Küreselleşme Teorileri

Küreselleşme teorisyenlerinin düşünceleri, bütün ulus-devletlerin sınırlarının kalkacağını savunan aşırı küreselleşme teorisi, küreselleşmenin ulusal ekonomik gelişmeyi açıklamak üzere geliştirildiğini iddia eden septik küreselleşme teorisi ve dünya düzenini şekillendirecek, birçok alandaki gelişmenin arkasındaki güdüleyici güç olarak küreselleşmeyi gören dönüştürücü küreselleşme teorisi olmak üzere üç gruba ayrılır.

Dünyanı gelişmiş yerlerinde üretilen mal ve hizmetin, çok uluslu şirketler vasıtasıyla periferiye taşınması ve böylelikle köy ve kasaba gibi en küçük birimleri etkileyecek duruma gelmesi küreselleşme anlamına gelmektedir.

Imanuel Wallerstein’ın ürettiği, kapitalist ekonominin dünyanın en kapalı bölgelerine kadar nüfuz etmesi ve böylece gelişmiş ülkelerin merkezde, fakir ülkelerin çeperde olduğunu iddai ettiği dünya sistemleri ya da bağımlılık teorisi, küreselleşmenin ekonomik boyutuna dikkat çekiyor ancak; dinle ilgili fazla bir şey söylememektedir.

Küreselleşme ve Din İlişkisi

Son dönemlerde din sosyolojisi alanında yapılan çalışmalar, küreselleşmenin ekonomik boyutundan ziyade dini ve kültürel boyutuna dikkat çekmektedir. Bu teorilerden birisi, Ronald Robertson tarafından geliştirilen, dinin küreselleşme ile karşılıklı etkileşim halinde olduğunu, bazen etkileyen bazen de etkilenen tarafta olduğunu iddia eden teoridir.

Din ve küreselleşme ilişkisinde, küresel kapitalist ekonominin ve gelişmiş kitlesel medya araçlarının küreselleşmenin iki temel oluşturucu unsuru olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi kültürü homojenleştirici, ikincisi ise heterojenleştirici bir etkiye sahiptir.

Küreselleşmenin Dini Hayata Etkisi

Küreselleşmenin dini hayata, farklı dinsel hareketlerin doğmasına ve dinsel gelenekler içerisinde reformist hareketler üretmesi gibi etkileri olmuştur. Kitle iletişim araçlarının yoğun bir şekilde kullanılması ve işgöçü, kozmopolitliğe ve dini çoğulculuğa neden olmuş, dini pratiklerin serbestçe dolaşımına olanak tanımıştır.

Dünya sistemleri tezi, temel güdüleyici gücü ekonomi olarak görürken, Robertson, kültürel ve dini sistemlerin küreselleşme karşısında etkin ve edilgen boyutuna dikkat çekmiştir.

Bireyciliğin gelişmesi, ulus-devletlerin birbirleriyle bağımlılık ilişkileri geliştirmeleri ve kültürel etkileşimler küresel kültürü belirleyen unsurlardan bazılarıdır. Aslında bir anlamda bu, modernleşmenin tüm dünya toplumlarında yaygınlaşması olarak da okunabilir.

Küreselleşmenin, evrensel dinlere, ‘geleneksel doktrinlerine’ karşı yenileme ve liberal yorumlama talebi dayatmak gibi bir etkisi gözlemlenmektedir. Geleneksel dinler ya da eklektik yapılı yeni dini hareketlerin yeni duruma uyarlanması; uluslararası ilişkilerin tecrübe edildiği yerlerde dinlerin daha toleranslı yorumlarını benimsenmesi gibi dönüştürücü etkileri bulunmaktadır.
Uluslararası İlişkilerde Dinin Rolü

Din, sosyo-kültürel değişmenin en önemli faktörü olmasına rağmen, günümüz dünyasında dinin toplumsal önemine dair hatırı sayılır çalışma yapılmamaktadır.

Birçok dini hareketin, uluslararası düzeyde yardım faaliyeti ve çeşitli eğitim programları düzenlemesi, dinin küreselleşme ile ilişkisinde her zaman edilgen değil etkin bir rol oynadığını göstermektedir.
Amerikan hükümetinin, Protestan misyonerliğini, Latin Amerika ve dünyanın birçok yerine misyoner göndererek uluslararası çıkarlarını korumak maksadıyla desteklemesi bilinen bir durumdur. Dini hareketlerin uluslararası düzeyde etkili olduğu kabul edilmektedir.

Küreselleşme, Türkiye ve Din

Turgut Özal’ın 1983-1993 arasındaki liberalleşme politikaları, Türkiye’de toplumu küreselleşmenin etkilerine ve toplumu köklü değişimlere açmıştır.

Din-devlet ilişkisinde, siyaset, hukuk gibi alanlarda değişim gözlenmiş, bu bağlamda yapılan akademik çalışmaların sayısı artmıştır.

Küçük ticari birimlerin, dini ve geleneksel değerlerini koruyarak muhafazakar eğilimlerini liberal ekonomik rasyonellikle sentezlemeleri, Türkiye’de yeni İslami orta sınıfın doğmasına neden olmuştur.

Özellikle 2002’den beri üst üste seçimleri kazanan muhafazakar demokrat bir parti olan AK Parti tecrübesi, dinin hala güçlü bir kimlik kaynağı olarak var olduğunu; bununla birlikte demokratlık algısında küreselleşmeden etkilenmeyi de göstermesi açısından oldukça önemlidir.

Buna göre, 1980 sonrası liberalleşme politikalarıyla etkili olan küreselleşme, Türkiye’de devlet-din ilişkisini değiştirerek, demokratlaşma ve sekülerleşme üzerinde etkili olmuştur.

Abdullah YARGI