyla aynısıyla birlikte doğal dünyasal yaklaşımdan uzaklaşmayı mümkün kılan bios theoretikos dünya dışıyla ilişkiye girmeyi sağlayabilir. Fakat bu ilişki herkes için mümkün olan bir ilişki değildir. Nitekim Teori sadece kısıtlı ve belirli kişilere hakikate ulaşma bağlamında ayrıcalıklı bir konum sunar. Kitlenin büyük çoğunluğu için ise teorik idrak yolu kapalıdır. Habermasa göre Teori kavramı yeni zamanda (Neuzeit) her ne kadar kutsal süreçle olan bu bağını, dolayısıyla eliter karakterini kaybetmiş olsa da, günlük tecrübi alan ve dünyevi olana karşı mesafe elde etmenin idealistik yorumu kendisini koruyabilmiştir. Dolayısıyla geldiğimiz bu noktada artık çemberi kapatabilir, desakralize (kutsaldan arınmış) olmuş metafiziği olduğu kapsamlı yapı olarak göz önüne getirebiliriz ona göre.
3
Habermas için ilk post-metafiziki düşünür Immanuel Kant’tır. Söz konusu süreci kısaca vermek gerekirse; Humanizm’in yol açtığı Antroposentrik Dönüşümle birlikte ”İnanç-İdrak” tartışması tinsel bağlamından özgürleşmiştir. Ve bu özgürleşme sonucu kanıt yükü yer değiştirmiş, dine karşı meşruiyet zemini arayan akıl, dinden kendisini meşrulaştırmasını talep eder konuma yükselmiştir. Habermas için bu nokta Din Felsefesinin doğum saatidir aynı zamanda. Nitekim onun için Din Felsefesi pratik bir inancın aklın, dolayısıyla felsefenin imkanlarını kullanarak kendisini meşrulaştırma çabasından başka bir şey değildir. Bu çerçevede Immanuel Kant’la birlikte gerçekleşen aklın öz eleştirisi her iki tarafa yönelik bir süreçtir. Bir taraftan teorik aklın metafiziki geleneğe karşı (Metafizik Eleştirisi), diğer taraftan ise pratik aklın Hristiyan öğretiye karşı (Din Eleştirisi) yeniden belirlenmesidir aslında. Ve bu süreç sonunda akıl ilk taraftan post-metafizik, ikinci taraftan ise post-hristiyan akıl olarak ortaya çımıştır. Transandantal akıldır Habermas için bundan sonra sahip olduğu birleştirici idealar aracılığı ile dünya bütünlüğünü sağlayacak olan. Ve o bunu yaparken doğa ve tarih ile ilgili ontolojik ve teleolojik varsayımlardan uzak tutmalıdır kendisini. Bir bütün olarak varlık, ya da ahlaki dünyanın kendisi, idarikimizin mümkün bir nesnesi olamazlar artık. Teorik aklın epistemolojik açıdan bu şekilde tecrübi zemin ile sınırlanması, Habermasa göre inanç zemininde muadilini duyular ötesi ile ilgili idealarımızın sadece pratik kullanımlarıyla sınırlanmalarında bulur. Felsefenin kendisini tanımlaması ve konumlandırması açısından metafizik eleştirisi önceliklidir tabii ki. Nitekim din eleştirisi felsefenin kendisi ile ilgili bir arınma çabası değil, kamunun iki tür dogmatizme karşı korunmasına yöneliktir. Kant bir taraftan, aydınlanmacı Kant olarak, kilisenin ahlakın doğal temellerini ikincil kılan katı ortodoksisine karşı aklın otoritesini ve bireysel vicdanı öne çıkartmaya çalışırken, diğer taraftan, ahlakçı Kant olarak, aydınlanmacı inançsızlığa karşı inancın, aklın sınırları içerisinde meşruiyet bulabilen içeriklerine geçerlilik kazandırmak ister. Dolayısıyla tecrübenin sınırları içerisine çekilen akıl, dolayısıyla sınırları tecrübi olanla yeniden belirlenen akıl, son tahlilde kendisi için iddia ettiği tanrı perspeltifinden uzaklaşarak, daha mütevazi bir konum, insanın sınırlarını gözeten ve aynılarını aşmamaya azami dikkat gösteren bir konumla yetinir.
4
Bana göre modern felsefenin en radikal iki ateist filozu Immanuel Kant ve Jacques Derrida’dır. Bu konu hakkında bir şey söylemek istemiyorum fakat bu noktada. Belki, Kant bağlamında, şu kadarını sadece; Kant bilmeyi sınırlamak zorundaydım, inanmaya yer açabilmek için derken aynısıyla inancı değil, aklı korumak, aynısını temiz, yani arı (rein) tutmak istiyordu. Bir Annenin çocuklarına, çıkın dışarda oynayın, evi kirletmeyin demesi gibi bir şey bu aslında, daha fazlası değil ama. Ki Kant için bir dışarısının olmadığına da eminim üstelik; ben eminim. Aynen Ludwig Wittgenstein’ın hakkında konuşulamayanlar hakkında susmalı derken aklı değil, inancı korumak istemesi gibi yani. İkisi de bu tarafı mümkün olduğunca net ve kesin bir şekilde sınırlama çabasında, fakat ilki sınırın bu tarafının endişesiyle düşünürken, ikincisi sınırın öte tarafına amade ve meftun. Haliyle Kant için her hangi bir şeye, akla bile, amade ve meftun olmak söz konusu bile değil. Tutkusu yok adamın, tutkusu.
Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİNOĞLU