Mehmet Ali Büyükkara’nın Çağdaş İslami Akımlar başlıklı kitabı bir ders kitabı formatında hazırlanmıştır. Eserin maksadı ve tasnif mantığıyla ilgili takdim kısmında bilgi veren Büyükkara’nın, alanın bakir olması hasebiyle birtakım zorluklarla karşı karşıya kaldığı görülmektedir.

En büyük zorluk, çağdaş İslami akımların ne şekilde sınıflandıracağıdır. Büyükkara, ‘Gelenekçilik, Islahatçılık ve Modernizm’ olarak yaptığı tasnifin, en makul tasnif olduğunu iddia eder. Her grubun birbirine benzer özellikleri olmasına rağmen temel parametreleri en çok hangi akıma uyuyorsa orayla ilişkilendirmiştir. Din-siyaset ve din-gelenek ilişkileri hakkındaki tutumlar, dinin kaynaklarına nasıl baktıkları, teşkilat ve liderlik tipolojileri, Batıya karşı alınan tavır ve hitap ettikleri kesimler, bu parametrelerden bazılardır.

Giriş bölümünde İhya hareketlerinin doğuşundan bahseden Büyükkara, Batı medeniyetinin gelişimi ve ilerleyişi karşısında İslam aleminde yaşanan gerilemeyi durdurma çabasını İhyacı hareketlerin doğuş nedeni olarak imlemektedir. Bu minvalde Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Ahmet Han ve Mustafa Sabri Efendi gibileri bu kategoride ta’dad ederek biyografilerini paylaşmıştır.

Birinci bölüm olan ‘Gelenekçilik’ bölümüne, geleneğin tanımıyla başlamaktadır. Nesilden nesile aktarılan, daha çok naklin ön planda olduğu kutsal devamlılık olarak addedilen geleneğin taraftarları kendi içinde, selefiyye gelenekçiliği, medrese gelenekçiliği ve tarikat gelenekçiliği olarak üçe ayrılmaktadır. Selefiyye gelenekçiliğinin temelinde hadis, medrese gelenekçiliğinin temelinde fıkıh, tarikat gelenekçiliğinin temelinde ise tasavvuf bulunmaktadır.

Büyükkara’ya göre erken dönem Selefiliğinin öne çıkan en önemli ismi Ahmed b. Hanbel’dir. Daha sonrasında ise İbn Teymiyye’dir. Vehhabilik, selefiliğin aşırı bir yorumu olarak kodlanmaktadır. Suudi Arabistan’ın politikalarına bağlı olarak Selefiyye içerisinde önemli bir kırılmanın meydana geldiğini, Suûdî Selefiyye ile Cihadî Selefiyye olarak ikiye ayrıldığını ifade etmektedir.

Medrese gelenekçiliğine, Meclis-i Tahaffuz-i Hatm-i Nübüvvet, Sipâh-i Sahabe, Taliban Hareketi, Cemaat-i Tebliğ ve diğerlerinin kökenini oluşturan Diyobend Ekolünü örnek vermiştir. Yazara göre bu medreselerde, daha öncesinde muhafaza edilen akıl-nakl dengesi, akıl aleyhine bozulmuştur.

Tarikat gelenekçiliğine ise Türkiye’de yoğun bir skalayı oluşturan Halidiye Nakşiliği’ni, Hind alt kıtasında ise Diyobendiyye’nin alternatifi konumunda olan Barelviyye’yi örnek göstermektedir. Halidiye Nakşiliğinin, geleneksel açıdan daha çok iş’ârî, keşfî ve batınî bilgi ağırlıklı olan tasavvufla, zahirî bilgi ağırlıklı olan medrese geleneğini te’lif etmek çabasında olduğunu ifade eder.

Islahatçılık başlığını taşıyan ikinci bölümde, bozulmayı İslam’da değil Müslümanlarda arayan, ‘ıslahat’ gayesiyle ortaya çıkan akımlar irdelenmektedir. Islahatçılığı yöntemsel açıdan, ‘Kültürel Islahatçılık’ ve ‘Siyasal Islahatçılık’ olarak ikiye ayırmaktadır. Kültürel ıslahatçılara, Türkiye’den Nurcuları ve Süleymancıları, Hind alt kıtasından Nedvet’ü-l Ulema ve Medreset’ü-l Islah hareketlerini, Endonezya’dan Muhammediye hareketini örnek vermektedir. Devleti ele geçirerek veya kurumlarını kullanarak insanları ıslah etmek maksadı taşıyan siyasal ıslahatçılara ise Ihvan-i Müslimin’i, Hizb’ü-t Tahrir’i, Cemaat-i İslamî’yi, Hizbullah’ı ve Husileri örnek vermektedir.

Üçüncü bölüm ‘Modernizm’ başlığını taşımaktadır ve problemin Müslümanlarda değil, İslam diye anlatılagelen dinde olduğunu varsayan, geleneği sorgulayan, akıl merkezli akımlar incelenmektedir. Bu akımlar, teşkilatlı bir yapı arz etmemektedir ve bireysel fikirler daha fazla ön plandadır. Boynukara bu akımı metinselci ve tarihselci modernizm olarak ikiye ayırmaktadır. Muhammed Abduh, Muhammed Tevfik Sıdkı, Ahmed Perviz gibi isimlerin metinselci modernizmin bilinen isimleri olduğunu ve Kur’an’ın kabul edilen tek kaynak olarak görüldüğünü ifade eder.

Tarihselci modernizmin en önemli ismi ise Fazlurrahman’dır. Bu akıma göre Kur’an’ın ayetleri indiği dönemin tarihsel şartlarıyla kayıtlıdır ve özellikle hüküm ayetlerinin -toplumsal uzlaşıyı sağlıyorsa- günümüz hukuk normlarına uygun hale getirilmesinde bir sakınca görmemektedir.

Kitap bu üç bölüme ek olarak yazarın, daha önce yayımladığı iki ayrı makaleyi de barındırmaktadır. ‘Türkiye’deki Radikal Dini-Siyasi Hareketler’ başlığını taşıyan 2006 tarihli makalesinde Necip Fazıl, Seyyid Kutup, Mevdûdî gibi 1980 öncesinde Türkiye’deki İslami hareketlerin radikalleşmesinde etkili olan isimlerin fikirleri ve faaliyetleri üzerinde durmaktadır. Yazara göre Türkiye’de İslami radikalizm, 1980’li yıllarda zirveye tırmanmış, 1990’lı yıllarda ise tıkanma ve gerileme dönemine girmiştir. Bununla birlikte İslamcı akımların büyük çoğunluğu tarafından şiddet, bir yöntem olarak benimsenmemiştir.

Dini Grup Yapılarında Dine İlişkin Muhtemel Anlama ve Temsil Sorunları’ isimli ikinci makalesinde ise, sosyoloji ve psikoloji gibi disiplinlerden istifade ederek, dini grup pratiğinin grubun din anlayışını genelleştiren ve grup dışındakileri ötekileştiren davranışlar gibi birtakım yaygın riskleri üzerinde durmaktadır.

Abdullah YARGI