Küreselleşme kelimesi, çağdaş tartışmalarda birden fazla özel kullanıma sahiptir. Son birkaç on yılda küresel ekonomideki ara bağlantıların hızlanmasını ve hem göreceli olarak açık uluslararası finansal piyasaların hem de küresel şirketlerin yükselişiyle ilgili olguyu ifade etmek için sık sık ekonomik bir terim olarak kullanılmaktadır.
Bununla birlikte İkinci Dünya Savaşı‘ndan bu yana, küresel bir toplum ve bu toplumdaki ulusal karşılıklı bağımlılıklar konusunda giderek artan bilinçlenme, konunun sadece ekonomik değil başka boyutlarının olduğunun da göstergesidir. Savaşın yol açtığı felaketler (ve daha öncesindeki ekonomik bunalım) ve olağanüstü insan hakları ihlallerinin vuku’ bulduğu bu dönemde hızlı bir dekolonizasyon süreci yaşanırken sadece ekonomik anlamda karşılıklı bağımlılıklar değil, politik ve kültürel etkileşimler de küresel düzeye çıkmıştır.
Buna göre küreselleşme eğilimleri sadece ekonomik boyutuna indirgenecek bir fenomen değildir. Aksine ekonomik küreselleşme, son beş yüzyıldan beri ekonomik olarak gelişmiş ülkelerdeki şirketler, ticaret ve (sömürge döneminde yoğunlaştırılmış) üretim faaliyetleri yoluyla dünyanın dört bir yanındaki bölgelere erişimini arttığı, zaten bilinen bir süreçtir. Bugünse küreselleşme tartışmalarının odağında ekonomik boyutunun yanında daha farklı boyutları da bulunmaktadır.
Genellikle küreselleşme teorileri zaman ve mekan dikotomisi ve bu boyutların değişiminin modern dünyayı nasıl etkilediğiyle desteklenmektedir. Ekonomi, uluslararası iletişim ve ticaret, kültürlerarası ilişkiler, çevre sorunları, küresel güvenlik ve demokrasi gibi konular küreselleşme teorilerinin ilgilendiği sosyoekonomik, politik ve kültürel yönlerdir. Bununla birlikte ekonomik faktörler yine ilk başta listelenir. Bundan dolayı Green ekonomik küreselleşme teorilerinin en sağlam tutamağa sahip olan teoriler olduğunu ifade eder.
Ülkeler arasındaki mal ve hizmet alışverişi, ‘birleşik küresel ekonomiyi‘ teşvik eder. Ancak, küreselleşmenin doğasını son derece önemli olsa da, sadece ekonomik konuların belirlediğini varsaymak oldukça yanlıştır.
Teknolojik gelişme ulusötesi bağlantıyı kolay erişilebilir hale getirmiştir. İlk mesajın on dokuzuncu yüzyılda Samuel Morse tarafından telgrafla iletilmesi, dünyada çığır açmıştır. Ulusların birbirleri arasında açık ve kolay iletişimi, ‘tek bir küresel toplum’ ve ‘kültürel homojenleşme’ için zemin oluşturmuştur. Bu birbirine bağlılık, dünya çapındaki devletlerin siyasi gündemlerini ‘küresel politikaya’ göre yeniden düzenlemelerine ve yeniden biçimlendirmelerine neden olmuştur. Siyasi olaylar artık yerel karakter taşımamaktadır. Bu nedenle, küreselleşmenin ‘kültürel bir paradoks‘ veya modern zamanların getirdiği doğal bir fenomen olup olmadığı, politik, ekonomik, teknolojik ve sosyo-kültürel faktörlerle izah edilmeye çalışılmaktadır.
Abdullah YARGI