İncil’deki anlamda bir Allah düşüncesi, dolayısıyla dünyanın yaratıcısı bir İlah, Wittgenstein’ı ilgilendirmedi hiç, … fakat hesap günü fikri çok önemliydi onun için. Hesap günü tekrar karşılaşana kadar cümlesi birçok tartışmada belirli bir noktada sürekli kullandığı bir cümleydi. Ve söz konusu kelimeleri söylediği her zaman gözlerinde tanımlanamaz bir kendi içine bakış olurdu, başı öne eğilmiş ve en derinine kadar sarsılmış bir adam olarak.
The idea of a God in the sense of the Bible, the image of God as the creator of the world, hardly ever engaged Wittgenstein’s attention, … but the notion of a last judgment was of profound concern to him. ‘When we meet again at the last judgment’ was a recurrent phrase with him, which he used in many a conversation at a particularly momentous point. He would pronounce the words with an indescribably inward-gazing look in his eyes, his head bowed, the picture of a man stirred to his depths.
Paul Engelmann
… die Bösartigkeit (vitiositas, pravitas), oder, wenn man lieber will, die Verderbtheit (corruptio) des menschlichen Herzens ist der Hang der Willkür zu Maximen, die Triebfeder aus dem moralischen Gesetz andern (nicht moralischen) nachzusetzen. Sie kann auch die Verkehrtheit (perversitas) des menschlichen Herzens heißen, weil sie die sittliche Ordnung in Ansehung der Triebfedern einer freien Willkür umkehrt, und obzwar damit noch immer gesetzlich gute (legale) Handlungen bestehen können, so wird doch die Denkungsart dadurch in ihrer Wurzel (was die moralische Gesinnung betrifft) verderbt und der Mensch darum als böse bezeichnet.
… insan kalbinin şeytaniliği (vitiositas, pravitas) ya da, öyle de denilebilir, çürümüşlüğü (corruptio), iradenin (Willkür) ahlaki yasanın itici gücünü (Triebfeder) başka, ahlaki olmayan hedeflerin (Maxime) arkasına yerleştirme isteğini gütmesidir. Buna kalbin tersyüz olması (perversitas) da diyebiliriz, nitekim bu durum ahlaki düzeni özgür iradenin sahip olduğu itici güç bağlamında tersine çevirir ve bu şekilde her ne kadar şer’an (legal) meşru (iyi) davranışların gerçekleşmesi mümkün olsa da düşünme tarzı (sahip olunan ahlaki duruş bağlamında) bir bütün olarak çürür ve dolayısıyla insan şeytanileşir.
Immanuel Kant
Doch manche Menschen sagen: Wir glauben an Gott und an den Jüngsten Tag. Sie glauben aber nicht […] Eine Krankheit ist in ihren Herzen (ف۪ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ), ja Gott laesst diese Krankheit immer schlimmer werden. […] Sagt man zu ihnen: Richtet auf der Erde kein Unheil an!, dann sagen sie: Wir sind es doch, die Heil bewirken. Doch sind nicht sie die Unheilstifter, ohne es zu merken?
Fakat bazı insanlar derler ki: Biz Allah’a ve hesap gününe inanıyoruz. Ama onlar inanmıyorlar […] Kalplerinde bir hastalık vardır (ي قُلُوبِهِمْ مَرَضٌۙ), ve evet, Allah bu hastalığı arttırdıkça arttırır […] Onlara denildiği zaman: Dünyada hayırsızlık yapmayın!, o zaman derler ki: Biz değil miyiz hayrı yaygınlaştıranlar? Ama hayır, onlar hayırsız olanlardır ve bunun farkında bile değillerdir.
Allah
Aslında Kant’ın da Allah’ın da söyledikleri aynı şeyler, haddizatında Hz. Peygamberin ameller niyetlere göredir sözünü de katabilir söz konusu duoyu triolaştırabiliriz. Son tahlilde bir davranışı ahlaki kılan söz konusu davranışın kendisi değil, arkasındaki motivasyon, dolayısıyla niyettir. Ve aynı şekilde her üçü için de, en azından bu bağlamda, düşünmek kalpte ve kalple gerçekleşen bir süreçtir. Yukarıda verdiğim iki alıntı haddizatında din diliyle felsefe dilinin farklı oluşları ve takip ettikleri yöntem bağlamında da bilgi verici. Fakat son tahlilde ikisi de aynı şeyi söylüyor. Mesela hakkını talep eden bir adam ilk bakışta dünyanın en meşru şeyini yapıyor gibi durur, fakat şayet talep ettiği hakkına ihtiyacı yoksa ve bu talebiyle birlikte insanlara, belki de en yakınlarına zarar verecekse yaptığı sadece şeytanlıktır. Üstüne üstlük bu meşru talebin arkasına sığınarak geçmişte olmuş bazı olaylardan intikam alma peşindeyse, bu şeytanlığın dik alasıdır. Bu adama böyle yapma denildiği zaman, ben bir şey yapmıyorum ki, sadece hakkımı istiyorum der ve ekler. Allah demiyor mu hakkınızı alın, hakkınızı kimseye yedirmeyin. Siz demiyor musunuz haksızlık kötü bir şeydir, kimseye haksızlık yapılmamalı, herkes hakkını almalı. Görüldüğü gibi son derece makul şeyler söylediği ve mutlak anlamda kimsenin karşı çıkması da mümkün değil. Fakat Allah’ın ve Kant’ın da dediği gibi bu tamamen görüntüden ibaret. İlginç olan Allah’ın da Kant’ın da hasta, haddizatında çürümüş bir kalpten söz etmeleri. Tabii ki burada Kant’ın Qur’anı tanıyıp tanımadığı, tanıyorsa şayet ne kadar tanıdığı konusuna girmek istemiyorum. Dün akşam Kant okurken rastladım bu alıntıya ve Qur’anı iyi bilen bir Müslüman olarak aradaki benzerlik dikkatimi çekti. Aklın yolu, o anlamda, birdir de diyebilirsiniz. Ben Kant’ın Qur’an’ı tanıdığına inanıyorum. Fakat bunların hiçbirisi meselenin özünü değiştirmez. Ve bu noktada dinin tehlikeli tarafı gösteriyor kendisini aynı zamanda. Her şey gibi din de yanlış ellere ve özellikle de yanlış kalplere düştüğü zaman insana şeytanı aratır. Din buna son derece müsait. Dolayısıyla sorun sadece dindarlarda değil. Bunun önüne geçmek mümkün değil fakat, dolayısıyla dini eleştirmek ya da farklı bir şekilde dinin etkisini azaltmaya çalışmak bir çözüm olamaz. Nitekim kötü her zaman var olacak, aynen iyi gibi. Yapılabilecek tek şey bütün bu kötülere rağmen inadına kötü olmamak, inadına iyi ve temiz kalmak, kalp sağlığına, her iki anlamda, dikkat etmek. Dünya geçici ve bir ahiret, dolayısıyla bir hesaplaşma yoksa bile her acı bir gün son bulacak. Ben kendi adıma ötekiler için ahiret yokmuş, benim için ise varmış gibi yaşıyorum, dolayısıyla kendimi o büyük güne hazırlıyorum. Hesaplaşmayı ben ve diğerleri arasında değil, ben, kendim ve Allah arasında bir hesaplaşma olarak düşünüyorum. Nitekim şu içinde bulunduğumuz dünyada yaşamak öyle çok da kolay bir şey değil, dolayısıyla buna hangi gerekçelerle maruz bırakıldığımı bilmek isterim. Dolayısıyla hesap verecek olan sadece ben değilim.
Mustafa KÜÇÜKHÜSEYİN