Modernite demek Tanrısızlık demek, Tanrısızlık demek ise insan için kendisi dışında başka hiçbir belirleyicinin kabul edilemez olması demektir. Tabii ki bunun Allah’a inanmamakla uzaktan yakından bir alakası yok. Dar kafalılar ve aptallar bu çelişki içerisinde eriyip gitseler ve kendilerini kaybetseler de, biz modernler aklımıza da imanımıza da güvenelim ve sahip çıkalım. Hz. Peygamberi yobazlara, dolayısıyla boş ve boş olanlara bırakmamak gerekir. Hesabı ağır olur sonra. Bu bağlamda Immanuel Kant’ı Modernitenin baş aktörü olarak kabul edebiliriz. Rene Descartes’ın gerçekleştirdiği kırılma tam anlamıyla modern olmak için yeterli değildi, olamazdı da zaten. Çünkü Tanrı sistem dışına itilmemişti henüz daha. Aksine sistemin taşıyıcı sütunu olarak baş köşede yerini almaya devam ediyordu. Gerçi Tanrının Kant’ta da, ki öyle değil tabii ki aslında, sistem dışında olmadığı ileri sürülebilir. Fakat Descartes’ın Tanrısıyla Kant’ın Tanrısı arasında belirgin bir fark var. Descartes’ın Tanrısı, Descartes’ın kendisi her ne kadar Aristoteles’e karşı uzak, oldukça uzak durmaya çalışsa da, Aristoteles’in hareket etmeyen ilk hareket ettiricisinin en temel işlevinde kendi sistemine entegre edilmesinden başka bir şey değil en nihayetinde. Descartes’ın cogito‘ya inişini geri dönüşü olmayan bir gidiş olarak kabul edersek, geldiği son noktada dura kaldıktan sonra Tanrının küçük bir itmesine ihtiyacı vardı geri dönüşü olmayan bu gidişe bir geri dönüş sağlayabilmesi için. Dolayısıyla Tanrının gaz vermesiyle ve garantörlüğünde harekete geçen res cogitans, aldığı tanrısal gazla birlikte adım adım, önce kendisini ve ardından da dünyayı (res extensa) kurup merkeze kendisini yerleşebilirdi ancak. Öyle de oldu. Kant’ın Tanrısı çok başka bir şey. Haliyle; Tanrıyla ilgili çelişkileri vardır Kant’ın, oldukça fazla belki de. Fakat Kant’ın bütün çabasının bir şekilde Tanrıdan kurtulmak olduğunu söyleyebiliriz rahatlıkla. Ki bu kurtulma çabasının temelinde yatan saik Tanrının gereksiz olduğu düşüncesinden çok, zararlı olduğu ön kabulüne dayanır. Yani Kant’ın meselesi Tanrıya ihtiyacımız yok, o halde neden gereksiz yere sırtımızda taşıyoruz ki demek değil, eğer adam olmak, daha doğrusu iyi insan olmak istiyorsak Tanrıdan kurtulmak zorundayız demektir son tahlilde. Kant’ın radikal ateizmi budur işte, ki ateizm böyle olur zaten. Yoksa Tanrı yok demekle bir şey elde edilmez, nitekim var. Dünya üzerindeki binlerce havra, kilise, camii ve diğer tapınaklar benim için yapılmadı sanırım. Ateizm tanrıya savaş açmaktır, onun karşısında, dolayısıyla ona karşı olmaktır, onu yok saymak, ya da ona kayıtsız kalmak değil.

Kant öncelikle aklı ve sınırlarını belirler bilindiği gibi ve akla akıl dışından, dolayısıyla söz konusu sınırları ihlal ederek hiçbir takviyenin mümkün olmadığını vurgular; hiçbir konuda. Tanrı bağlamında bu, çizginin altında şu demektir; aklı olan bir insanın kim olduğunu ve nasıl davranması gerektiğini bilebilmesi için ne kendisini ve kendisiyle birlikte diğer her şeyi yaratan, dolayısıyla ona kim olduğunu ve nasıl davranması gerektiğini söyleyen, ne de kendisini iyi davranmaya motive eden ve iyi davranması durumunda kendisine mutluluk vaad eden bir Tanrıya ihtiyacı vardır. Bu Modernitenin en belirgin özelliğinin dışa vurumudur da aynı zamanda. Nitekim her şeyi ve beni yaratan ve bana nasıl davranmamı söyleyen, dolayısıyla her şeyin başı olan Tanrı geçmişi (İnna Li(A)llahi…), beni iyi davranmaya motive eden ve öyle davranmam durumunda bana mutluluk vaad eden Tanrı ise geleceği (…ve inna ileyhi raciun.) ifade eder. Aklı olan ve olan aklını kullanmak zorunda kalan, dolayısıyla bu sorumluluğu üstlenerek aynısını, bu demek aklını kullanan insan ise zaman ve mekan açısından duyularıyla kapsamı alanına çekebildiği şimdiyi. Modernite de zaten bu demektir (modoşu an, burda). Deontolojik ahlakın Teleolojiyle çatıştığı nokta da burasıdır aynı zamanda. Nitekim Kant ne olursa olsun, örneğin, hiçbir şart ve durumda yalan konuşamazsın derken, yalan konuşarak gerçekleştirmeye çalıştığın sonucu gerçekleştirmen mümkün değil, dolayısıyla yalan konuşarak kendinde vehmettiğin güce sahip değilsin, çünkü geleceğe gelecek gelmeden, yani gelecek şimdi olmadan şimdiden müdahil olamazsın demek ister. Dolayısıyla şimdiyle ilgilen, yani yapman gerekenle, gelecekle, dolayısıyla olmasını istediğinle değil der.

Yunan Mitoloji’sinde bir dev var: Prokrustes. Yolculara yatacak yer temin eden bir dev. Fakat tehlikeli bir yatak. Nitekim yatağa yatan yolcu yatağa büyük geliyorsa, Prokrustes yolcuyu Nasreddin Hoca misali orasından burasından, aslında yataktan sarkan taraflarını keserek, yok yatağa küçük geliyorsa orasından burasından çekerek ve orasını burasını gererek yatağa uyduruyor, fakat bir şekilde yatağa uyduruyor. Sanırım Kant’ın din ile ilişkisini en güzel bu örnekle verebiliriz. Kant’ın dini ve Tanrısı Prokrustesin Yatağında, bu demek akılda işlem görmüş bir din ve Tanrıdır, ki aklın onay verdiği zaten akıldır.

Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİNOĞLU